Önce inanç lazım
22 Kasım 2015, Pazar 11:37 Hemen her toplantıda duyuyorsunuz Denizci Ülke, Denizci Toplum olmalıyız sözünü peki hiç düşündünüzmü nasıl denizci ülke olunur.?
Nasıl denizci toplum olunur?
Öyle sadece söylemekle veya istemekle denizci ülke olunur mu?
Denizci ülke nasıl olmalı? Nasıl denizci toplum olmalı? diye biraz araştırdık.
Denizci devlet denildiği zaman öncelikle akla İngiltere gelir. Oysa bir ada devleti olan İngilterede denizcilik 16. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlamış, ancak yaklaşık 150 yıl sonra denizci devlet ünvanını hak eden bir seviyeye gelebilmiştir.
Bu gelişmede coğrafi faktörlerin yanı sıra, esas faktör, İngiltereyi yönetenlerin bu konudaki kararlılığıdır.
Bu noktada, millet mi devleti yaratır, devlet mi milleti yaratır sorusunun cevabı nasıl devlet milleti yaratır ise, denizci millet de devlet tarafından yaratılır.
Bir milletin denizci bir devlete dönüşmesi yarım asırdan bir asra kadar uzayan uzun ince bir yoldur. Bu yolda geri dönme, kesinti yapma veya yavaşlama olmaz. Millet, denizciliği benimsedikçe yönetimlerin de yapacakları şeyler giderek azalır ve sadece kolaylaştırıcı ve siyasal destekle sınırlı kalır.
Sonunda denizcilik o milleti ve yönetimleri kontol ve yönetmeye başlar. Ta ki, yeni ve daha güçlü bir denizci devlet çıkıncaya kadar.
Denizcilik, milletin ortak kültürüne ve devlet geleneğine yerleştikten sonra, gerek askeri gerekse ticari denizcilikte görev alanlar kendine has gelenek ve göreneklerini geliştirirler. İşte o andan itibaren o toplum gerçek bir denizci millet olur.
Denizcilik, kıyılardan başlayarak o ülkenin sosyo-kültürel yapısını deniz suyuyla yıkar. Bundan hikayeleri, yemekleri, dükkanları, evleri ve sokakları ile denizle kaynaşmış yeni bir toplum doğar.
Dünyanın en büyük liman kentleri işte böyle ortaya çıkmıştır. Bugünkü Avrupa kültürü kıyılardaki şehir devletlerinden doğmuştur. Yunanlılar, Fenikeliler, Venedikliler ve Cenevizliler, Portekizliler, İspanyollar ise millet bilincinin olmadığı dönemlerde, yaşamlarını denizden kazananlar olarak dünya tarihinde denizci devlet olarak yerlerini almışlardır. Modern dünyanın ilk denizci devleti olarak kabul edilen İngiltere tarihinine göz atalım.
Kraliçe I. Elizabet İngiliz tüccarlarını denizaşırı bölgelere sevk etmek için büyük bir gayret sarf etmiş; İngiliz Hükümetleri de tüm İngiliz milletini denizci yapmak için her çareye başvurmuştur.
Milli gemicilik, devamlı çıkarılan denizcilik kanunları ile teşvik edilmiştir. Elizabet saltanatının ilk evresinde kabul edilen bir kanunla, kıyı nakliyatının yalnız İngiliz gemileri ile yapılması (Kabotaj hakkı) sağlamıştır.
Bunu, yabancı ülkelere deniz ticareti için elverişli gemi inşaatını ve navlunla yük taşıyan şirketlerin kurulmasını destekleyen kanunlar takip etmiştir. Bu şirketler; Rusya, Levant, Eastland, Guinea, ve Company of Mercant Adventurers idi. Elizabethin diğer gemicilik kanunları denizcilerin artmasına çok yardım etti. Bu maksadı temin için bir çok değişik önlemler alındı, çünkü; Gemileri çoğaltıp gemicileri çoğaltmamak, sahile kazıklar üzerine bir çok zırhlar asıp, onları giyecek adam bulamamak veya bir kale yapıp içine asker koyamamak gibidir demişti.
İngilterede 1540ta çıkarılan Donanmanın İdamesi Yasasında seyir sanatı ve biliminde uzmanlaşmış çok sayıda kaptan, denizci ve deniz adamı yetiştirilmesi gereğine değinildikten sonra, önemli bir gözlemde bulunulur: Onlar, karıları ve çocukları, nafakalarını denizden çıkarırlar ve aynı zamanda kentleri, kasabaları, köyleri ve kıyılardaki limanlarla haliçleri beslerler; bu anılan kıyılara komşu yerlerde yaşıyan ekmekçiler, hancılar, kasaplar, demirciler, halatçılar, gemi yapımcıları, terziler, ayakkabıcılar ve diğer tedarikçilerle zanaatkarlar, nafakalarının büyük bölümünü aynı kaynaktan elde ederler.
İngiltere 1714 yılında İspanya ile yaptığı savaşı kazanarak, Cebelitarık ve Minorca Üslerine sahip oldu. O tarihten bu yana üç asrı aşkın bir süredir Cebelitarıkı hala İngiliz toprağıdır.
Ticaret gemisi tonajı, 1783den beri düzenli olarak artmış ve bu filoda çalışan personel sayısı 118 bini bulmuştu. Bu sayı ticaret hizmetleri için uygun olmakla beraber, aynı zamanda savaş filosunun ihtiyaçlarına cevap vermeye yeterli değildi. Çünkü Kraliyet Bahriyesinin 1793 yılında 20 bin olan mevcudu, 1794de 73 bine yükselmişti. Deniz ticaret personeline gereksinim o kadar fazla idi ki, Britanya gemileri personelinin Britanyalı olacağına dair kanun geçici olarak yürürlükten kaldırıldı.
1794-1795 yıllarında Akdenizde Fransaya karşı yürütülen harekat, üs olmaması nedeniyle iyice zorlaşmıştı. Müttefik İspanya gemileri, Pirenelerdeki kara harekatına destek sağladıklarından. Toulondaki Fransız gemilerinin kontrol altında tutulma görevi tamamen İngiltereye kalmıştı. Bu görev için, Korsika Adasının işgaline karar verildi. Adanın ele geçirilmesi ile hem çok stratejik bir üsse kavuşulmuş, hem de, Fransız donanması bu adadan temin ettiği kereste ve diğer malzemelerden mahrum kalmıştı.
Nelson 1795te şöyle yazıyordu : Fransızların kaybı hakikaten büyüktür. Toulonda yapılan gemilerin kaplamaları, kemereleri, güverteleri ve postalarının düz kısımları bu adadan temin ediliyordu. Zift, katran ve kendir de bu tersanelerde kullanılıyordu. Deniz de ekonomik harbin güzel bir örneği olan bu strateji, takip eden yıllarda her iki dünya savaşında da geniş bir uygulama alanı bulmuştur.
Denizciliğin eğitim ve inançla oluşturulan bireyler üzerindeki etkilerine bir örnek vermek gerekirse Trafalgar çarpıcı bir örnek olabilir. 1805 yılında yapılan Trafalgar Savaşı öncesi İngiliz Donanması, iki yıl boyunca Avrupa limanları açıklarında nöbet tuttu. Her gemide 600-900 arası bıkkın, yalnız, aç, yorgun denizci bulunuyordu. Bunlar geceleri suskun bekleyen topların üzerine kurdukları hamaklarda uyuyorlardı. İki yıl boyunca denizde kalan gemiler, yazın boğucu sıcağında cam gibi sakin denizde, kışın sert rüzgarlara karşı dağ gibi yükselen dalgalar üzerinde, denizin dondurucu soğuğu ile karşı karşıya kaldılar. Gemiciler karaya çıkmak bir yana, kıyıyı bile çok seyrek görebiliyorlardı. Nelson, amiral gemisi Victoryden çıkmadan iki yıl geçirmişti. Nelsonun yardımcısı amiral Lord Cuthbert Collingwood 22 ay sancak gemisinin demir atma sesini duymamıştı. Görüldüğü gibi, İngilterenin denizlerdeki başarıları kolay elde edilmemiştir. Her ülkenin tarihinde olduğu gibi, acı, gözyaşı ve kan dolu sahifeler ve yönetim hataları bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti ve İngiltere, deniz güçlerinin yaratılması bakımından tamamen aksi yönde bir gelişme göstermişlerdir. Osmanlı Devleti karadaki fetihleri için donanmaya ihtiyaç duyarken, İngiltere karadan gelen istilaya karşı koymak için donanma oluşturmak zorunda kalmıştır.
1941 yılındaki Dünkerk Tahliyesindeki başarı, bir ada devleti olan İngiliz halkının denizciliği seven ve zor anlarda birlikte hareket edebilme, soğukkanlılık, disiplin şeklinde ortaya çıkan denizci milli karakteri sayesinde elde edilmiştir. Bu başarılı kurtarma, sadece denizci bir ülkenin, denizci bir politikanın, denizcilik bilincine sahip bir toplumun gerçekleştirebileceği bir operasyondur.
Her boy ve cinsten 860 adet tekne 1941 yılının 26 Mayıs- 4 Haziran arasındaki 9 gün içinde Almanlar tarafından sıkıştırılmış ve imha edilmek üzere olan 338 bin İngiliz askerini Avrupadan Adaya taşıyarak kurtarmıştır. 65 tekne batmıştır. Bu insan gücü İngiltere ve müttefikleri için kurtarıcı olmuştur.
Denizciliğin bir ülkeye olan katkıları saymakla bitmez. Çünkü her dönem denizlerden alınacak bir şeyler ortaya çıkmaktadır. Gelecekte içme sularımızı bile denizlerden elde edeceğimizi unutmayalım.
O nedenle gerçek denizci devlet olma kararı için hiç bir zaman geç değildir. Türkiye olarak ne yapacağımızı biliyoruz. Ancak yapmaya bir türlü karar veremiyoruz. Çünkü, denizci devlet olmak öncelikle bir politika ve inanç işidir.
Nasıl denizci toplum olunur?
Öyle sadece söylemekle veya istemekle denizci ülke olunur mu?
Denizci ülke nasıl olmalı? Nasıl denizci toplum olmalı? diye biraz araştırdık.
Denizci devlet denildiği zaman öncelikle akla İngiltere gelir. Oysa bir ada devleti olan İngilterede denizcilik 16. yüzyıldan itibaren gelişmeye başlamış, ancak yaklaşık 150 yıl sonra denizci devlet ünvanını hak eden bir seviyeye gelebilmiştir.
Bu gelişmede coğrafi faktörlerin yanı sıra, esas faktör, İngiltereyi yönetenlerin bu konudaki kararlılığıdır.
Bu noktada, millet mi devleti yaratır, devlet mi milleti yaratır sorusunun cevabı nasıl devlet milleti yaratır ise, denizci millet de devlet tarafından yaratılır.
Bir milletin denizci bir devlete dönüşmesi yarım asırdan bir asra kadar uzayan uzun ince bir yoldur. Bu yolda geri dönme, kesinti yapma veya yavaşlama olmaz. Millet, denizciliği benimsedikçe yönetimlerin de yapacakları şeyler giderek azalır ve sadece kolaylaştırıcı ve siyasal destekle sınırlı kalır.
Sonunda denizcilik o milleti ve yönetimleri kontol ve yönetmeye başlar. Ta ki, yeni ve daha güçlü bir denizci devlet çıkıncaya kadar.
Denizcilik, milletin ortak kültürüne ve devlet geleneğine yerleştikten sonra, gerek askeri gerekse ticari denizcilikte görev alanlar kendine has gelenek ve göreneklerini geliştirirler. İşte o andan itibaren o toplum gerçek bir denizci millet olur.
Denizcilik, kıyılardan başlayarak o ülkenin sosyo-kültürel yapısını deniz suyuyla yıkar. Bundan hikayeleri, yemekleri, dükkanları, evleri ve sokakları ile denizle kaynaşmış yeni bir toplum doğar.
Dünyanın en büyük liman kentleri işte böyle ortaya çıkmıştır. Bugünkü Avrupa kültürü kıyılardaki şehir devletlerinden doğmuştur. Yunanlılar, Fenikeliler, Venedikliler ve Cenevizliler, Portekizliler, İspanyollar ise millet bilincinin olmadığı dönemlerde, yaşamlarını denizden kazananlar olarak dünya tarihinde denizci devlet olarak yerlerini almışlardır. Modern dünyanın ilk denizci devleti olarak kabul edilen İngiltere tarihinine göz atalım.
Kraliçe I. Elizabet İngiliz tüccarlarını denizaşırı bölgelere sevk etmek için büyük bir gayret sarf etmiş; İngiliz Hükümetleri de tüm İngiliz milletini denizci yapmak için her çareye başvurmuştur.
Milli gemicilik, devamlı çıkarılan denizcilik kanunları ile teşvik edilmiştir. Elizabet saltanatının ilk evresinde kabul edilen bir kanunla, kıyı nakliyatının yalnız İngiliz gemileri ile yapılması (Kabotaj hakkı) sağlamıştır.
Bunu, yabancı ülkelere deniz ticareti için elverişli gemi inşaatını ve navlunla yük taşıyan şirketlerin kurulmasını destekleyen kanunlar takip etmiştir. Bu şirketler; Rusya, Levant, Eastland, Guinea, ve Company of Mercant Adventurers idi. Elizabethin diğer gemicilik kanunları denizcilerin artmasına çok yardım etti. Bu maksadı temin için bir çok değişik önlemler alındı, çünkü; Gemileri çoğaltıp gemicileri çoğaltmamak, sahile kazıklar üzerine bir çok zırhlar asıp, onları giyecek adam bulamamak veya bir kale yapıp içine asker koyamamak gibidir demişti.
İngilterede 1540ta çıkarılan Donanmanın İdamesi Yasasında seyir sanatı ve biliminde uzmanlaşmış çok sayıda kaptan, denizci ve deniz adamı yetiştirilmesi gereğine değinildikten sonra, önemli bir gözlemde bulunulur: Onlar, karıları ve çocukları, nafakalarını denizden çıkarırlar ve aynı zamanda kentleri, kasabaları, köyleri ve kıyılardaki limanlarla haliçleri beslerler; bu anılan kıyılara komşu yerlerde yaşıyan ekmekçiler, hancılar, kasaplar, demirciler, halatçılar, gemi yapımcıları, terziler, ayakkabıcılar ve diğer tedarikçilerle zanaatkarlar, nafakalarının büyük bölümünü aynı kaynaktan elde ederler.
İngiltere 1714 yılında İspanya ile yaptığı savaşı kazanarak, Cebelitarık ve Minorca Üslerine sahip oldu. O tarihten bu yana üç asrı aşkın bir süredir Cebelitarıkı hala İngiliz toprağıdır.
Ticaret gemisi tonajı, 1783den beri düzenli olarak artmış ve bu filoda çalışan personel sayısı 118 bini bulmuştu. Bu sayı ticaret hizmetleri için uygun olmakla beraber, aynı zamanda savaş filosunun ihtiyaçlarına cevap vermeye yeterli değildi. Çünkü Kraliyet Bahriyesinin 1793 yılında 20 bin olan mevcudu, 1794de 73 bine yükselmişti. Deniz ticaret personeline gereksinim o kadar fazla idi ki, Britanya gemileri personelinin Britanyalı olacağına dair kanun geçici olarak yürürlükten kaldırıldı.
1794-1795 yıllarında Akdenizde Fransaya karşı yürütülen harekat, üs olmaması nedeniyle iyice zorlaşmıştı. Müttefik İspanya gemileri, Pirenelerdeki kara harekatına destek sağladıklarından. Toulondaki Fransız gemilerinin kontrol altında tutulma görevi tamamen İngiltereye kalmıştı. Bu görev için, Korsika Adasının işgaline karar verildi. Adanın ele geçirilmesi ile hem çok stratejik bir üsse kavuşulmuş, hem de, Fransız donanması bu adadan temin ettiği kereste ve diğer malzemelerden mahrum kalmıştı.
Nelson 1795te şöyle yazıyordu : Fransızların kaybı hakikaten büyüktür. Toulonda yapılan gemilerin kaplamaları, kemereleri, güverteleri ve postalarının düz kısımları bu adadan temin ediliyordu. Zift, katran ve kendir de bu tersanelerde kullanılıyordu. Deniz de ekonomik harbin güzel bir örneği olan bu strateji, takip eden yıllarda her iki dünya savaşında da geniş bir uygulama alanı bulmuştur.
Denizciliğin eğitim ve inançla oluşturulan bireyler üzerindeki etkilerine bir örnek vermek gerekirse Trafalgar çarpıcı bir örnek olabilir. 1805 yılında yapılan Trafalgar Savaşı öncesi İngiliz Donanması, iki yıl boyunca Avrupa limanları açıklarında nöbet tuttu. Her gemide 600-900 arası bıkkın, yalnız, aç, yorgun denizci bulunuyordu. Bunlar geceleri suskun bekleyen topların üzerine kurdukları hamaklarda uyuyorlardı. İki yıl boyunca denizde kalan gemiler, yazın boğucu sıcağında cam gibi sakin denizde, kışın sert rüzgarlara karşı dağ gibi yükselen dalgalar üzerinde, denizin dondurucu soğuğu ile karşı karşıya kaldılar. Gemiciler karaya çıkmak bir yana, kıyıyı bile çok seyrek görebiliyorlardı. Nelson, amiral gemisi Victoryden çıkmadan iki yıl geçirmişti. Nelsonun yardımcısı amiral Lord Cuthbert Collingwood 22 ay sancak gemisinin demir atma sesini duymamıştı. Görüldüğü gibi, İngilterenin denizlerdeki başarıları kolay elde edilmemiştir. Her ülkenin tarihinde olduğu gibi, acı, gözyaşı ve kan dolu sahifeler ve yönetim hataları bulunmaktadır.
Osmanlı Devleti ve İngiltere, deniz güçlerinin yaratılması bakımından tamamen aksi yönde bir gelişme göstermişlerdir. Osmanlı Devleti karadaki fetihleri için donanmaya ihtiyaç duyarken, İngiltere karadan gelen istilaya karşı koymak için donanma oluşturmak zorunda kalmıştır.
1941 yılındaki Dünkerk Tahliyesindeki başarı, bir ada devleti olan İngiliz halkının denizciliği seven ve zor anlarda birlikte hareket edebilme, soğukkanlılık, disiplin şeklinde ortaya çıkan denizci milli karakteri sayesinde elde edilmiştir. Bu başarılı kurtarma, sadece denizci bir ülkenin, denizci bir politikanın, denizcilik bilincine sahip bir toplumun gerçekleştirebileceği bir operasyondur.
Her boy ve cinsten 860 adet tekne 1941 yılının 26 Mayıs- 4 Haziran arasındaki 9 gün içinde Almanlar tarafından sıkıştırılmış ve imha edilmek üzere olan 338 bin İngiliz askerini Avrupadan Adaya taşıyarak kurtarmıştır. 65 tekne batmıştır. Bu insan gücü İngiltere ve müttefikleri için kurtarıcı olmuştur.
Denizciliğin bir ülkeye olan katkıları saymakla bitmez. Çünkü her dönem denizlerden alınacak bir şeyler ortaya çıkmaktadır. Gelecekte içme sularımızı bile denizlerden elde edeceğimizi unutmayalım.
O nedenle gerçek denizci devlet olma kararı için hiç bir zaman geç değildir. Türkiye olarak ne yapacağımızı biliyoruz. Ancak yapmaya bir türlü karar veremiyoruz. Çünkü, denizci devlet olmak öncelikle bir politika ve inanç işidir.