yeni
İstanbul
29 Nisan, 2025, Salı
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

Nemesis'in Gözyaşları

01 Mayıs 2023, Pazartesi 11:43

Nemesis, Antik Yunan mitolojisinde, “Adalet ve İntikam Tanrıçası” olarak isimlendirilir.

Nemesis adı Yunanca bir sözcük olan némein “hak ettiğini vermek” ve İlkel Hint-Avrupa dil grubundan nem "dağıtmak” sözcüğünden gelmektedir. Bir bakıma, hak ettiği adaleti veren, dağıtan ilahi güçtür.

Adalet ve hak edilen.

Adalet dağıtan.

İntikam alan.

Yunan mitolojisinin, diğer köklü medeniyetlerde olduğu gibi, tüm hayatın ve yaşamın döngüsüne yön veren ve kendi ilahi güçlerin tanımlamasında yer bulan “kudretlerin” renkli dünyasında, bu saf tanımı ile kalsaydı, belki de Nemesis, adında ifade bulduğu şekli ile adil olmanın verdiği huzur ve mutlulukla göklerde, renkli ve o ulaşılması güç tahtında sakin ve rahat bir şekilde oturmaya devam edebilirdi.

Ama, heyhat gel gör ki, 120 yıllık bir yalan Nemesis’i, o oturduğu tahtından zıplatıp, göklerden aşağıya, kendisini bu yalana alet edenlere en kalbi sinkaflı kelimelerini, kutsandığı yerlerden kuvvetle muhtemel göndermiştir belki.

Ee, koskoca tanrılardan biri değil mi Nemesis? Elbette, kimlerin yalancı, kimlerin doğrucu, kimlerin çıkarcı olduklarını elbette bilir, görür. En azından, geçmiş kavimlerin inançlarına saygı adına, ben de böyle ifade ettim. Yoksa, benim de bir fani olarak “reddetme” şeklim ve ifadelerim daha başka olurdu. Tanrıların olduğu bir ortamda aşırıya kaçmadan, “gerçekleri” bir kez daha yazmak insanlığın gereğidir deyip, konuyu detaylandıralım.

Her yıl olduğu üzere, günlerden 24 Nisan.

Ve o bitmek tükenmek bilmeyen, aslı astarı olmayan soykırım yalanı üzerinde koparılan “ siyasi entrikalarla elde edilemeyen arzuların”, acaba 120 yıl önce ABD kongresinde çıkarılan ilk yalana dayalı “soykırım kabulü” kararlarının sayısını artırabilirsek, elde edilemeyen toprakları ve maddi kazançları kazanabilir miyizin farklı tezahürlerini, oyunlarını yaşadık, gördük.

Nasıl gördük?

Dışarıda, başta ABD olmak üzere farklı ülkelerden soykırım yalanına atfen açıklamalar, gösteriler vs yapıldı. İçeride ise, marjinal grupların ki içlerinde PKK’nın siyasi yapılanması olan partilerden, kendilerine bu ülkenin sol ve sosyalist partileri diyen çok renkli bir bloğun, sözde soykırım yalanını içselleştiren, kendi iç dünyalarında bir sızı olarak gören ve ne hikmetse, “1915 tarihinden öncesi ve sonrasını da kapsayan, aslında hem Türkleri, hem Kürtleri hem de Ermenileri büyük acı ve kedere boğan ve maalesef karşılıklı yapılan kıyımlarda yaşanan can kayıplarını, ortak bir acıyla dile getirmek yerine” sadece Ermenilerin kayıplarını dile getirip, üstüne bir de Türk milletinin bu tarihi gerçeklikle yüzleşmesi gerektiğini ifade eden açıklamalar yaptılar.

Elbette, bu açıklamalar Nemesis Hanımı da ağlatmıştır. Bu hanım tanrı kim bilir, eldeki kırbacı kime, nasıl, ne şekilde vuracağını kara kara düşünüyordur. Hatta, beni bu işe kim karıştırdı diye göklerde feryat figan ediyordur.

Öyle ya!

Hiç ilgisi yokken bu hanım tanrının ne işi vardı, insanlar arasındaki kavgada? Adalet ve intikam ise görevi, ondan habersiz kimler dağıtıyordu adaleti ve intikam adına kimler can alıyordu, katil oluyordu?

Anlatalım. Yüzlerce kez toplantılarda anlattığımız gibi. Yüzlerce sayfa yazdığımız gibi. Bir yalanın yüzlerce, binlerce defa dile getirilmesi, zayıf bünyelerde kabul görse de, doğruları da yüzlerce kez dile getirmeliyiz ki, belki bir nebze olsun Nemesis Hanımın terazisinde olmasa bile, önce Allah’ın katında sonra temiz akıl ve temiz vicdan sahiplerinin yüreğinde, düşüncelerinde elbette bir karşılığı olur. Gerçekler karşısında sessiz kalıp, dilsiz şeytan olmak bazıları için geçerli olsa da, kendisini bu milletin evladı olarak görenlerde sessizlik, ölümle eşdeğerdir. Hele ki soykırım yalanını, iftirasını, yaftasını kendi ceddine, milletine vurmak isteyenlere karşı sessiz kalmak, büyük bir utanç ve soysuzluk göstergesidir.

Şuursuzluk öyle kör bir duygudur ki, insanları insanlıklarından çıkarıp, vahşi canlılara dönüştürebilen her türlü olumsuzluğu içinde barındırır. Hele ki bu şuursuzluk, bir yalan üzerine inşa edilip, nesiller boyu çocukluklarından itibaren körpe beyinlere zerkedilip, işlenirse, işte bu da bireysel katillerden ziyade, katil ruhlu toplumun inşaası için araç olarak kullanılır.

Ermenistan devleti, 24 Nisan 2023 tarihinde başkent Erivan’da, 1920'li yılların başlarında Osmanlı siyasi ve askeri liderlerinin yanı sıra dönemin Azerbaycanlı yetkililerine karşı gerçekleştirilen suikastların faillerine ithaf edilen, bu katillerin her birinin isminin yazılı olduğu 'Nemesis Anıtı'nı büyük bir törenle açtı. Ve elbette ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu açılışı kınayarak, tepkisini dile getirdi.

Çoğu kişi bilmez fakat Nemesis ismi, Ermeni terörünü oluşturan, fikir babalığını yapan, bu düşüncenin tüm Ermeni toplumunda yaşaması için gayret gösteren terörist liderlerin, aslında bir bakıma büyük başarısını da göstermektedir. Öyle ki, yıl olmuş 2023 ve hala bir yalanın üstüne inşa edilmeye çalışılan “varlık ve birlik” duygusunu diri ve ayakta tutma kavgası sürüyor.

Peki ne zaman oldu Nemesis tanrıçasının bu soykırım yalanı ve terör sarmalına isminin karıştırılması?

Ermeni soykırım yalanını belgeleriyle ortaya koyduğum 2020 yılında yayımlanan “Denizaşırı Kışkırtmalar, İhanetler ve Tarihi Gerçekler” isimli kitabımdan aktarayım.

Ermeniler, XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Osmanlı Devleti’ne karşı bağımsızlıklarını kazanmak için terörü bir araç olarak kullandılar. Terörün hedeflerine ulaşmada yeterli desteği verdiği pek söylenemez. Ancak terörü, Birinci Dünya Savaşı sonrasında da, bir intikam aracı olarak kullanmaya devam ettiler.

Talat Paşa, İttihat ve Terakki'nin en önemli üç kişisinden biridir. Diğerleri Enver Paşa ve Cemal Paşa'dır. Her üçü de, Birinci Dünya Savaşı sonrası, yurt dışına çıkmak zorunda kalırlar. Ermeni Hınçak ve Taşnak terör grupları, zorunlu göçü bahane ederek büyük bir operasyon başlatmıştır. NEMESIS adı verilen ve Taşnaklar'ın içinde yer alan bu harekât, zorunlu sevk ve iskânın ( onlara göre soykırımın) intikamını alacaktır.

Bu harekâtı başlatan Ermeniler, bu operasyonla, kendilerine yapılanlardan dolayı intikam alacaklarını ilan etmektedirler. Hedefte üst düzey eski Osmanlı yöneticileri vardır.

Nemesıs Operasyonu adı verilen bu intikam planının teorisyenleri, ABD’de eğitim almış olan Şahan Natali ile Osmanlı Meclisi’nin eski üyelerinden ve aynı zamanda 26 Ağustos 1896’da Osmanlı Bankası baskınını yapan teröristlerden biri olan Armen Garo veya bilinen adı ile Karekin Pastırmacıyan’dı. Bu operasyonun çalışmaları 1919 yılında İstanbul ve Erivan merkezli başlatıldı. Erivan'da toplanan 'Batı Ermenistan II. Kongresi’nde Talat Paşa, Cemal Paşa, Said Halim Paşa, Dr. Nazım, Bahattin Şakir ve Cemal Azmi Bey gibi eski yöneticilerin, Ermeni soykırımından sorumlu tutularak öldürülmeleri için karar alındı.

15 Mart 1921'de Talat Paşa Almanya / Berlin'de Sogomon Teyleryan tarafından, 5 Aralık 1921'de Dışişleri Eski Bakanı Sait Halim Paşa ise İtalya / Roma'da Arshavir Shirakian tarafından katledilir.

17 Nisan 1922'de Bahattin Şakir Bey ile Cemal Azmi Bey Berlin'de öldürülürler. Bu cinayetlerin failleri ise Arshavir Shirakian ve Aram Yerganian'dır. 25 Temmuz 1922'de ise hedefteki isim Cemal Paşa ve yanında bulunan yaverleri Binbaşı Nusret Bey ve Teğmen Süreyya Bey'lerdir. Her üçü de Gürcistan'ın Tiflis kentinde katledilirler.

NEMESIS operasyonu bu cinayetlerden sonra rafa kaldırılır. Ta ki, 1973 yılı Ocak ayının 23.günü, ABD'de Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ve Konsolosumuz Bahadır Demir kahpece suikast sonucu öldürülene kadar. ASALA kanalı ile NEMESIS operasyonu, bu cinayetle birlikte bir şekilde tekrar raftan indirilmiş olacaktır.

İşte bütün bu cinayetlerin kutsanması adına, Ermeni toplumunun bu vahşi cinayetleri bir milli gurur vesilesi olarak görmeleri adına, soykırım yalanını genç Ermeni kuşaklarda canlı ve diri tutmak adına, ve elbette ki intikam duygusunu da daima içlerinde bir kin ve nefret kaynağı olarak yaşatmak adına Nemesis Anıtı açıldı.

Ne zaman açıldı?

Tarih olarak 24 Nisan 2023’te.

Gerçekçi olarak sormak gerekirse, hangi dönem ve tarihsel değişimin bağlamında açıldı?

Güya, Türk-Ermeni ilişkilerinin onarılacağı, tarihsel husumetin bir kenara bırakılıp, karşılıklı güven ve iyi komşuluk ilişkilerinin geliştirileceği bir dönemde açıldı. En iyi gösterge olarak da yaşadığımız 6 Şubat 2023 tarihli büyük depremde Ermenistan’dan gönderilen insani yardım konvoylarının yıllardır kapalı olan Ermenistan Türkiye sınırından karayolu ile gelmesi idi.

Peki, bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demezler mi adama?

Türkiye, bu asılsız soykırım yalanı ortaya çıkarıldığından itibaren, on yıllardır tüm Dünyaya, başta Ermenistan ve soykırım yalanının yandaş mimarları ve asıl sorunun ana kaynaklığını yapan ABD, Rusya, Fransa başta olmak üzere, tüm ülkelere, uluslararası bir tarih komisyonu kurulmasını, tüm ülkelerin arşivlerini açmalarını, bu iddiaların tarihsel bağlamda belgelerle, kayıtlarla incelenip, tarafsız bir komisyon tarafından araştırılıp, sonuçlandırılmasını dile getirmesine rağmen, bu düşmanca tavır ne ile açıklanabilir?

Bir yalan ve iftira üzerine kurulmuş böylesi bir kin ve nefret, sadece yaşanılan acıların yadedilmesi olarak görülemez. Görülür diyen bu milletin aklı ile alay etmiş olur. Sen acını yaşatmak adına, onlarca Türk diplomatının katillerinin cinayetlerine perde çekeceksin, bu vahşi terör eylemlerini kutsamak adına ülkenin başkentinde anıt dikeceksin, katillerin isimlerini milli kahraman olarak gösterip, o anıta yazacaksın.

Kaba tabiri ile, yemezler!

Bu anıt, olsa olsa Ermenistan’ı bir terör devleti olarak uluslararası arenada ismini başköşeye yazdırır. Bu anıt Ermenistan’ı, günümüzde PKK’ya vermiş olduğu her türlü desteğin bir tezahürü, ortak kinlerinin bir yansıması olarak gösterir. Bu anıt Ermenistan’ın aslında Türkiye ile iyi komşuluk ilişkisi kurma niyetinde olmadığının açık ve net ifadesidir. Sözle ifade edemediklerini, bu anıtla dile getirmişlerdir. Kaldı ki, Ermenistan anayasasında ve kanunlarında Türkiye’nin doğu topraklarının Ermenistan’a ait olduğunu gösteren maddeler hala mevcuttur. Türkiye’nin hal böyle iken bu terör devleti ile iyi komşuluk ilişkisi kurma rüyası görmesinin nedenini de anlayabilen varsa açıklasın lütfen.

Peki ülke olarak Türkiye, bu son derece düşmanca ve kışkırtıcı rezil harekete karşı nasıl bir tavır ve duruş sergilemelidir?

Son derece basit bir cevabı var.

Tüm ilişkileri kesip, kendi kaderi ile Ermeni devleti ve toplumunu baş başa bırakmalıdır. Toplumu da katıyoruz. Çünkü, Ermeni toplumu da bu yalanın inşasında, gerçekleri sakladıkları için, neneleri ve dedelerinin aslında ilk kavgayı, Türklere karşı ilk toplu katliamları başlattıkları ve bunları bilip dile getirmedikleri için, sonradan mahkemelerde delil diye kullanmak amacıyla hazırlanıp yazılmış olan sahte anı defterlerini bildikleri halde dile getirmedikleri için, Ermeni toplumu da suçludur. O dönemde hem Türkler hem Ermeniler aynı acıları yaşadıkları halde, Türkler de aynı dönemde Kafkaslardan sürgün edildikleri halde en az onlar kadar can kaybı verdikleri halde, Türklerin acılarını, kayıplarını görmezden geldikleri için Ermen toplumu da suçludur. Eğer Nemesis’ten adalet ve hakkaniyet isteniyorsa, hiçbir tarafın hiçbir tarafın kanından, canından, acısından yek diğer taraf üstün değildir. Ortada bir acı varsa, her iki taraf da aynı acıları yaşadı. Ortada can kayıpları varsa, her iki taraf da can kaybı yaşadı. Ve bütün arşiv belgeleri gösteriyor ki, soykırım adına ne bir devlet politikası ne de toplu bir hareket olmamıştır. Yaşanan ölümler tamamen, Dünya Savaşı şartlarında gelişen, karşı intikam hırsı ile yapılan saldırılar, yağmalar, cinayetler, hastalıklar vs kaynaklıdır. Ve yine bu gerçekleri gösteren sadece Osmanlı belgeleri değil, yabancı arşiv kayıtları da çok miktarda bulunmaktadır.

Ama en önemli belge ise, Ermenistan’ın ilk başbakanlarından Hovannes Katchaznouni ( Ovanes Kaçaznuni)’nin dile getirdiği gerçeklerdir. Sadece tarihi doğru okuyabilen yalan üzerine bir gelecek inşa etmeye çalışmayan temiz akıl ve temiz vicdan sahipleri tüm çıplaklığı ile gerçekleri görebilirler. Özellikle, anıtın açıldığı gün kendi milletine, Türk Milletine ve Devletine, tarihimizle yüzleşmemiz gerektiğini ifade edenlerde bir nebze utanma ve insanlık varsa, onların da tarihi gerçekleri doğru  okuması yerinde olacaktır. En azından ideolojik kör düşüncelerinden ve sapkın millet düşmanlığından umulur ki kurtulmuş ve gerçekleri görmüş olurlar. Ama ne fayda!

Adı, Hovannes Katchaznouni ( Ovanes Kaçaznuni ) 28 Mayıs 1918'de kurulan Ermenistan Devleti'nin ilk başbakanıdır. Bu görevde 13 ay boyunca kalmıştır. Taşnaksutyun Partisi'nin kurucularındandır. Ermeni milliyetçiliğinin ve siyasal ideolojisinin önemli liderlerinden ve fikir adamlarından biridir.

Kaçaznuni, şimdiki Romanya'nın başkenti Bükreş'te,1923 yılı Nisan ayında, Ermeni Taşnaksutyun Partisi'nin yurtdışında yapılan konferanslarından birinde kürsüde hazırladığı raporu bir tebliğ şeklinde sunmaktadır. Fakat işin ilginç yanı, Kaçaznuni'nin bu raporu 1923 yılında kitap haline getirilmesine ve yayınlanmasına rağmen, Ermenistan'ın ilk Başbakanının bu tarihi raporunun Ermenistan'da bugün dahi yasaklı olmasıdır. Çeşitli dillerde yayınlanan kitabın kataloglarda ismi olmasına karşın raflarda bulunamaması, kitabın Avrupa’daki kütüphanelerden ve yayınevlerinden toplatıldığı iddialarını kanıtlamaktadır. Oldukça uzun olan ve kronolojik bir sırayı takip etmeyen bu tarihi raporda şu ifadeler bir itiraf ve kabul niteliğindedir.

“Korkarım ki, benim son kanaatim - ki bunu telaffuz etmek gayet zordur, ama ben sadece vicdanımın sesini dinleyerek bunu söyleyeceğim. Ve bu konferans katılımcılarının toptan tepkisini, belki de öfkesini çekecektir. Ben buna hazırlıklıyım. Sözlerim, köklü kanaatlerin ve net bir bilincin sonucudur. Zira ben düşünmek, anlamak, muhakeme etmek, değerlendirmek ve duruş belirleyebilme yeteneğine sahibim.”

“1914 sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine katılmamışken, fakat savaş hazırlıkları içindeyken, Güney Kafkasya'da büyük gürültü içinde ve enerjik biçimde Ermeni Gönüllü Birlikleri oluşturulmaya başlandı. Sadece birkaç hafta önce, Erzurum'da yapılan kongrede, Taşnaksutyun Partisi bu birliklerin Türkiye'ye karşı gerçekleştirdikleri askeri eylemlere aktif biçimde katıldı.”

“Bu gönüllü birliklerin kurulması gerekir miydi sorusu, günümüzde elbette anlamsızdır. Tarihsel olayların kendine özgü bir mantığı vardır. Ancak yine de hataydı.”

“Ermeni Gönüllü Birlikleri kuruldu ve Türklere karşı faaliyetlere başladı. Bu gelişme, Ermeni halkının, hemen hemen çeyrek yüzyıl boyunca beslemiş olduğu psikolojik ortamın doğal ve kaçınılmaz bir sonucuydu. Bu psikoloji, kendini bir biçimde bulmalıydı ve onu buldu.”

“Ermeni Gönüllü Birliklerinin kurulması bir yanlışsa, bu yanlış, kökleri uzak geçmişte aranacak bir siyasal çizginin doğal devamı ve sonucudur. Biz bu gönüllü harekete aktif biçimde katıldık. Bu katılım, partimizin kongre kararına rağmen yapıldı.”

“1914 kışı ve 1915 yılının ilk ayları, Rusya Ermenileri açısından, bir heyecanlanma ve umut dönemiydi. Biz kayıtsız ve şartsız Rusya'ya yönelmiş durumdaydık.”

“Herhangi bir gerekçe yokken, zafer havasına kapılmıştık. Rusya'daki Çar hükümetinin, Güney Kafkasya Ermenistan'ı ile Türkiye'deki Ermenilerin bulunduğu yerlerin birleşmesi ile oluşacak Büyük Ermenistan'ın bağımsızlığını bize armağan edeceğinden emindik.”

“Aklımız dumanlanmıştı. Biz kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin boş sözlerine büyük önem vererek ve kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri anlayamadık ve hayallere kapıldık.”

“1915 yaz ve sonbahar döneminde, Türkiye Ermenileri zorunlu göçe ( tehcire ) tabi tutuldu. Türkler savunma içgüdüsü ile hareket etmişlerdi. Tehcir kararı amacına uygundu. Bütün bunlar Ermeni davasına ölümcül bir darbe vurdu.”

“Avrupa diplomasisinin vaatleri doğrultusunda, bağımsızlığımızın temelini oluşturması gereken bölgeleri boşalttık. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Sonradan da anlaşıldığı üzere, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözümü açısından bu yöntem en kesin ve en uygun bir yöntemdi.”

“Kötü kaderden şikâyet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi dışımızda aramak acıklı bir durumdur. Bu bizim milli psikolojimizin karakteristik bir özelliğidir.”

“Nihayet Sevr Antlaşması vardı ve bu anlaşma o dönemde basit bir kâğıt parçası değildi. Türklere karşı önemli bir kozdu. Sevr Antlaşması herkesin gözünü kör etmişti. Biz şimdi anlıyoruz ki, 1920 sonbaharında Türklerle ( Sevr Antlaşması pahasına ) doğrudan anlaşmış olsaydık çok şey kazanabilirmişiz. Ama o zamanlar bunu anlamıyorduk.”

“1919 ilkbaharında Ermenistan cumhuriyet delegasyonu ile milli delegasyon, barış konferansına yönelttiğimiz talepleri içeren memorandumu müttefik devletlere birlikte sundular Bu memoranduma göre aşağıda adı geçen toprakların Ermenistan devletinin sınırları içerisine girmesi gerekiyordu.

Sınırları genişletilmiş Güney Kafkasya Cumhuriyeti (Erivan eyaletinin devamı, Ardahan’ın kuzeyi hariç Kars ili, Tiflis eyaletinin güneyi, Gence eyaletinin güneybatısı ),

Türkiye’nin yedi ili ( Van, Bageş, Diyarbakır, Harberd, Sicas, Karin, Trabzon, Diyarbakır’ın güneyi, Sivas’ın batı kısmı hariç tamamı),

Kilikya’da dört sancak ( Maraş, Sis, Celal-Bereket, Aleksandretta ile Adana ),

Karadeniz’den Akdeniz’e, Karabağ dağlarından Arap çöllerine uzanan ‘Büyük Ermenistan’ tasarlanmakta ve talep edilmekteydi.”

 

“Bu emperyalist talep nasıl gerçekleştirilebilirdi?”

“Nasıl oldu da delegasyon ‘denizden denize’ talebini ortaya attı? Bu garip ve inanılmaz bir durumdur. Delegasyona şunu söylediler. Eğer bu talepleri öne sürmezse, Türkiye Ermenileri kendi meselelerini ‘Ararat’ cumhuriyetinin meselesinden ayıracak ve büyük devletlere bizden bağımsız olarak müracaat edecekler. Ayrıca Amerika’nın küçük Ermenistan’ı mandasına almayacağını, ‘Denizden Denize Ermenistan’ mandasını ise üstleneceğini söylediler.”

“En temel ve önemli konuların çözümü yönünde kendi irademizi ortaya koyamadık. Kendi yolumuza gidemedik, Başkalarının bizi peşlerinde sürüklemelerine imkân verdik. Amaçsız ve abartılmış talepler doğal olarak yerini acı bir hayal kırıklığına terk edecekti.”

“Denizden denize Ermenistan projesi gibi emperyalist bir talebe kapıldık. Ve ne acıdır ki kışkırtıldık. Türk, Kürt demeden Müslüman nüfusu katlettik. Yaptığımız bütün bu terör eylemlerinin amacı Batı kamuoyunu kazanmaktı.”

“Bizler devlet adamları değildik. Bir devlet ya da bir yurt ya da uluslararası diplomatik bir konu olarak Türkiye Ermenistan’ı diye bir şey yok; bu konu Lozan’da defnedilmiştir.”

“İsteyen herkes bizi kolayca atlattı, ihanet etti.”

 

Kaçaznuni, bu raporu bastırıp yayınlar. Raporun sonuna da, eski bir yoldaşına verdiği cevabını da ekler. Bu önemli ekte de, bir kez daha yapmış oldukları hataları adeta ifşa eder. Bu bölümde de dikkat çeken ifadeler şunlardır;

“Biz Sevr Antlaşması’nı imzaladık; bu antlaşma Türkiye’yi mahvedecekti. Ordularını Türkiye’ye göndermeleri ve tartışmasız olarak bize ait olduğunu söyledikleri vilayetlerde hâkimiyetimizi tesis etmeleri için Avrupa ve Amerika’ya resmi çağrılar yaptık. Nihayet şu da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türklerle savaştık.”

“Siz fikri arayışları sıkı bir sansüre tabi tutmak, ağızları kapatmak, söylenen sözleri gizlemek istiyorsunuz, zira kendi gücünüze güvenmiyorsunuz. Sizin kalpleriniz korku ve kuşku dolu.” 

Ovanes Kaçaznuni'nin 1923 yılı Bükreş Taşnaksutyun Partisi Kongresi'nde yaptığı yukarıdaki açıklamaları, soykırım yalanını çarpıcı bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu rapor Taşnak belgeleri arasında günümüzde dahi açılmamış olan Ermenistan Devlet Arşivi’nde ve Rusya arşivlerinde bulunmaktadır. Osmanlı Devleti içinde yaşanan terör faaliyetlerinde planlayıcı ve yönlendirici kuruluşlardan biri olan Taşnaksutyun Partisinin kendi kaynakları, Çarlık Rusyası ve Batılı emperyalist sömürgeci ülkeleri tarafından Ermenilerin Türklere karşı nasıl kullanıldıklarını çok net ortaya koyuyor. Bu açıklamaları ile emperyalistlere alet olduklarını, Osmanlı'ya ihanet ettiklerini, Osmanlı Devleti'nin tehcir kararının doğru olduğunu, bu raporun satır aralarında detaylı bir şekilde açıkça itiraf ediyor.

Türk Milletine, bu soykırım yalanı ve iftirasından dolayı tarihiyle yüzleşmesi gerektiğini söyleyen, sözüm ona Türk Devletini yönetmeye talip olup, TBMM çatısı altında Türk Milletini temsil etmeye soyunanlara asıl şimdi sormak gerekmez mi?

Siz emperyalist yalanlara dayanarak ABD ve Batı’nın bu topraklarda perdeli aparatlığını mı yapıyorsunuz?

Savunduğunuz söylemlerde emperyalizm karşıtı görünüp, anti emperyalist sloganların arkasına saklanıp, Türk gençliği başta olmak üzere aslında bu millete ABD ve Batı’nın yalan tarih bilincini mi dikte ediyorsunuz?

Dilinizden Atatürk’ü düşürmeyip, gardrop Atatürkçülüğü ile salon gösterileri yapıp, Atatürk’ün dahi bu soykırım yalanını birçok röportaj ve yazısında defalarca reddettiği halde, O’nun hatırası ve gerçekliği hilafına bu yalanı neden Türk Milletine hem de Türkiye topraklarında her yıl yansıtıyorsunuz?

Başta ABD ve Batı’nın emperyalist ülkelerinin askeri, ekonomik, siyasal ve politik üst düzey destekleri ile, PKK ve ASALA terör örgütünün kol kola, omuz omuza Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Türk Milleti’ne karşı son 40 yıldır sürdürdüğü terör eylemleri ve temelinde yaptıkları işbirlikleri ve anlaşmalar ortada iken, başta bazı aşırı sol ve sosyalist partiler olmak üzere, Türk basının da dahi bazı kalemlerin inatla ve ihtirasla bu yalan üzerinden Türk Milletini hedef almalarındaki asıl amaç nedir?

Bazı aşırı sol ve sosyalist partilerin, düşüncelerindeki ana unsur olarak ABD ve batı emperyalizm karşıtlığı başat hedef olarak ortada dururken, böylesi bir emperyalist yalanın bayraktarlığını yapıp, ulusal, milli bir sol hareket olmadıklarını göstermesinin ve bu yönde hareket etmesinin asıl sebebi nedir?

Yunanistan’daki istisnasız tüm sol ve sosyalist partiler Yunan Milleti söz konusu olunca, her 19 Mayıs tarihinde Türklerin Rumlara yaptığı soykırım yalanı üzerinde birleşirken, Ermenistan’daki istisnasız tüm sol ve sosyalist partiler Ermeni Milleti söz konusu olunca, her 24 Nisan tarihinde Türklerin Ermenilere yaptığı soykırım yalanı üzerinde birleşirken, Türkiye’deki bazı sol ve sosyalist partiler neden her iki tarihte de Ermenistan ve Yunanistan yalanlarının ve iddialarının tarafında yer alıyor? Neden Türk Milletinin yanında durmuyor?

Türkiye’deki bazı sol ve sosyalist partiler, Birinci Dünya Savaşı boyunca Balkanlar’da ve Kafkaslar’da soykırıma uğrayan, yüzlerce yıldır yaşadıkları topraklarından sürülen, tüm mal varlıkları gaspedilen yaklaşık 5 milyon Türkün haklarını, hukuklarını, hatıralarını ve anılarını neden savunan, dile getiren bir bildiri yayınlamıyor, uluslararası kamuoyuna gerçekte yapılmış olan bu soykırımı anlatmıyor, dile getirmiyor? En azından Yunanistan ve Ermenistan devletlerine bu kara lekeli tarihleri ile yüzleşmeleri gerektiğini neden söyle(ye)miyor, bu konuda bir özür ve tazminat talebinde neden bulunmuyor?

Yapamazlar. Söyleyemezler. Dile getiremezler.

Çünkü bu milletin değerlerini taşımıyorlar. Bu milletin tarihini onurla ve cesaretle ne yüreklerinde ne de düşüncelerinde taşı(ya)mıyorlar.

Hepsi, hiçbir ayrım olmaksızın, ABD’nin tek bir düdüğü ile tek sıra halinde, tek saf olmuş halde Türk Milleti’ne karşı aynı oyunun, aynı tezgahın içindedirler. Ve içlerindeki oyuncularla gayet de güzel oynamaya devam ediyorlar.

Mehmet Ali Aybar, Türkiye İşçi Partisi' in kurucu başkanı ve bu ülkenin yetiştirdiği, bu ülkenin değerlerini yüreğinde taşıyan gerçek soylu bir sol liderdi. Hayatta olsaydı, 1967’de Avrupa Russel Mahkemesi’nde Ermeni soykırım yalanına karşı verdiği o gerçek ulusal sol bilinçli yiğit davranışı ile, günümüzdeki sahtekarların, oyuncuların, kendi milletine karşı tarihiyle yüzleşmeli diyebilecek kadar alçalan, sözde sosyalist özde Batı emperyalizminin kuklası olanların yüzlerine hiç çekinmeden tükürürdü.

Ayrıca sormak gerekmez mi?

Bugün TBMM çatısı altında Ermeni bir milletvekilimiz varken, Ermeni parlamentosunda bir Türk milletvekili var mı, olabilir mi?

Bugün Ermeni asıllı bir Kaymakam devlet görevlimiz varken, Ermenistan’da Türk asıllı bir devlet görevlisi var mı?

Ermenistan sınırları içinde 1910 yılında Türk nüfus oranı %60 iken, günümüzde bu oran kaçtır? Yüzbinlerce Türk ne olmuştur? Türklerin mal varlıkları ne olmuştur?

Türkiye’de Ermeni vatandaşlarımıza hitap eden kendi gazeteleri vardır. Ermenistan’da Türkçe yayın yapan bir gazete var mıdır? Böyle bir yayın yoksa, bunun nedeni daha önce o topraklarda yaşayan yüzbinlerce Türk’ün yok olması mıdır?

Türkiye’de Ermeni soykırım yalanı ve iftirasını sürekli gündemde tutmak adına dönem dönem kitaplar, makaleler, bültenler yazılmakta, toplantılar yapılmaktadır. Ermenistan’da, Türklere karşı Ermeniler tarafından yapılan katliamları dile getiren bir kitap, bir dergi, olmadı ufak bir broşür dahi olsa, bugüne kadar yayınlanmış mıdır? Bu konuda Ermenistan’da kurulu gerek üniversitelerinde, gerekse sivil toplum örgütlerinde herhangi bir toplantı düzenlenmiş midir? Bu konularda Ermenistan devletine yapılan başvurular nasıl cevaplanmıştır?

Bu soruları çoğaltabiliriz.

Madem ki insan hakları var, madam ki her ulus eşit, madem ki bireylerin kimlikleri, düşünce ve inançları, dil, din, ırk ayrımı olmaksızın tüm Dünya vatandaşları için aynı, Ermenistan’dan da bu konularda aynı “insani” davranışları beklemek gerekmez mi?

Temiz akıl, temiz vicdan olmazsa olmaz.

Bir de elbette ki, gerçek kimliklerle siyaset yapmak önemli.

Çift kimlikle oynamak daima geçerli olmuştur bu topraklarda.

Aslını saklayıp, sahtesi ile gir aralarına, oyna oynayabildiğin kadar.

Otlanacak koyunlar elbette ki bulunur.

Rahmetli Neyzen Tevfik aklıma geldi.

Bir de söylediği o muhteşem dizeleri.

Geldikleri gibi gitmediler

Kimi itini bıraktı, kimi bitini

Kimi de piçini bıraktı.

Yoksa bu kadar şerefsizin

Bizden olması mümkün mü?

Irkçı Ermeni teröristlerin katlederek şehit ettikleri bütün devlet adamlarımıza, bürokratlarımıza, büyükelçi ve konsoloslarımıza, yakınlarına, tüm güvenlik görevlilerimize ve tüm vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet diliyor, aziz hatıraları önünde saygıyla, şükranla eğiliyor;

Bu ırkçı Ermeni terörünü lanetleme cesareti gösteremeyip, tarihi gerçekleri çarpıtarak, her yıl bu topraklarda Türk Milletine soykırım yalanını dayatanları kınıyorum.

Yitirilen her bir canın, dökülen her bir kanın yasını tutmak, ortak yaşanan acıların yasını dil, din, ırk ayrımı gözetmeden yaşamak ve yaşama haklarını savunmak insan olmanın yegane unsurudur. Bunun da temeli temiz akıl ve temiz vicdan ile doğruları dile getirerek acıyı ve yası paylaşmaktır. 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

google