Tersane İstanbul ve Contemporary İstanbul Yan Yana
08 Ekim 2021, Cuma 16:50
Contemporary İstanbul’un bu yıl Haliç’te yapılıyor olması bana çok anlamlı geliyor. Bir çağdaş sanat fuarında yeni ve taptaze gençler “trendsetter” olmak istiyorlar, hevesliler, umutlular; sanatseverler ise değişik saiklerle eserleri incelerken diğer yandan yeni çehresiyle yaşam kültürümüzü zenginleştirecek olan Tersane İstanbul’u keşfediyorlar. Biz de Yıldız Holding olarak adeta bu zamanlar üstü mekanda, iki farklı kuşaktan iki önemli sanatçıyla; Ekrem Yalçındağ’ın düzenlemesiyle Burhan Doğançay ve Ekrem Yalçındağ’ın eserlerinden oluşan bir koleksiyon seçkisi sunuyoruz. Contemporary İstanbul Yıldız Holding standında iki farklı kuşaktan, iki önemli sanatçının dialoğuna tanıklık ediyoruz. Ekrem Yalçındağ’ın bir tür “bağlamsal” düzenlemesiyle sanat severlerle buluşan sergimiz hem neşeli, hem renkli, hem de sergileme pratikleri açısından da ilginç önermeleri hatırlamak için bir vesile oldu.
Bu sene fuarın Tersane İstanbul gibi muhteşem bir tarihi alanda yapılması çok hoştu. Size önerim bu tarihi doku içerisinde sanat gezinizi yaparken arada bir kahve için mola, verin, karşınızda tüm ihtişamıyla yatan tarihi yarımadayı, geçen yelkenlileri , ve Haliç’i izleyin. Eminim size iyi gelecek. Ali Güreli ve Fettah Tamince'yi kutluyorum. Yıllarınca uğraşısı ile sebatla bugün Contemporary İstanbul Sanat Fuarı 16 yaşında. Bu kez Haliç Tersanesi’nde konumlanan fuar, hem tarihsel, hem de kültürel açıdan çok katmanlı bir bölgede sanatseverlerle buluşuyor.
Tersane İstanbul 15.yüzyıldan kalma bir yapı. Haliç tersanesi yapıldığında çağının getirdiği tüm teknolojik imkanların zirvesindeydi. Bu bakımdan o devirde çağdaştdı. Yani Tersane İstanbul oluşumu gücünü geçmişten Tersanei Amire'den almışken ilham gelecekten... Gelecek ve geçmiş kavramlarının kesiştiği bu önemli proje kendini zamandaki yerini, tarihin ruhunu taşıyan mekanda çağdaş eserlerle güncel bir biçimde ortaya koyacak.
Biz ise Yıldız Holding olarak adeta bu zamansız mekanda, iki farklı kuşaktan iki önemli sanatçıyla; Ekrem Yalçındağ’ın düzenlemesiyle Burhan Doğançay ve Ekrem Yalçındağ’ın eserlerinden oluşan bir koleksiyon seçkisi ile fuara katıldık.
Sergiden bahsetmeden önce Tersane İstanbul'u detaylı incelemek isteyenler için faydalı olacağını düşündüğüm bir link paylaşıyorum. https://tersaneistanbul.com.tr/tr/blog/tersane-i-amirenin-kisa-tarihi
Bu kıymetli tarihi alan Fettah Tamince ve ekibinin yoğun çalışmaları sonunda Tersane İstanbul projesiyle beşyüzyıl sonra yeniden halka açılacak. Tamamlandığında otelleri,AVMleri, sinema, sergi ve müzelerden oluşan eğlence ve sosyal alanlarıyla tarihi yarımadanın değerini artıracak bir proje. Ayrıca 83bin metrekare tescilli yapı restore edilerek kamunun kullanımına sunuluyor. Özveri ve çaba gerektiren bir iş ama sonucun İstanbul’umuza iyi geleceğine inanıyorum. Altta Tersane İstanbul’un tarihinin kısa bir özetini veriyorum:
Tersane İstanbul’un Kısa Tarihçesi
Tersane-i Amire 1455’te yani fetihten iki yıl sonra Fatih Sultan Mehmet tarafından kurulmuş. Bu ilk tesis sayesinde de daha önce deniz erişimi sınırlı olan Osmanlı, çok kısa bir sürede Akdeniz’in süper gücü olma yolunda ilerlemeye başlamış. Hatta o dönemde eski Ceneviz kolonisi olan Galata’ya yakınlığı nedeniyle buraya “Galata Arsenali” de denirmiş. Fatih Sultan Mehmet Gelibolu tersanesinden gemi yapım ustalarını aileleriyle bu bölgeye getirdikçe çevresindeki Kasımpaşa mahallesi de gelişmeye başlamış ve hala devam eden Tersane-i Amire ile organik bir bağı kurulmuş.
1515’te ise Sultan I. Selim Tersane’yi Galata surlarından Kağıthane Nehri’ne kadar genişletmiş ve Osmanlı donanması için her tür ahşap gemi inşasına elverişli, “çeşm” (göz) adı verilen üstü kapalı kızaklar ilave edilmiş. Donanmanın merkez üssüyse Gelibolu’dan Haliç’e taşınmış. Hatta burası sayesinde İnebahtı Deniz Muharebesinde 170 gemisini kaybeden Osmanlı donanması Haliç tersanelerinde 5-6 ayı gibi bir sürede yepyeni bir filo inşa ederek kısa sürede kendini toparlamış ve Akdeniz’deki üstünlüğünü korumaya devam etmiş.
Uzun yıllar Osmanlı’nın denizlerdeki hakimiyeti de devam etmiş. Avrupalı güçlerle yaşadığı şiddetli çatışmalara rağmen, Akdeniz 17. yüzyılın büyük bölümünde “Türk gölü” olarak kalmış.
Osmanlı tarihinin en şaşaalı devlet törenlerinden bazılarına tanık olmuş bu yapılar. 1720de Sultan III. Ahmet’in dört oğlunun sünnet kutlamaları haftalarca devam ettiği; bu sırada Padişah’ın maiyetiyle beraber Aynalıkavak Sarayı’nda kaldığı ve Levni’nin Surname-i Vehbi minyatürlerinde tasvir edilen, su üzerindeki muhteşem gösterileri bu saraydan izlediği biliniyormuş. Yyani Osmanlı Halici dev bir sahne gibi kullanmış. Halk ile hanedanın birleştiği kutlamalar, mutluluklar hep burtada su üzerinde her iki yakada toplanan halk ile paylaşılmış. Lale Devri burada geçiyor...
III. Selim dönemine denk gelen 1773 tarihinde gemi yapımcıları, haritacılar ve donanma kaptanları yetiştirmek üzere tersane bünyesinde Mühendishane-i Bahri-i Hümayun (Deniz Mühendisliği Okulu) kurulmuş. Osmanlılar için çalışan yabancı gemi inşa mühendislerinin rehberliğinde Avrupa tarzında yeni gemiler inşa edilmeye başlanmış. 1805’te ise Sultan III. Selim’in modernizasyon hamleleri sırasında inşa edilen taş kızaklar (Valide Kızağı, Taşkızak ve Ağaçkızak), daha büyük kalyonların ve donanmanın ilk buharlı gemilerinin inşasına olanak sağlamış. Aynı yıl tersane bünyesinde 24 saat hizmet veren bir hastane ile ertesi yıl da bir tıp okulu kurulmuş.
Osmanlı devleti, 1827’de İngilizlerden ilk buharlı gemiyi satın aldıktan sonra; 1831-1839 yılları arasında Amerikalı gemi inşa mühendislerinin sağladığı bilgi birikimi ile Taşkızak’ta kendi gemilerini inşa etmeye başlamış. Demirden gemilerin gerektirdiği yeni inşa teknikleriyle beraber dökümhaneler ve büyük bacalarla ilk kez tanışan tersanelerin genel görünümü de değişmeye başlamış.
1821-1825 yılları arasında tersanede yerel mimarlar tarafından ikinci bir kuru havuz yapılmış ve o zaman dünyanın en büyük ahşap savaş gemisi ünvanını alan Mahmudiye kalyonu burada inşa edilmiş.
Sultan Abdülaziz döneminde ise deniz savaş teknolojilerinin yenilenmesine çok önem vermiş. Ancak onun dönemi hazinenin iflasıyla sona erince, modernize edilen donanma da Haliç’e çekilerek 1890’lara kadar çürümeye bırakılmış.
Buna rağmen tarihi olaylar yine burada yaşanmaya devam etmiş ve 1886’da Sultan II. Abdülhamit’in emriyle dünyanın ilk denizaltılarından ikisi alınmış ve montajları Taşkızak’ta yapıldıktan sonra denizcilik tarihinde su altında torpido ateşleyen ilk denizaltı olmuş.
Lozan Antlaşmasının ardındansa askeri önemini yitirmiş ve 1930’da Gölcük’e taşınılmış. Geride kalan tershaneler eski ihtişamına da bir daha kavuşamamıştı. 60’lı yıllarda yeni bir Galata Köprüsü’nün inşası büyük gemilerin Haliç’e girişini engellemiş ve tarihi donanma tersanelerinin gemi inşa kapasitesini kaybetmesine neden olmuş. Haliç sahili, 80’lerden sonra plansız şekilde gelişen sahil parklarıyla bir rekreasyon alanı oldu.
2001’de Camialtı ve Taşkızak tersaneleri şehrin çeperindeki yeni sanayi bölgelerine taşınırken, tarihi kızaklar ve binalar ülkenin sanayi mirasının bir parçası olarak koruma altında kaldı.
Şimdi bir düşünün Tersane İstanbul ve takiben kıyı boyu yürüdüğünüzde, Perşembe Pazarını geçerek, tabii bugünkü haliyle kalmayacağını düşünüyorum, Galata Port ve Sarayburnu, Gülhane Parkı ve Topkapı Sarayı etrafı cami ve müze ve kütüphanelerimizi takiben Divanyolu ile 10km yürüyüş sahasında iddia ediyorum, dünyadaki en zengin tarihi eser ve kültür dokusuyla buluşacaksınız.
Sergiden bahsetmeye önce kendi fuar alanımızdan başlayalım. T6’ya girdiğinizde hemen sağınızda Ekrem Yalçındağ’ın zemini üzerinde üç eserle karşılaşıyorsunuz; Burhan Doğançay’ın Akşama Babacığım …, Blossom – Gonca (bence Çikolatalı Kurdeleler) ve 761 Farben isimli eserleri.
Sergi ile alakalı daha fazla bilgi ve eserlerin fotoğraflarına ulaşmak için aşağıdaki link'e tıklayınız.