TÜNELLER VE İÇİNDEKİLER
01 Kasım 2019, Cuma 13:33Günlerdir TV'lerde izliyoruz. Haberlerde, tartışma programlarında, hatta gazetelerde haber /konu/tespit olarak karşımıza çıkıyor. Barış Pınarı Harekatı'mızda terörden temizlenen yerlerdeki yerleşim alanlarının altında, yüzlerce kilometrelik birbirleri ile bağlantılı tüneller tespit edilmiş. Güvenlik güçlerimiz bu tünelleri imha ederek temizlik çalışmaları yapıyor. Ve bu çalışmalar, bu yazının yazıldığı an itibari ile halen devam ediyor.
Ne zaman biteceği ise şüpheli. Verilen bilgilere göre, tüneller boyunca giriş ve çıkışları da dahil olmak üzere yerleştirilmiş olan EYP ( El Yapımı Patlayıcılar ), mayınlar, tuzaklar vs. nedeni ile bir süre daha devam edecek.
Ve bir başka tünel haberi de bir kaç gün önce tüm dünyaya canlı yayında duyuruldu.
İdlib'de ABD'nin yaptığı gece operasyonu ile DEAŞ lideri Bağdadi kaçmak için girdiği tünelde öldürüldü. Açıklamayı ABD Başkanı Trump tüm dünyaya canlı yayında açıkladı.
Ne tuhaf! Tam da, Devletimizin denizinden, karasından komşu olduğu, deniz aşırı dostlarımız da dahil sözüm ona bütün "müttefiklerimizin" cansiperhane bütün engellemelerine, siyasi ve ekonomik bütün tehditlerine rağmen, "tek başına" yaptığı "Barış Pınarı Harekatı"ndan sonra.
Tam da okyanus ötesinden 10.000 km uzaklıktan, okyanusları, denizleri aşarak, sözüm ona ulusal güvenliğini öne sürerek, Suriye topraklarına terörle savaşmak adına geldiğini söyleyen ABD, petrol olan bölgeler hariç, bu topraklardan çekileceğini söyledikten sonra!
Ve ne tuhaftır ki, Dünyanın en büyük teknolojik gücü ABD ve "doğal müttefikleri", yıllardır bulamadığı DEAŞ liderini, tam da ABD'de seçim yaklaşırken gerekli olan oyları bir yerde konsolide etmek/toplamak gerekirken ve kendi meclisini çekilmeye ikna etmek zorunda olduğu bir süreçte "o suçluyu buldu ve cezasını verdi"!
Her şey bir yana, Dünya üzerindeki bütün dijital/elektronik yazışmaların, takiplerin, gözlemlerin yapıldığı siber platformları " özel sektör" görünümündeki, " silahsız kuvvetleri" aracılığı ile kontrol ve takip etme imkanına sahip tek ülke konumundayken, infaz gününe kadar bulamamış olması da enteresan! Bunca yıl arayıp durduğu, yaptığı terör eylemleri ile, propogandaları ile, barış dini olan İslam ve Müslümanlık ile yakından uzaktan ilgisi olmayan, bugüne kadar yapmış olduğu eylemler sırasında, Dünya üzerinde hiç saldır(a)madığı, tehdit etmediği/edemediği, sadece yanlışlıkla attığını söylediği bir roket nedeniyle tek bir devletten, İsrail'den özür dilemek zorunda kalan (!) bu örgütün liderini, buldu ve yoketti. Yani bir bakıma, bizim topraklarda denildiği üzere; öküz öldü, ortaklık bozuldu.
Güzel bir "sinema" konusu. Müthiş bir kurgu. Dünyadaki izlenme oranını bilemem ama, yapım bakımından prodüksiyon, sahne kurulumları, platoların geniş bir coğrafyaya yayılması, başrollerde onlarca kişiliksiz/karaktersiz oyuncu, yüz binlerce figüran, "tek bir senarist" ve 7 (yedi) farklı yönetmenle nihayet serinin dördüncü filmi bitirildi. Hatırlarsanız, bu serinin ilk üç filmi sırasıyla; İran-Irak Savaşı, Irak'ın Kuveyt'i İşgali, ABD ve Koalisyon Güçleri'nin Irak'ı İşgali. Ve nihayet sonuncusu,Arap Baharı ve Suriye.
Suriye serisinin, Arap Baharı ile birlikte, hangi aşamalardan geç(iril)erek nihayete varacağını, eğer ömür yeterse, devam niteliğinde yapılacak diğer "filmlerde" hep birlikte izleyeceğiz. Çünkü, ilk üç filmde parçalanma, dağılma ve bölünme için gerekli ortamın oluşturulması, rollerinin gereği safların netleşmesi ve toplumların çatışma odaklı dizaynı yapılmıştı. Ancak, ah işte o "esas oğlan", kendi repliği ile devreye girmeseydi iyi olacaktı. Ama olmadı işte. O "esas oğlan" şimdilik oldurmadı. Filmin bütçesi ve bitiş aşaması biraz uzadı gibi.
Filmde verilmek istenen "ana fikir" biraz örtülü de olsa, aslında açık ve net olarak dikkatle izleyenler için rahatlıkla bulunabilir, anlaşılabilir. Bu filmlerde kullanılan "dil" de bir o kadar önemliydi. Özellikle "düşman" olarak lanse edilen, aslında tarihsel gerçeklikten uzak bir hüviyetle, tam da "empoze edilmek istenen" ve "tüm dünyanın şuur altına işlenen" mesaj/algı/bilgi de hemen hemen sağlanmış durumda.
Nedir bu mesaj: "İslam Dünyası, halkları inandıkları inanç ve değerleri ile, sürekli Batı Dünyası'na ve medeniyetine saldırıyor, insanlık adına suç işliyor". Zaman zaman bu "düşmanın" adı, Latin alfabesinden seçilen harflerle değişse de, mağdur olan hep Batı ve onun değerleri. Hatırlarsanız Barış Pınarı Harekatı'mızda, YPG-PKK terör örgütü, Türkiye'nin bilinçli olarak bu operasyonu sırasında kiliseleri yakıp yıktığını, Kürtleri ve Hıristiyan dinine mensup sivilleri de katlettiği yalanını yaymıştı, onlarca yalanının yanında. Bu yalanların tamamı, Batı toplumunu ve ülkelerini, tek bir tarafta konsolide etmek/birleştirmek için yapılmıştı. Ve fakat, bir de her filmin görünür mesajının yanında, aslında bir de görünmeyen, "teoloji" biliminde sık kullanıldığı şekli ile "batini" bir mesajı da vardır. Okuyabilene, görmek isteyene, anlayabilene!
Güzel bir çalışma, güzel bir seri. Pek keyifli olmayan sahneler oldukça fazla olsa da, hala gişe yapması ve "izlenmeye" devam edilmesi, özellikle de bu filmlerin çekildiği yerlerde, garip bir şekilde bir sonraki bölüm nasıl olacak türden, basiretsiz ve gevşek bir şekilde, sorulması gereken sorular sorul(a)madan beklenmesi de, üzerinde önemle ve dikkatlice durulması gereken türden. Veya soruluyor (muş gibi ) olup da, ortak bir cevap üzerinde anlaşılmaması, aynı girdabın çevresinde dönüp durulması ve "saf saf" bakılması da ayrı bir gariplik ve garabet olarak karşımızda duruyor.
Biliyorum. Belki de bir çoğunuz, son 40 yıldır ( öncesini dahil edersek son 120 yıldır ) Ortadoğu'da ve çevresinde yaşanan bu olaylarda, yüz binlerce insanın öldüğü, milyonlarca insanın yerlerinden yurtlarından sürgün edildiği, milyonlarca "hayatın" söndürüldüğü, böylesi bir insanlık dramının böylesi bir dilde anlatımını nasıl yaptığımı sorguluyor olabilirsiniz. Elbette ki, insani ve vicdani açıdan, yüreklerimizi dağlayan bu vahşilikleri yapanları lanetleyen bir yüreğe/düşünceye, ben de sahibim. Ama benim açımdan bu bir "oyun" ve bir "sinema". Acılar ve sonlar ne kadar kahredici olsa da, ne kadar gerçek olsa da. Başkalarının yazıp, yönettiği ve bizim de, içinde bulunduğumuz coğrafyadaki insanlara/toplumlara/halklara oynat(tır)ılan ve seyrettirilen, emperyalist sömürge düzeninin merkezi güçleri tarafından kurgulanan bir "oyun" bu.
Farklı boyutları ile açıklamaya çalışacağım.
Tünellerden bahsetmiştim yazımın başlarında.
Tüneller insanlık tarihi boyunca, farklı ihtiyaçlar, farklı nedenler için açılmıştır, kullanılmıştır. Kimi zaman ulaşım için trenlere, otomobillere yol olmuştur. Kimi zaman da ekinlere, topraklara bereket olsun diye, nehirlere, derelere, sulara yatak olmuştur. Ve sıklıkla da insanların hep birlikte dil, din, ırk ayrımı olmadan huzurla/güvenle/kardeşçe yaşadıkları yerleşim yerlerinin alt yapılarında, bu tüneller kanalizasyon olarak atık sular için kullanılmıştır. Ve bazen de savaşlarda, karşı karşıya savaşanlar, birbirlerine tuzak kurmak adına tüneller açmışlardır.
Yollar, sevdiklerimize ulaştırır. Sular, toprağı bereketlendirir. Kanalizasyon ise adı üstünde, görmeye dahi tahammül edemediğimiz "pislikleri" taşır.
Bir milletin/halkın/toplumun ve yaşadığı devletin değerlerinin altında, yüzlerce yıllık süreç içinde kanalizasyon benzeri tüneller açılırsa, o tünellerin içinin dolarak yayacağı koku ve dışarı vereceği pislik, nihayetinde an gelir taşar, patlar ve dışarı vurur. O tünellerden patlayarak etrafa saçılır. Ve temizliği onlarca yıl devam eder. Bu arada, temizliği nasıl yaptığınıza bağlı olarak, etrafta/çevrede onlarca yıl, o pisliklerin artıkları ve kokusu da kalabilir.
Nasıl, ne zaman, ne şekilde açılır bu tüneller?
Bu tüneller bir kaç yıl içinde açılmaz. Onlarca yıl boyunca, ince ince yapılan hesap işleri gerektirir. Toplum mühendisliği denen, her türlü kirli senaryoların yazılıp, rollerin paylaştırıldığı, zamana bağlı olarak, durum ve şartlar gözetilerek, içerde bu hesaplara uygun "namert ve hain" kişilikli ameleler bulunarak açılır. Bu tüneller, aşağıda bir kaç örneği olan farklı yol ve güzergahlar kullanılarak açılır. Ve bu tüneller, tıpkı bir kurdun bir canlı bünyeyi kemirerek oyması gibi, devletin/ülkenin/milletin birliğini, bütünlüğünü ve beraberliğini kemirerek oyar, zayıflatır ve gün gelir sağlam olan zemini çökertir, yok olmasına neden olur.
Bu tüneller; uluslararası siyasetin, sömürgeyi kendi yaşam alanı için bir hak gören emperyalistlerin, askeri ve sivil istihbarat kuruluşlarının, bunların PR ve iletişimini yapan, yalan/yanlış/iftira haberlerle hedef ülkenin/devletin kamusal değerlerini bozmak için çaba gösteren, ulusal ve uluslararası yazılı ve görsel medyanın, Sivil Toplum Kuruluşları görünümlü fikri ve vicdanı kara Yıkıcı Toplum Mühendislerinin "kirli ve pis" , ortak tek bir amaç için yapılan bütün ahlaksız ilişkileri çerçevesinde, iç siyasetteki zayıf ve gerekli "tarihsel okumayı" yapmaktan aciz, "bilinçli oluşturulmuş yetersiz güç birliğinde", devşirilmiş kişiler tarafından, bünyesinin kemirilmesi için çalışılan devletlerde/ülkelerde açılır.
Bu tüneller;
1- Milletin/halkın/toplumun içinde; etnik ve dini çatışmalarla, kin ve nefret tohumları ekilerek, gerçek olmayan yalan ve söylemlerle ikilikler yapılarak, sen-ben/ siz-biz kavgası çıkarılarak,
2- Milletin/halkın/toplumun milli-manevi değerleri, kamusal bütünlüğü; devşirme ajanlar/kurumlar/organizasyonlar rehberliğinde, turuncu-mor-kırmızı devrim gibi söylemlerle, bozulmaya çalışılarak,
3- Barış havariliği görünümünde; milleti/toplumu/halkı, çevresinde, yaşadığı bölgede/coğrafyada, gelişen olaylara karşı duyarsız/tepkisiz yaparak,
4- Her din ve inanç kültüründe; inancında samimi kişiler üzerinden, her türlü oyunun tezgahlanıp, iftira ve kumpaslarla, fitne ve fesat çıkarılarak, yazılı/görsel/işitsel medya kanalları ile, asılsız itham ve iddialar ileri sürülüp, dini değerler yıpratılarak,
5- Milletin/halkın/toplumun kutsal değerleri üzerinden; din sömürüsü yoluyla, kişisel menfaat elde edilmesine yönelik illegal çalışmalar yapılarak, Devletin ilgili kurumlarının, bu illegal çalışmalara karşı etkisiz ve işlevsiz bırakılması ile denetim ve otorite boşluğu oluşturulmasına neden olarak,
6- Ülkenin/devletin, hayati öneme haiz kurum/kuruluş/organizasyon vs yapı ve teşekküllerine, emperyalist odaklara hizmet eden yerli-yabancı, sivil-askeri casusların sızmalarını engellemeyerek, bu tür sızmaları önleyecek karşı tedbirleri almayarak,
7- Milletin/halkın/toplumun geleceği olan nesiller üzerinde; her türlü misyonerlik faaliyeti ile, fikir ve inanç işgalleri yapılarak, kendi milletine/halkına/toplumuna yabancı, kendi değerlerinden kopuk/uzak nesiller yetiştirilmesine göz yumularak, bu tür çalışmalara karşı gerekli tedbirleri almayarak,
8- Milletin/toplumun/halkın geleceğini oluşturacak nesillerin eğitiminde; basiretsiz, zamanı kurtarmaya dönük plan-programlarla, eğitim alan gençlerin/çocukların zamanın gerektirdiği bilgi ve donanımdan uzak kalmasına neden olarak,
9- Zamanın gerektirdiği şekilde, ülke/devlet/millet için öncelikli olan konularda; kendi milli ve manevi değerlerinden kopuk, toplumun kültürel olarak savrulmasına neden olacak uygulamalara engel olabilecek etkili kanunların oluşturulmaması nedeniyle, dışarıdan dayatılan plan-programlara boyun eğerek, kültür emperyalizmine karşı milleti/halkı/toplumu savunmasız bırakarak,
10- Milletin/halkın/toplumun milli ve manevi değerleri ile barışık, saygılı, basiretli, liyakat sahibi, eğitimi ve donanımı ile işinin ehli kişileri, olması gereken konum ve yerlerde bulundurmayarak,
11- Milletin/halkın/toplumun milli ve manevi değerlerini, önceliklerini, hassasiyetlerini bilmeyen, adeta bu değerlere kin ve düşmanlık besleyen, nefret söylemleri yayan kişileri, siyasi partilerin/kurumların/kuruluşların, derneklerin, vs içine alarak,
12- Kamunun/milletin/toplumun/halkın yönetiminde sorumlu olanların; mezhepçilik, ırkçılık, hemşericilik, ahbapçılık, akrabacılık, partizancılık, ideolojik siyasi yandaşçılık yaparak, millet/halk/toplum nazarında, onların güveninde/itimadında yaralar açarak,
13- Ülkede, sosyal adaleti bozacak şekilde uygulamalara göz yumarak, sosyal adaleti tam ve eksiksiz yapacak, kalıcı ve sürekli olmasını sağlayacak çözüm yollarını görmezden gelerek,
14- Milletin/Devletin uzun yıllar boyunca bin bir türlü emek ve zorlukla elde ettiği, millete/halka/topluma ait ekonomik değerleri, daha da ileri safhalara taşıyacak plan ve programları geliştirmeyerek, bu değerleri gözden çıkararak,
15- Tarihin bir süreklilik getirdiğini ve tarihten ders alınması gerektiğini, emperyalist güçlere boyun eğmemek için, devlet aklı ile hareket edilmesi gerektiğini göz ardı ederek,
16- Adaletin, milleti/halkı/toplumu oluşturan her bir bireye eşit ve aynı şekilde/derecede uygulanmasını göz ardı ederek, ayrımcılık yaparak,
17- Milletin/halkın/toplumun yönetimi için oluşturulan her türlü meclis/organ/yapı/kurum ve kuruluşların içinde, milletin birliği ve bütünlüğüne halel getirecek şekilde, emperyalist sömürge odakları için kullanışlı, yeteneksiz/şahsi ikbal peşinde koşan/çıkarcı/donanımsız/eğitimsiz/temsil kabiliyeti olmayan ve tepeden inme kişileri bulundurarak,
18- Bir ülkenin/vatanın/devletin egemenliği, özgürlüğü ve tüm Dünyaya karşı kendi ayakları üzerinde dik durmasını sağlayacak milli ekonomi, milli tarım, milli sanayi, milli teknoloji, milli üretim gibi kavramların oluşturulması ve işler hale getirilmesi amacıyla gerekli çalışmaları yapmayarak,
19- Ve daha onlarca, devletin/ülkenin bekası için, milletin/halkın/toplumun birliği, beraberliği ve bütünlüğü için, yapılması gerekenleri yapmayarak, açılır.
Bu tüneller/hendekler, kendi coğrafyalarında var olma mücadelesi veren devletlerin/ülkelerin ve milletlerin/halkların/toplumların, ayaklarını sağlam basmaları gereken zeminin altını oyar, birlik ve beraberliklerinin içini boşaltır. Bu tünellerin açıldığı; Orta ve Latin Amerika'dan-Afrika'ya, Ortadoğu'dan-Asya'ya, Balkanlar'dan-Doğu Avrupa'ya ve Kafkasya'ya kadar yer alan ülkelerin ve devletlerin yanı sıra, devletin ve ülkenin varoluş nedeni olan milletlerin/halkların ve toplumların, bugün ne durumda olduklarını, hangi güç odaklarının, hangi emperyalist güçlerin elinde birer oyuncak ve ekonomik/sosyal/siyasi/askeri ve kültürel bakımdan nasıl kontrollü birer esir haline geldiklerini/getirildiklerini rahatlıkla görebiliriz. İşte son yıllarda, Mısır, Cezayir, Libya, Tunus, Suriye, Irak, Lübnan, Sudan, Somali, Yemen, Afganistan, Pakistan, Hindistan, Malezya, Bolivya, Şili, Meksika, Venezuela'da yaşananlar ortadadır. Bu yaşananlar, 100 yıl önce olduğu gibi, bugün de yaşanmakta, yarın da ve yıllar sonra da yaşanacaktır. Bu ülkelerde yaşayanlar, yukarıda saydığım "kanalizasyon tünellerinden" bir kaçını veya tamamını, kendi ülkelerinin "birlik ve beraberlik" zemininde açtırdıkları için, göz yumdukları için bugün bu haldedirler.
Bu tüneller, ya içerden milletinden/toplumundan/halkından bihaber olan hainler tarafından açılır, ya da bu hainlerin güç yetiremediği anlarda, dışarıdaki fikir babaları olan, bu hainlerin tasmalarını/yularlarını ellerinde tutan emperyalist sömürgenlerden de gerek danışman/uzman görünümünde personel/kişi bazlı, gerekse kartel/tröst/global yapı görünümünde finansal/lojistik bazlı, gerekse de BM, NATO şemsiyesi altında askeri sözüm ona güvenlik sağlama bazlı destek alarak, ince ince çalışılarak, yıllar içinde yavaş yavaş açılır.
Bu tünellerin açılması ile beraber, onlarca yıllık süreç içinde, tünellerin içinin bu pisliklerle dolması ile orantılı olarak, artık esir alınacak milletler/halklar/toplumlar için yazılan oyunu sahnele(t)melerini, oynamalarını/oynatmalarını bekleyebilirsiniz! İşte, bizim de içinde bulunduğumuz, bölgenin/coğrafyanın toprakları üzerinde yaşayan milletler/halklar/toplumlar için açılan, bu içi pislik dolu tüneller, "tarih tekerrürden ibarettir" deyimini doğrulatırcasına, yine etrafa kokularını, pisliklerini tekrar yaymaktadır. Hem de tüm Dünyanın gözleri önünde, uzunca bir süredir!
Ben o yüzden, İdlib'de ABD tarafından bir tünelin içinde öldürülen Bağdadi'nin, (Ki, ne tuhaftır El Kaide lideri Usame Bin Ladin gibi, DEAŞ lideri Bağdadi'nin de cesedi ortada yok.) ölümü ile aslında bize ayrıca, "tarihi nasıl ve ne şekilde okumalıyız" dersi verdiğini düşünüyorum.
Trump, bu ölümle ilgili olarak yaptığı açıklamada; "kaçacak yeri yoktu, çünkü biz tünelin giriş ve çıkışlarını tutmuştuk" demişti.
Halbuki, o ölüm tünelinin mutlaka gözden kaçırılan, üstü örtülen bir çıkışı vardır. Dikkatli bakılırsa, "okuma doğru yapılırsa" bir kaç çıkışı dahi bulunur. Ya Atlantik ötesi kıyılara, ya Avrupa kıyılarına, ya da İdlib'in hemen biraz altında, Zeytin Dağı'na çıktığını görebilirsiniz.
Eğer, "bir ve bütün" olarak güçlü bir karşı duruş ortaya koyulmaz ise, bu tünellerin sonu; bir millet için, bir halk için, bir toplum için mutlaka "yokluktur", "hiçliktir", "bağımsızlığın kaybı" ve hatta "gelecek nesillerinin yok oluşudur, ölümüdür".
Ülkemiz, Devletimiz geçtiğimiz yıllarda bir başka önemli operasyon yapmıştı. Güneydoğumuzda yapılan bu operasyonda, birliğimize ve beraberliğimize oyuk oluşturması için açılan hendekler-tüneller ile, Suriye'de ve hatta Kuzey Irak'da açılan tüneller, aslında birbirleri ile kesişen, birbirine yol olan tünellerdir. Ve bu bağlantılar bölgenin tamamında birbirleri ile kesişmektedir.
Suriye'deki bu tünellerin yapımında kullanılan demir, çimento, mühendislik gibi desteği/lojistiği/malzemeleri sağlayan denizaşırı ülkeler ile, ülkemizin/devletimizin birliği ve bütünlüğü altında, milletimiz/halkımız/toplumumuz aleyhine tünel kazmaya çalışan, hendekler/oyuklar açmaya çalışan hainlerin, fikren ve zikren göbekten bağlı olduğu "strateji oluşturma, geliştirme ve uygulama" yerlerinin merkezleri de aynı denizaşırı ülkelerdir.
Görebilene, anlayabilene, "temiz akıl ve temiz vicdan" ile okumayı doğru yapabilene, tünelin ucunda daima ışık olur. Yeter ki o tünellerden çıkmayı istesin.
Bize düşen nedir peki?
Elbette ki, kendimize bütün bir millet/halk/toplum olarak, çeki düzen vermeliyiz. Demokrasi içindeki söylemlerle, demokratik yaşamın saygı sınırını aşacak şekilde, at izi ile it izini birbirine karıştırmamak elzemdir. Varsa açılmış olan içi pislik dolu tünelleri, açılması muhtemel kirli tünelleri, ideolojik siyasi görüş farklılıklarını bir tarafa bırakarak, görmek/görebilmek ve acilen hep birlikte kapatmak/kapatabilmek zaruridir. Yeter ki şu görüş, bu görüş demeden, yeter ki sen/ben demeden, tıpkı Kurtuluş Savaşı'mızda olduğu gibi, tıpkı Türkiye Cumhuriyeti'mizi kurduğumuz gün gibi "biz" olarak, "biz" diyerek.
Bu ülkeyi; bayrağı ve devleti ile, kendileri ve gelecek nesilleri için vatan, yurt toprağı, ana yurdu gören, Türk, Türkmen, Laz, Kürt, Çerkez, Tatar, Boşnak, Arnavut, Pomak, Arap, Gürcü, Tatar, Ermeni, Rum, Yahudi, Süryani, Yezidi, Sünni, Alevi, Şii, vs kim olursa olsun sen-ben demeden, Allah'a inanan ya da inanmayan ayrımı yapmadan, dil, din, ırk farkı gözetmeden, bunu diyenlere karşı "tek vücut", "tek yürek", "tek devlet", "tek bayrak" olalım. Bu iradeyi, kararlılığı ve inancı göstermek, bugünümüzü ve geleceğimizi yıkmak isteyenlerin yaydığı bu fitnenin, bu zehirin panzehiridir.
Elimizdeki "tek ve biricik vatanımızı", göbek bağları dışarıda olan kanalizasyon tünel kazıcılarına, günümüzün "Dijital Lawrenceleri'ne" kurban etmeyelim. Bu fitnenin, bu yılanın başının ezilmesi için yapılması gereken şey, yol bulacağı kanalizasyon tünellerinin tıkanıp, kapatılmasıdır.
Bunu, TBMM çatısı altında yapması gerekenlerden beklemek de, bu milletin/toplumun/halkın anasının ak sütü gibi helaldir, en kutsal hakkıdır. Çünkü bu millet, bu toplum, bu halk ödemesi gereken bedelleri tarih boyunca fazlası ile ödedi. Ve kendisine binbir hile ve kumpasla dayatılacak dahili ve harici oyunları kabullenmeye ise, zerre tahammülü yoktur.
Ve Anadolu'su ile Trakya'sı ile kan dökerek, bedel ödeyerek yurt edindiği bu topraklarda, Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğinde kurulan "Türkiye Cumhuriyeti'nin" şemsiyesi altında, bir bütün olarak yaşayan ve bu minvalde yaşamaya devam edecek olan Türk Milleti'nin, bin bir türlü oyunlara, fitnelere rağmen, ayağını yere sağlam basmasına neden olan "birlikte yaşama gücü ve dirayetine", "milli ve manevi değerlerine" yaslanarak, "akıl ve ferasetle" bu oyunları yıkmak/bozmak için, iradesi, azmi ve kararlılığı tamdır.
Bu ülke, bu Cumhuriyet kolay kazanılmadı.
