İstanbul
27 Aralık, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

Ukrayna Bir Araç, Peki Amaç Nedir?

28 Mart 2022, Pazartesi 16:16

TÜRKİYE'nin YENİ STRATEJİK ANLAYIŞI ÜZERİNE BİR ÇALIŞMA

 

Dünya tarihine bir bakarsak; dönemlerinde dünyaya hakim ülkelerin nasıl yok olduklarını biliyoruz.Günümüzde ise soğuk savaş bitiminde SSCB'nin dağılmasıyla tek güç olarak kalan ABD'nin durumuna bakmalıyız. SSCB'nin dağılması, ana unsur olan Rusya'nın ekonomik krizleri askeri gücünün dağılması ile ABD kendini dünyanın sahibi gibi görürken, tek kutuplu olmanın bedelini, önce donanmasını azaltarak sonra da güçlü yönetimlerden uzak bir politika ile çökmeye başlayarak ödeme durumuna gelmiştir. Bu arada Rusya yeniden toparlanma aşamasını, barışçı bir politika izlenimi vererek yeniden başlatmıştır. Her ülkenin milli ülküleri ve hedefleri olduğu gibi takıntıları da vardır. Bir yerde de bu takıntılar ülkeleri daha farklı politikalar izlemelerine neden olur. Örneğin Türkiye'nin parçalanma / bölünme takıntısı. 1683 Karlofça Antlaşması’ndan beri artan bir ivme ile günümüze kadar gelmiştir. Rusya'nın ise kuşaklanma /çevrilme takıntısı. Bir başka deyişle güvenlik endişesi vardır. Rusya ve Türkiye'nin bu durumu aslında coğrafyalarından gelmektedir. Coğrafyaları, jeopolitik kavramlar oluşturur. Böiünme ve kuşatılmaya uğramamak için stratejik manevralar yaparlar.

 

Rusya'nın geçmişine şöyle bir bakalım; SSCB dağıldı. Varşova paktı ortada kaldı. Sınırlarını SSCB’nin çizdiği ve Batı Avrupa'ya karşı Rusya'nın ilk güven halkası olan ülkeler bağımsız oldular. Bu nedenle Rusya stratejik öngörü ile gelecekte yaşanacakları tesbit edip Varşova Paktı devletlerinin NATO'ya alınmamasını şart koştu. NATO ve ABD kabul ettiler. Aslında Rusya, endişelerinde haklıydı. İlk defa 1853 Kırım Savaşı bu endişelerinin başlangıcı oldu. Hiç ummadığı bir bölgeden, Kırım'dan savaşı kabul etmek zorunda kaldı. O tarihten itibaren Karadeniz’deki yumuşak karnı oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Batı'ya yayılmasından sonra ABD'de tarafından Rusya kuşaklandı. Önce NATO kuruldu. Rusya güvenliği için Varşova Paktı ile cevap verdi. Daha sonra BAĞDAT PAKTI , CENTO İLE SSCB'nin güneyi kuşaklandı ve SEATO ile Pasifik Okyanusu’nda kuşak kapandı. SSCB'nin dağılması ile de Rusya'nın güvenlik endişesi arttı. ABD tarafından Rusya’ya söz verilmesine rağmen tüm Varşova paktı ülkeler NATO'ya alındığı gibi yeni kurulan Balkan ülkeleri de alındı. Sonuçta Rusya'nın Baltık Denizi ile irtibatı kesildi, Balkanlardan Adriyatik Denizi’ne irtibatı Sırbistan'ın kara ülkesi haline getirilmesiyle koptu. Son dönemde de Yunanistan ABD'nin üssü haline geldi. İkinci bir Boğaz geçişi haline getirildi. Spiros ve Girit Adaları ile Boğaz önü Dedeağaç ile kuşaklandı. Yakın tarihe baktığımızda Gürcistan'ın NATO'ya alınma düşüncesi Rusya'yı bir yerde uyandırdı ve Gürcistan'a müdahale ederek ayrılıkçı güçlere destek verip 3 özerk ülke haline getirdi. Rus siyasi nüfusu hakim oldu. Bir yerde Batı dünyasının reaksiyonuna test etti.

 

Rusya'ya karşı tüm bu kuşatma harekatı yapılırken ABD ise enerji hatlarını güvencede tutmak için Büyük Orta Doğu Projesi ile Kuzey Afrika ve Orta Doğu'yu parçala, böl ve yönet yöntemi ile şekillendirmeye çalıştı. Bölünmüş ülkeler, istikrarsız yönetimler ile sorunlu ülkeler haline getirildi. Ancak Suriye olayı Rusya için bir fırsat oldu. Kendisini kuşaklayan Batı ittifakına Akdeniz’den cevap verdi. Daha güçlü bir şekilde Suriye'de siyasi ve askeri varlığını yükseltti. Libya'daki karışıklıktan istifade ile Libya'da etkin oldu. Sonra Rusya Kırımı işgal etti. Batı dünyası yine ses çıkarmadı. Sanki 2. Dünya Savaşı öncesi yaşanıyormuş gibi tarihi bir tekrar süre geldi. Almanya önce Alsas-Loren bölgesine girdi. Avusturya'yı ülkesine kattı ve sonra Çekoslovakya 'nın südetler bölgesine girdi. Batı dünyası hiç ses çıkarmadı. Taa ki Polonya'ya saldırına kadar. Aynı durum burada da tekrar ediyor. Ukrayna, Batı’nın geçmişteki reaksiyonsun hareketine karşı Rusya tarafından işgal edilmeye başlandı. ABD; Rusya'ya Ukrayna'yı NATO 'ya almıyoruz dese bu savaş çıkmayacaktı.

 

Aslında ABD, Rusya’yı sıkıştırmak için Ukrayna'yı kullanıyor. Amaç Rusya'yı bir şekilde ekonomik olarak yıpratmak yalnız bırakmak. Çin ile ortaklık kurmasını istemiyor. Ama Çin'in Rusya ile yakınlaşması ve tarafsız kalması pek hesapta olmayan bir siyasi durum olarak ortaya çıktı. Ukrayna olayı ABD, ÇİN ve RUSYA'nın sahne aldığı dünyanın üç kutuplu bir döneme girdiğinin bir işareti idi. Güç, karşısında güç bulursa yaşar. ABD'nin yaptığı buydu. Çünkü tek kutuplu olarak kalsaydı çökecekti. Ancak 2. Dünya Savaşı galibi olarak AB'ye hükmetmeye başlaması geri teperek karşısına aldı. Şans o ki; Ukrayna savaşı, AB ile sıcak bir yakınlık doğdu. Ancak Birleşik Krallığın yanında olması Almanya ve Fransa için önem arzetmemektedir. Çünkü AB kendi ordusunu kurma hazırlığındadır. Eğer başarabilirse AB'yi yakın bir gelecekte dünyanın dördüncü kutubu olarak göreceğiz. Dengelerin kurulması, barışın korunması, dengeli güçlerin birbirini kontrol etmesi ile sağlanır…

 

Ülkelerin coğrafyasının jeopolitik kavramları doğurduğunu söylemiştik. Rusya’nın Ukrayna harekatı aslında budur. Daha fazla, hele Moskova’ya çok yaklaşan Batı'nın yumuşak karnı olan Ukrayna'nın NATOya girme çabası diğer yumuşak karnı olan Kırım yarımadasının güneyindeki NATO ülkesi Türkiye’nin olması ile güvenliğini çok tehdit eder bir duruma geleceği endişesini yaratmıştır.

 

Özellikle Avrupa ve Asya'da tüm bu askeri ve siyasal değişimlerin başlangıcı Napolyon harplerine kadar gitmektedir. Balkan Savaşı, 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı yanlış yapılan barış antlaşmaları ile bitmeyen bir savaşlar zincirini oluşturdu. Bugünkü huzursuzluğun en büyük nedeni budur.

Şimdi deniyor ki Rusya, Ukrayna 'ya harekatı yapmayacaktı. Doğru. Peki ABD’ye ne demeli? Paralı asker gücünü kullanarak Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında devletlere müdahale etmedi mi? Büyük güçler, güçlerine güç katmak için buldukları yemleri harcarlar. ABD ve Rusya için de bu böyledir. Ukrayna bir araçtı. Amaç neydi? Büyük güçlerin güçlenmesi için kan bulmaktı. Oldu.

 

Artık dünyayı soğuk savaştan bile daha sıkıntılı günler beklemektedir. Bana göre 3. Dünya Savaşı’nın hazırlık savaşları yapılıyor. Ülkeler ve bloklar birbirlerini deniyorlar. Saflar belli olmaya başlıyor. Belirttiğim gibi Rusya’nın yumuşak karnı Ukrayna 'dır. Ukrayna’dan ve Kırım yarımadasına yapılacak bir amfibi harekat direk Rusya'nın kalbine gider. Rusya bunu 1854 Kırım Savaşı’nda yaşadı. Önemli olan Türkiye'nin durumu. Ukrayna krizi aslında Türkiye'nin yeniden milli stratejisini ele alarak gelecekte neler yapabileceği yönünden önemli bir uyarıdır. Çünkü Türkiye, Azerbaycan hariç tüm komşuları ile sorunludur. Üstelik Güney sınırlarında ABD ve Rusya’nın askeri gücü ile sözde Kürt devletleri kurma aşaması vardır. KIBRIS hala Dünya’ya anlatılamayan bir milli sorundur. Özellikle Yunanistan sorunu ile karşımızda AB vardır. Türkiye'nin bulunduğu jeopolitik konumu ile milli menfaatlerini korumak için ne yapmalıdır? NATO ittifakında ama ittifak üyesi Yunanistan ve eski stratejik ortağımız ABD ile sorunlu. AB katılım sürecinde Kıbrıs ve Kürt sorunu hem ülke içinde hem de sınır ötesinde çözülmeyi bekleyen siyasi / askeri sorunlar… Rusya ile her zaman dikkatli bir siyaset yürütmenin haricinde Güney sınırlarımızda tıpkı ABD gibi komşu olmamız ve ayrılıkçı grupların desteklemesi. Arap ülkelerinin belirsiz tutumları ve ABD'nin politik ağırlığı. Ayrıca ABD'nin Yunanistan'daki üsleri. Karadeniz’in NATO denizine çevrilmek istenmesi. Aslında adı konmadan Türkiye’de bir yerde Rusya gibi kuşaklanıyor… Tüm bunlar ülkemizin dahada bağımsız bir siyaset izlemesine neden olacak.

 

Bağımsız siyasetin temeli ekonomik bağımsızlıktır. Buğdayın %65'ini ve sanayi / konut için doğalgazı Rusya'dan alıyorsak NATO içinde alınan kararlarda Rusya'yı karşımıza almakta zorlanırız.

 

Coğrafyanın bize dikte ettiği jeopolitik avantajımızı dışa bağımlılık oranında sağlıklı bir şekilde kullanabiliriz. Aksi takdirde özellikle de ABD'nin kendi menfaatlerine hizmet etmiş oluruz. Ülkemizin jeopolitik konumu avantaj sağladığı gibi dezavantajlarınıda beraberinde getirmektedir. Dünya coğrafyasında böyle bir konumda bulunan ülke yoktur. ATATÜRK, aynı coğrafyada bu günden daha zayıf bir ekonomik ve askeri güç olarak bulunurken uyguladığı dış ve tam bağımsız yaşama için izlediği politika sayesinde, Montrö anlaşması, Hatay'ın alınması gibi önemli siyasi olayları başarabilmiştir. Komşuları ile karşılıklı menfaatlere dayalı bir siyaset izlemiştir.

 

Özellikle Batı dünyasını iç işlerine karıştırmadan dengeli bir dış politika izleyebilmiştir. Çünkü ATATÜRK geçmişteki siyasi tarihimizi çok iyi biliyordu. Onca kötülüklere rağmen Yunanistan ile dostluk seviyesinde bir politika izlemesi, başka ülkelerin iç işlerine karışmadan ama kendi siyasi düşüncesine ayak uydurtan bir politika izlemiştir. Balkan Antantı en güzel örnektir.

 

Attığı tam bağımsız siyasi temellerin 2. Dünya Savaşında kendi menfaatlerini koruyarak savaşa girmemekteki kararlı tutumu bağlantısız tarafsız bir dış politika sayesinde olmuş ve tüm baskılar boşa çıkmıştır.

 

Türkiye bölgesinde merkez ülke olmak istiyorsa bağımsız bir dış politika izlemelidir. Bunun içinde ikili anlaşmalar ve NATO içinde farklı politikalar üretmesi gereklidir. Türkiye, tüm NATO ülkeleri içinde tehdide en yakın ve en riskli bir ülkedir. Bunun bedeli standart anlaşmalar ayarında olmamalıdır.

 

Komşumuz Rusya ve Batı dünyası ile ilişkilerimizi bu iki grubun birbirleri ile çekişmesine göre ayarlamamız gereklidir. Saygın ama dengeli ve de bağımsız. Her zaman sırat köprüsünde yaşadığımızı unutmamamız gereklidir. Artık kaybedecek bir vatanımız yok. Ulusal çıkarlarımız neyi gerektiriyorsa o devlet çıkarlarımız doğrultusunda dostumuz olmalıdır. Uluslararası ilişkilerin esası şudur; "Ebedi düşmanlık vardır ama ebedi dostluk yoktur. Ulusal çıkarlar vardır. ‘’Düşmanlıklar unutulmaz ama ulusal çıkarlar doğrultusunda yastık altında durur. Türkiye'nin ATATÜRK dönemi ayarlarına günümüzün koşullarına uyum sağlayacak şekilde dönmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

Ukrayna olayı bu nedenle önemli. Emperyalist ülkelerin çıkarları uğruna harcanan bir bir ülke. Coğrafyasını başkalarının menfaatlerine kullandırmak zorunda olan bir Ukrayna. Ders alınmalıdır. ABD Kapitalizmi ve Rus çarlığı emperyal bir politika izler.

 

Türkiye kadim bir devlet tecrübesine sahip ve köklü bir tarihi olan sayılı ülkelerden birisidir. Okuduğum okulun kuruluş tarihine yakın bir tarihte dünyadaki bağımsız ülke sayısı 20’yi geçmiyor ve dünya Türk imparatorluğu dahil 5 imparatorlukla yönetiliyordu. Bu gerçeği dikkate alarak dış politikalar üretmemiz kadim bir devlet olarak çok daha kolay olacaktır düşüncesindeyim. Bölgemizde merkez ülke olabilirsek sorunlarımız komşularla birlikte başka mahallelerden gelenler ile değil kendi aramızda çözebiliriz diye değerlendirmekteyim.

 

Ukrayna savaşı bize bir savaş durumunda neler yapmamız gerektiğini de hatırlattı. Tarıma yeniden sarılmalıyız. Enerji temininde çoklu ortak bulmak zorundayız, dış politikamızda ülkemizin menfaatlerini korumak için tarafsız ve bağımsız politika izlemeliyiz, zorda olsa dışa bağımlılığımızı asgari düzeye indirmeliyiz. Özellikle dijital, banka ve telekominikasyon alanlarında.

 

Bir kar yağdığında, iki günlük sokağa çıkma yasağında ve ayçiçek yağının stokta yok fısıltısının yarattığı kargaşayı bir savaş durumunda nasıl karşılayacağız? ‘’Barış Zamanı’’nda kuyruğa girme özürlülüğümüz o zaman ne olur? Şimdiden sivil savunma planları, tahliye planları, şehir savunmaları ilk yardım gibi konularda eğitimler verilmeli ve planlar yapılmalı, varsa da güncelleştirilmelidir. Kanaatimce bundan sonra bölgesel olayların çoklaşacağı ve Emperyalist ülkelerin gereğinde ülkemizi aynı Ukrayna olayı gibi yalnız bırakılabileceğimiz düşünülmelidir. Hamasetten uzak mantıklı düşünme zamanıdır. Bugün renk tenine ve sayıya göre mülteci kabul eden ülkelerle mukayese yaptığımızda bu konuya biraz daha düşünerek bakmamız gereklidir. Sayısal çoğunluk her zaman ulusal kimlikte kültür ve ayrışma politikası oluşturur. Özellikle topraklarımızda gözü olan Suriye'nin gelecekte bu mültecilerle yakın ilişki kurabileceği var sayılmalıdır.

 

Demem o ki; stratejik kurum ve kuruluşları yeniden gözden geçirmek ve milli kaynaklarla gelişmemizi dışa az bağımlı olarak sürdürecek stratejiler üretmeliyiz.

 

Rehberimiz; ATATÜRK'ün çizdiği yolu çağdaş yöntemlerle geliştirmek ve yürümektir.

google