İstanbul
27 Aralık, 2024, Cuma
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

Saygı Duymak ve Sevmek Üzerine 1923'ten Bu Yana Türk Toplumu Üzerine Bir Çalışma

17 Aralık 2021, Cuma 13:47

Bir binanın sağlam olması iki yere bağlıdır. Toprağın zemini ve atılan temel.

 

Burdan hareketle Türkiye Cumhuriyeti kurulurken zemin Türk halkı, temel ise onu kurup yönlendirenlerdir.

 

1875 / 1938 kuşakları ve onun devamı olan 3 kuşak Cumhuriyetin temelini hem iyi attı hem de korumak için yoğunluk çaba sağladı. Ondan sonra gelen kuşaklar ise atılan bu temeli sağlam tutmak için bir çok bedel ödediler.

 

Eğitimden başlamak istiyorum; yıllarca okullarda aynı kitaplar okundu ve hemen hemen aynı öğretmenler ders verdi. Nimet Çalapala aritmetik kitabı, Emin Oktay tarih kitabı................. edebiyat kitabı birer örnekti.

 

 Benim ilkokul öğretmenim aynı okulda 17 yıl önce ağabeyimizide okutmuştu. Ferhunde Hanım, Kadıköy ortaokulunda Türkçe öğretmeniniz.

 

Yılların öğretmeni Demokrat Sabri lakabı ile Haydarpaşa lisesi fizik öğretmeni, iki üniversite bitirmiş ağabeyimizide okutmuş. Demem odur ki beğenin veya beğenmeyin ama aynı eğitimi 3 kuşak gören bir nesilden bahsediyoruz.

 

Bu nesilden mezun olanlar hem Türkiye'de hem de dünyada başarılı işlere imza atmıştır. İyi eğitim almışlardır. Bugün hala isimlerini anıyor ve anlatıyorsak bu onlara olan saygı ve sevgimizdendir. Örnek olarak 1962 yılında Haydarpaşa Lisesi müdür  yardımcısı  Boncuk lakaplı Ömer bey'e atılan iftira nedeniyle koca lisenin tüm öğrencileri Babaalinin amiral gemisi gazetesinin önüne kadar gitmiş ve protesto etmiştik. Bilgi seviyesine ve meyil ettiği konulara göre lisede Fen ve Edebiyat bölümleri vardı.

 

Sosyal yaşam çok farklıydı önce öğrencilere yerli malın  önemi anlatılırdı. Örneğin; Sümerbank tekstil ürünleri, Paşabahçe şişe ve cam, Beykoz kundura fabrikaları bir kibrit kutlusunun bile dışardan alınan bir ülkedeki dev görünümlerdi. Gezerken gurur duyardık. Özellikle kuru yemişli, meyveli yerli malı haftası günümüzden çok farklı kutlanırdı. Okulda kullandığımız defterin ön tarafı bir ders için arka tarafı ise diğer ders için kullanılır, boş bir yer kalmamasına doldurulurdu. Tasarruf zihniyeti ve malı iyi kullanma o dönemlerde öğretildi. İlkokul ve orta okulu bir çanta ile bitirdim. Babamın hali iyiydi, alabilirdi her sene. Bir çanta alabilirdi. Ama şu öğretilmişti; alamayanlar ne yapacak? Sokakta elde yemek yiyemezdik, yemek imkanı olmayanlar bakmasın diye. O dönem sosyal yaşam anlayışının ne kadar iyi olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Marşları ve okul şarkılarını hem evde hemde okulda öğretirler ve çoşkuyla söylerdik. Vatanımızın dünyanın en güzel ülkesi olduğuna inanmıştık. "Dağ başını duman almış" marşı / şarkısı gibi.  Aslında doğruda. Komşuda cenaze olduğunda evdeki radyo sesi kısılmaz, kapanırdı. Bir kap yemek ile yardımda bulunulurdu, sosyal yardımlaşma ön plandaydı. İnsanlar birbirine saygı duyarlardı.

 

Benim şimdiki tanımları ile Kürt, Rum Ermeni çocukluk arkadaşlarım vardı. Özellikle Rum ve Ermenilerin yaptıklarına karşın hiç o konulara girilmez, önce insan olarak bakılırdı. Müslümanmış, hristiyanmış, museviymiş bunlar bizim için detaydı. Herkes birbirine saygı duyar ve severdi. Mahalle bizim ülkemizde sanki. Kızlı, erkekli oynar, gezer, dans eder, konuşurduk. Aileler birbirini tanır ve güven verirdi. Mahalle futbol takımımız vardı. Başka mahalleyle maç yapardık. Hala bağlarımız kopmamışsa bunu sonucudur. Arkadaşlarımızı kıyafetine ve sosyal yaşamına göre değil insan olarak seçerdik. Aileler arasında Sosyal bir sınıf olsada çocuklar arasında buna bakılmazdı. Ülkemize saygı duyardık neler başardık diye. Malta Ada'sında kaliteli siyah kumaş istediğimde bana Sümerbank mamulü kumaş gösterdiler. O zaman ben Türk'üm dedim göğsümü gererek. Askeri tesisler, müzeler, milli bayramlara gitmemiz bir gurur kaynağı idi. Herkesin ailesinde olduğu gibi dedemden İstanbul'daki  yer altı örgütünde yaptığı çalışmaları dinler nasıl bir zor başarılmış öğrenirdik. Radyoda ne zaman yemen türküsü çalsa annem ve babamın gözleri yaşarırdı ailesinden gidip de gelmeyenler için. Biraz büyüdüğümüz zaman da ihanetleri anlatırlardı.

 

Babam herkes gibi tüm beni milli bayramlara götürürdü ve de anlatırdı nerelerden geldiğimizi. Atatürk ayrı bir yerdeydi. Onu anlatmak için kitaplar alınırdı ve anlatılırdı. Osmanlı imparatorluğunda yaşanmış büyük zaferler yeri geldiğinde anlatılırdı. Özellikle okullarda. Devlet tasarrufa çok önem verirdi.

 

Ben, Deniz lisesine girdiğimde mezun olana kadar 7 yılda kitaplarımız kütüphaneden verilirdi ve demirbaştı. O kitapları ne kadar öğrenci alıp okuduğunu, üzerindeki kişilerin isimlerinden anlardık. En yenisi 10 yıllık diyebilirim. Devlet malını iyi korumamız o dönemdeki tüm kamu çalışanları gibi önemliydi. Ben çok iyi hatırlarım; bir öğrenci dolap kapağını kırdığında devlet malına zarardan okuldan atılmıştı. Tenkit edebilirsiniz ama devlet malında ülkenin bütün fertlerinin payı olduğu anlatılırdı. O yüzden o eski gemiler saat gibi çalışacak durumdaydı. Onları çocuğumuz gibi bakmak zorundaydık. Gemimizin İkmal subayı 3 kuruş açık verdiği için mahkemelerde yıllarca hesap verdi. Ne olacak ki 3 kuruş demedi kimse...

 

Ortaokulda biraz çalışkandım, öğretmenim benim cevap vermemi istediği soruya tam hazırlanmadığımdan cevap veremeyince annemi okula çağırdı. Benim yanımda konuştu ve elime annemin yanında cetvelle vurdu. Annem, fransız eğitimi aldığı, bir süre gençliğinde basında çalıştığı için daha özgür düşünceleri vardı. Ama annemin "Eti sizin, kemiği bizim. Biz size adam olması için yolladık." dediğini bu yaşta hala hatırlıyorum.

 

Moda İlkokulu'nu bitirdiğimde annem 25 yıldır tanıdığı öğretmenim Resiye KARAKAŞ'a ''Bu sefer bari lokum götürelim, teşekkür için.'' demişti. Hacı Bekir'den bir kutu lokumla el öpmeye gittik. Öğretmenim buna gerek olmadığını, görevini yaptığını söyleyerek konuyu kapattı ve lokumu bize iade etti. Çocukluğumun unutamadığım anılarından birisidir. Tüm bunlar saygıyı ön plana çıkarır. Saygı duyarsanız seversiniz. Bu hep böyledir. İşte bizim nesillerin devletçi olması daha doğrusu  adeta sahibi gibi hareket etmemizin altında bu saygı ve sevgi yatmaktadır.

 

Bunları niye yazdım? Bir eğitim sistemi uzun yıllar müfredatı aynı, kitapları aynı, öğretmenleri aynı. Özel okul yok, herkes eşit öğrenim görüyor. Basit örnek; Hindistan'ı herkes biliyor. Ömer Seyfettin'i, Yahya Kemal'in hikaye ve şiirlerini biliyor. Dört işlemi biliyor. Dilekçe yazmasını biliyor, yazı yazmasını unutmuyor. Eğitimde hem eşitsizlik hemde süreklilik vardı.

 

İlkokul, ortaokul ve liseden mezun olmak için bitirme sınavlarına girmek zorundasınız başka yerden gelen öğretmenlerin kontrolünde. Bizim nesil, bir üçgenin iç açılarının toplamını biliyor. Neden bu örneği verdim... 7 kere 8'i bilmeyen üniversite mezunu olduğu için. Boğaz Köprüsü'nün İsmet İNÖNÜ tarafından yapıldığını söyleyen tarih öğretmeni için. Sonuç olarak ben  Amazon nehrinin kaç km olduğunu hala biliyorum. Beynimizi fazla bilgiyle doldurmuşlar, demode imiş... Bunları geçelim. O atılan temel, o nesillerin mezunları  ile hala ayakta!

 

Yukarıda yazdıklarım hiç bir zaman geçmişe özlem duymak veya o dönemin harika olduğunu söylemek ve de yeni nesli karalamak anlamına gelmesin. Ancak iyi taraflarının çok olduğunu da söylemeden geçemeyeceğim.

 

O dönemde esas olan; Devlete, kurumlara özellikle örnek davranış gösteren insanlara, Türk Silahlı Kuvvetlerine, gerçek tarihimize ve bize bu günleri yaşatan ATATÜRK'ümüze saygı duymak ve sevmekti.

 

Eğer sağlam ve ülkesine inanan gençler yetiştirmek istiyorsak; Devletimizle gurur duyacak kurumları, tesisleri gezdirmeliyiz. Tarihte isim yapmış büyüklerimizi gerçek anlamda öğrenmelerini sağlamalıyız. Sonra onlara önce saygı duymayı öğretmeliyiz. Saygı duyuyorsanız seversiniz.

 

Sevme her şeyi başarır. Bunu asla unutmamalıyız.

 

17/12/2021

google