Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul’dan Samsun’a
04 Eylül 2023, Pazartesi 16:32Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul’dan Samsun’a * 13 Kasım 1918 * 16-19 Mayıs 1919
Yazan: Osman Öndeş
GİRİŞ
Bu makale 13 Kasım 1918 ve 16 - 19 Mayıs 1919 tarihlerine ait eksik, yanılgılı bilgileri, belgeler halinde doğru olarak vermektedir. Bu nedenledir ki, bilgiler, belgeler çok değerli olmalıdır! Bu makale “Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul’dan Samsun”a başlıklı eserimden özetlenmişltir. Konuyla ilgili tüm Osmanlıca belgeler bu eserde mevcuttur. Benden talep edilmesi halinde, tüm belgeleri we transfer olarak gönderebilirim.([email protected]) Bu makale, 13 Kasım 18-918 günü bir sabotaj sonucu Haydarpaşa Garı ve çevresini berhava edenin İrlanda’ya yerleşmiş bir Ermeni doktor olduğuna dair bir İngiliz kaynağındaki bilgileri aktarmaktadır. Mustafa Kemal Paşa’nın 13 Kasım 1918 günü Sirkeci’ye hangi deniz aracı ile geçtiği değil, İstanbul’a intikali ile başlayan mucizevi yeniden doğuşun ilk adımları önemlidir.
Fakat nedense hemen pek çok yazar hangi araçla geçtiğini isimle vermeyi önemli saymış ve sıradan bir römorkörün adını kullanarak tarihin gerçekciliği karşısında yanlışı yayınlamışlardır. Bu dahi yetmemiş, sıradan bir römorkör kahraman yapılmış ve Türk Loydu Başkanı tarafından “Onur Belgesi” verilmiştir!
Bu makale, Mustafa Kemal Paşa’nın Haydarpaşa’dan Sirkeci’ye hangi deniz aracı ile geçtiğine ait gerçekdışılığı da düzeltir. Kartal Römorkörü yakıştırmasını ve bunun birkaç kişinin algı yaratmaktan öteye geçmeyen bir işgüzarlığı olduğunu belgeleriyle anlatır. Bu makale Amiral Caltrophe’un 7 Kasım 1918 tarihli talimatını verir. Bu talimat mağrur İtilaf Devletleri adına işgal edilecek İstanbul’da neleri yasaklandığını maddeler. Bu maddelerde ayni zamanda tüm römorkörlere el konulduğu emri vardır ve der ki;
Madde 16- El konulacak gemilere römorkörler ve liman hizmet deniz vasıtaları (Mavnalar ) dahildir.Bu maddeyi o tarihe mevcut olmayan Kartal römorkörünü “Kahraman” ilan eden yanılgı sahipleri artık anlasınlar diye bilhassa Bold olarak belirtiyorum.
Bu makale ayni zamanda aslında Seyr-i Sefain İdaresi arşivinde iken Bandırma Vapuru’nun fotoğrafının, halen akıbeti bilinmeyen ve kopyalarından birçoğu sahaflarda ve efemera müzayedelerinde ortaya çıkan fotoğraflar arasında olduğunu duyurmaktadır. Bu makale Bandırma Vapuru Süvarisi İsmail Hakkı (Durusu), Çarkçıbaşı Hacı Kadir Süleyman (Gür), II. Kaptan Üsküdarlı Tahsin (Dalaylı), Gemi Sökümcüsü Hüseyin İlhami (Söker)’e ait tüm doğru bilgileri belgeler vasıtasıyla yayınlamaktadır. Falih Rıfkı Atay’ın Pozitif Yayınları’ndan neşredilmiş “Batış Yılları” başlıklı eserinden bir alıntı yapmak isterim;“Atatürk devrimlerinin temeli layisizmdir. İçtimai hürriyetler.. İkisine de hıyanet ettik.
Biz bugün hikâyelerini anlattığım 1908 Meşrutiyet havası içindeyiz. Hâlâ davamızın bir uygarlık davası olduğunu kavrayamayanların kurbanlarıyız. “Bir defa vatanın yarısını kaybettik. Bir defa bütününü kaybettik. Battık! Gökten Atatürk indi ve öyle bir kaos içinden çıktık. Onun vefatından yirmi beş sene sonra,…. Türk çocuklarını koca imparatorluğu batıran zihniyetle yetiştiriyoruz. “Bir milletin aklını başına toplaması için Tanrı onu daha nasıl imtihandan geçirebilir? “Gençlere Atatürk’ü vatan kurtarıcısı asker olarak göstermek yetmez. O asıl devrimleri ile kurtarıcı olmuştur.”
Prof. Dr. Tolga Başak tarihî olayların belgelenmesi konusunda şöyle demiştir; 1 “Tarihî olaylar, tarihî kaynaklarla değerlendirilir. Kaynakların farklı ve çeşitli olması, olayların tarafsız, anlaşılabilir ve doğru bir şekilde yorumlanması açısından önemlidir. Bu nedenle tarihî olayları tanımlamada tek taraflı kaynaklardan ziyade çoklu kaynak değerlendirmeleri yapılmalı, tarihteki sorunsallar karşılaştırmalı okumalarla çözümlenmeye çalışılmalıdır.” Son derece önemli bir değerlendirmedir ve tarihi gerçekleri saptırmadan verebilmek adına asıl kaynaklara saygı duyulmalıdır.
Recaizade Mahmut Ekrem’in 1896’da yayımlanmış “Araba Sevdası” başlıklı romanındaki kahramanı Bihruz Bey, Üsküdar Vapur İskelesi’nde arabadan inip kayık iskelesine yürür. Otuz kadar kayıkçılar etrafını kuşatarak malûm olan lisan ve hareketleriyle, çığırtkanlıklara ve rahatsız etmeye başlarlar. Bihruz Bey, İzmir Vapuruna gideceğini söyler ve evvelce tanıdığı kayıkçıya yönelir, iskeleden açılırlar. Bihruz Bey sorar; “Vapurun nerede olduğunu bilir misin?” “Biz o vapurlara her saat müşteri götürürüz.. Hiç bilmeyiz olur mu? “Bugün İzmir’e gidecek var mı?” “Olmaz mı ya? Her hafta İzmir’e vapur var.. Hiç bilmeyiz olur mu?” Kayıkçılar kürek çekmeye devam ederler..Bir vapura yaklaşınca kayıkçı; “İşte İzmir vapuru. Salıpazarı’nın önünde yatıyor..” “Hangisi?” “Nemse vapuru, (Avusturya - Macaristan) dumanı çıkıyor daha! Görüyor musun?” Kayıkçılar Bihruz Bey’i Alman Lloyd kumpanyasına ait Galatae isimli vapuru çıkarmışlardır. İzmir’e değil, Trabzon’a gitmektedir..Nemse değil, Alman vapurudur. Bihruz Bey aradığını bulamaz ve sonunda kendini bekleyen ayni kayıkçılarla Üsküdar’a dönmek üzere yola çıkar. Dönüş yolunda kayıkçı sorar; “Yolcunu gördün mü?” “Hayır! Görmedim..”
“Dün gitmiş olmasın?” “Dün, İzmir’e vapur var mıydı?” - Vardı ya! Dün Fransızın postası idi, bugün Nemsenin yarın da Moskof’un var...
2 Osmanlı limanları arasında yolcu ve yük taşımacılığı yapanlar hep yabancı bayraklı gemilerden oluşurdu. Onlar, mağrur ve gururlu İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Rus, Yunan ve hatta zamanla Romanya ve Bulgar bayraklı gemilerdi. O devrin insanları yabancı bayraklı vapurla seyahat etmeyi kanıksamakla kalmamışlar, bir tercih ve övgü algısı haline getirmişlerdi.. Yabancı vapurların üstün rahatlığı ile övünür olmuşlardı!
Prof.Dr. İlhan Ekinci’nin 3 Osmanlıda deniz ticareti konularında çok değerli çalışmaları yayınlanmıştır. Bunlardan biri “Osmanlı'da Yabancı Vapur Kumpanyaları ve İmajları Hakkında” başlığını taşır ve der ki; “Reform sürecine yapacakları katkıdan dolayı Tanzimat bürokrasisinin yabancı vapur kumpanyalarına seleflerinden daha hoşgörülü yaklaşmış oldukları bilinmektedir. Fakat, yabancı vapur kumpanyalarının Osmanlı Devleti'ndeki görünümü Tanzimat’la değil, yirminci yüzyılın başında olgunlaşmıştır ve deniz ticaretini kapitülasyonlar, siyasî, ekonomik zaaf ve boşluklardan dolayı ele geçirmiş, Osmanlı gemicilik şirketlerinin gelişmesini önlemiş, kabotaja egemen olmuştur. “Yüksek kâr sağlayan Osmanlı limanları arasındaki ticaret dışındaki tüm deniz ticari faaliyetleri de Avrupa'ya doğru ve yönelik yapılmaktaydı. Osmanlı limanları arasındaki ulaşımda, İmparatorluk yıkılıncaya kadar artan yabancı hakimiyeti söz konusuydu.
Bu faaliyetlerin aracı olan buharlı gemiler Osmanlı ülkelerinin veya sahillerinin birbirleriyle olan bağını değil, sahillerin Avrupa’nın önemli limanlarıyla olan bağını güçlendiriyordu. Bir yabancılaşma aracıydılar. Bu gelişmelerin yoğun olarak yaşanmaya başladığı dönem Tanzimat devriydi ve sonuçları itibarıyla da merkeziyetçiliği güçlendirmeyi hedefleyen devlet adamlarının amaçlarının tam tersi yönünde bir gelişmeydi. “Medeniyetin simgesi olarak yabancı vapurlar başka bir dünyaydı. Osmanlı sularında hatta limanında olunsa bile vapurlar, binildiğinde serbest (farklı) davranılan (davranılması gereken), adeta hukukî konumlarını ifade eden bayrağı çekilen ülkenin toprağı haline geliyorlardı. O ülkenin kültürü, medeniyeti olan bu gemiler, binenlerin özenli davranışlar sergilediği, halkın, içinde uygulanmakta olan adet ve geleneklerine hazırlandığı, başka ülkelerin toprakları, özgürlük alanları gibi algılandı. Hatta duyulan hayranlıkla, özellikle büyük sahil şehirlerinde ekonomik, siyasî etkileri bir yana, etkin kültürün bir parçası haline geldiler. Başlangıçta, ilgi, hayranlık, uyandıran bu gemiler, yüzyılın sonunda tepkilere, boykotlara maruz kalan, hareketleri sınırlandırılmaya çalışılan, kabotaj düşmanı, ekonominin önünde engel, posta tekelini ve güvenliğini zedeleyen unsurlar olarak algılanmaya başladılar.” Ahmet İhsan, “Matbuat Hatırlarım” başlıklı eserinde; “Meşrutiyet sonrası Türklerin iktisat gözlerini kapayan kalın perde kaldırmamış ise de, o karanlık perdenin arasını 1908 intkilabı açmıştır ve Cumhuriyet devri bu perdeyi sıyırmıştır. Perde sıyırılınca etrafımızı saran ateşi çok iyi gördük, anladık. Tehlike anlaşıldıktan sonra çaresini bulmak mümkündür. Uğraşa uraşa, sıkıntılar çeke çeke mutlaka bu fırtınadan kurtulacağız, benim inancım budur” diye yazmıştır.
Yaşadığı devri şöyle resmeder; “İstanbul Başdefterdarlığı’nda bulunmuş olan büyükbabam Muhtar Efendi’den kalma Vaniköy’deki yalımızda ben dünyayı ilk görüp anlamaya başladığım vakit, aile doktorumuzun adı Andonaki, eczacımızın adı Petraki idi. Babamın sarrafı Artin idi. Bakkalımız Bodosaki, terzimiz Karnik, kuyumcumuz Garbis, berberimiz Yani idi. Yalımızın önünden kayıkla geçen tefeci Mişon, gevrekçi Yanko, yemişçi Vasil bize her gün mal satardı. Yalıda sandalcımız Dimitri idi, ayvazın adı İstapan idi; Bohçacımız Mannik Dudu idi. Biz, bu bir sürü yabancılardan alışverişi çok doğal buluyorduk. Paralarımızı onlara düşünmeden verirdik. Çünkü İstanbul’un Türkleri ya Mevleviyet Tahsisatı veya Arpalık Parası alan başı sarıklılardan, yahut maaşlı olarak kalemlerdeki memurlardan ve zabitlerden ibaret idi. Ticarete, sanayie, esnaflığa hakaretle bakardık. Bu işleri İstanbullu Beyler kendilerine lâyık görmezlerdi. İstanbul Türkleri hemen hep hazır yiyici idiler.
Anadolu’dan ve Rumeli’den şehre gelen Türkler ise hamal, küfeci ve rençberlikten ileri geçemezlerdi ve bu zavallılara “Kaba Türk”, “Leblebici Türk” derlerdi. Bizi Boğaziçi’inden İstanbul’a indiren vapurların kaptanlarının hiç birisi Türk değildi..” Falih Rıfkı Atay ömrü boyunca tanık olduğu o yıllardaki cahilliği, cehaleti sayfalar boyunca anlatır. Bunlardan ibret alanlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin yokluklardan nasıl bir yıldız gibi doğduğunu idrak edebilirler. Der ki; “Küçükten beri işittiğimiz ‘Biz adam olmayız’ sözü üzerinde gençlik ateşi ile tartışmalar yapıyorduk. Çocukluğumun bu son yıllarından kalma bir hatıram, aydınlardaki karamsarlığa karşı halk maneviyatının yerinde oluşuydu. Halk için bütün bozgunlardan ve kötülüklerden korkaklar, satılmışlar ve kötüler sorumluydu. Bir gün Rumeli Kavağı kahvesinde otururken ak sakallı bir balıkçılar ağasının toprak tabya üstündeki iri topu göstererek; “Bu toptan bir burada, bir Çanakkale’de var, üçüncüsü de İngiltere’deymiş” deyişindeki hâli şimdi de gözümün önüne gelir. Ona göre Rusya bir yana, bu top bir yanaydı. Biz son elli yıl içinde halkı yıktık. Osmanlı aydınlarından çok, biten eski tarih halkta destan olarak devam ediyordu. Bu halk maneviyatını ne Tanzimatçı padişah ve vezirleri, ne de Meşrutiyetçiler değerlendirebilmiştir. “Önce İstanbul’u ikiye ayıralım; Hristiyan ve Frenk semtleri, Müslüman semtler. Tanzimat’tan bu yana Hristiyan ve Frenklerde Batısal gelişmeler, Müslümanların da Saray ve Babıâli alafrangalığındaydı.
Müslümanların çoğu hazne fıkarası, esnaf ve sokak takımı, Tanzimat çarşıları yüzde yüz Hristiyanların elinde. 1912’de bir Yunan vesikası bütün Osmanlı İmparatorluğu’nda bir tek Türk bakkal olmadığını yazmaktaydı. I.Dünya Harbi’ndeki millî iktisatçılık politikasına rağmen, Rumlar ve Ermeniler çekildikten sonra Anadolu çarşılarının nasıl kapandıklarını gözlerimle gördüğüme göre, bu vesika gerçeğe yakın olmalıydı. “Müslüman terzisi şalvar diker. Müslüman kunduracı mes, yemeni, takunya, nalın ve terlik yapar. Batı kılığındaki Müslümanların hepsi Hristiyan dükkanlarının müşterisidirler. Zengin dendiği vakit saray ve Babıâli büyükleri, rüşvetçiler yahut Hristiyanlarla Frenkler hatıra gelir…
“Beyoğlu’nda bir İstanbul’lu Türk ‘Yerli’liğini kolayca hisseder. Dükkanlardan çoğu Türkçe konuşana cevap vermez, ancak ‘tenezzül’ eder. Yan sokaklardan bazılarının adları Fransızcadır ve Fransızca yazılmıştır. “Karşı Türklerinin Türkçe konuştukları pek duyulmaz… Türklüğünden utanan, Türklüğünü saklayan biri ‘Alafranga’dır! “..Kendimize Türk demezdik. Okullarda Arab’a Arap, Arnavut’a Arnavut, Rum’a Rum, fakat kendimize Osmanlı derdik.
Padişahın nöbetçileri, bekçileri, koruyucuları Arnavut, ağaları Zenci, Haremi Çerkez idi… “Pera Palas Oteli’nin geniş salon percere camı önünde koltuğuna gömülüp pipo veya sigarasını tüttüren ve gelip geçenlere yan bile bakmayan kırmızı yüzlü seyyah: En üstünü oydu. “Arkasında kâgir evlerinin açık kapılarından neşeli kadınlarını gördüğümüz, hepsi iyi giyinmiş, rahat ve farklı Hristiyanlara gıpta ederdik. Müslüman semtlerinde fenerler sönerken, Hristiyan semtlerinde kaynaşma geç vakitlere kadar devam ederdi. “Yanlız yabancılar değil, çoğu bir yabancı uyruku ‘Himaye’ vesikası taşıyan Hristiyanlar da imtiyazlıydılar. “Kapitülasyonları henüz bilmezdik. Fakat Osmanlı polisinin ve hafiyelerinin ne Pera Palas, ne de Anadolu Demiryolları İdaresi kapısından içeri giremeyeceğini bilirdik. Hatta eğer Yunan uyruklu ise, Rum meyhanesinde de ‘Dokunulmazlık’ içindeydiniz.
Yabancıların zabıtası ve adliyesi konsolosluklardı. “Şapka puttan sonra gâvurluğun başlıca alâmeti (Simgesi) iken, bütün Müslümanların şapka önünde bir aşağılık duygusuna kapıldığını gösteren küçük tesadüfler gözümün önüne gelir. “Boğaziçi’ne işleyen Şirket-i Hayriye ve Adalar’a Kadıköy’ü ve Köprü’ye bağlayan İdare-i Mahsusa vapurlarında kaptanlar ve kamarotlar Türktendi. Kılıkları pek kötüydü. Hepsi kravatsızdı. Kravatlı, iyi giyimli Türk kaptan ve memurunu biz Anadolu Demiryolları’nın beyaz boyalı Haydarpaşa vapurlarında gördük. ‘Ah bir ecnebi kumpanyası memuru olsak’ derdik.
Tramvaylar, havagazı, su, limanlar, fenerler, rıhtımlar, ne kadar banka varsa hepsi yabancı, kadrolarının yüzde doksandan fazlası da Hristiyan idi, yahut kendi uyruklarındandı. Bütün devlet kadrosu, bu idarelerin besleyici peşin maaşına hasret çekerlerdi.. “Semtler sayılı kabadayıların korkusu altındaydı. Esnafı haraca kesen bu kabadayılar, birtakım konakların da beslemeleriydiler. Efendileri adına korkutur, döver yahut vururlardı. ‘Bir gün Hristiyanlar gibi kâgir evlerimiz olmayacak mı?’ diye Rum ve Ermeni evlerine gıpta ederdik. “Bizim Şirket-i Hayriye vapurları, hatırlı kimseler için istiflerini bozmayarak o hatırlı kişileri ağır ağır vapura gelinceye kadar beklemek zorundaydılar.Ne vapur ve ne de yolcuları vaktinde gelirdi. Ayni efendilerin Kartal İstasyonu’unda (Anadolu Demiryolları’nın başkanı) Hügnen’in trenine doğru seğirtişleri görülecek şeydi. Yabancı şirketler Osmanlı rütbesini veya üniformasını tanımazlardı.” Sayfaların imkanları bu makalem özünde Mustafa Kemal Paşa’mızı minnetle anmak adına, hataların düzeltilmesi için arşiv kaynaklarına dayalı bir fırsat olmaktadır. Kaydedeceğim hatalar çok yan konular olsa da, hemen her yazar tarafından israrlı bir şekilde ön sıralara çıkarıldığından, tarihin gerçekliğini istismar etmektedirler. Umarım bundan sonra bu yanılgılar kullanılmayacaktır.
Bandırma Vapuru hakkında
Bandırma Vapuru’nun Kymi adıyla olan ve aslında var olan fotoğrafı bir başka ülkenin denizcilik müzesi arşivindedir. Bu fotoğrafta Kymi adıyla Marmara’da sefer yaparken Erdek önlerinde kayalara bindirmişti. Oradan kurtarılmıştır. Kymi adıyla Erdek önlerinde kayalıklara bindirmiş halde ve kurtarma çalışmaları yapılırken. Tarih: 16 Aralık 1891.
Kaynak: Osman Öndeş arşivi.© İkinci fotoğraf gerçek Bandırma Vapuru’dur.
Bu fotoğraf Seyr-i Sefain Fotoğraf Albümü’nde kayıtlı idi. Bu arşiv son yıllarından TDİ- Türkiye Denizcilik İşletmesi’nin Salıpazarı’ndaki bir ambarına yığılmış, karanlık, izbe bir depo içindeki çelik raflarda ve envanter dışı olarak duruyordu. Bu fotoğraflardan birçoğu zaman zaman Efemera Müzayedelerinde ortaya çıkmaktadır! Bu fotoğraflar 1926 ve 1927 yılı Seyr-i Sefain İdaresi Tarihçesi’nde de yer almıştır. Böylece resmî kurumlar ve tarih yazarları doğru bir Bandırma fotoğrafına kavuşmuş olacağı gibi, karikatürist/ressam Salih Erimez’in çizdiği hayali ve aslıyla hiçbir ilgisi olmayan Bandırma Vapuru tablosu, umarım bundan böyle kullanılmayacaktır.
Bandırma Vapuru. Kaynak: Seyr-i Sefain İdaresi /TDİ Fotoğraf Arşivi. Yanlış kullanılan bir vapur fotoğrafı hakkında da açıklama yapacağım; Benzetildiğinden dolayı Gelibolu vapurunun fotoğrafı bazı eserlerde, makalelerde vs.’de Bandırma Vapuru diye yayınlanmaktadır. Gemiler dizayn bakımından birbirine benzeyebilirler, hatta ayni dizayna sahip seri halde birkaç gemi de inşa edilmiş olabilir. Nitekim, çok usta bir resim sanatçısı olan Grafiker/Ressam Firuz Aşkın’ın, denizcilik ve gemiler çok değerli ressamı Cumhur Koraltürk’ün Bandırma diye çizdiği yağlıboya tablolar gerçek Bandırma vapuru değil, Gelibolu Vapuru’dur. Ben de, Bandırma Vapuru fotoğrafının ortaya çıkmasından önce bu tabloları eserimde Bandırma vapuru diye kullandım ki yanlıştır! Gelibolu Vapuru;
Kaynak- Seyr-i Sefain İdaresi TDİ Fotoğraf arşivi.
Tarih 6 Eylül 1917,Saat 16.30 idi.. Müthiş bir infilak oldu..
Haydarpaşa Sabotajı’nın ilk saatleri. İnfilaklar diğer cephane sandıklarına doğru yayılarak felaketi faciaya dönüştürüyor. Çevrede, ayrıca Doğu Cephesine gidecek Avusturya ve Alman Ordu birliklerine ait çadırlar vardır. Kaynak: Alman Devlet Arşivi./IWM-Imperial War Museum arşivi.
Bu makalemde Haydarpaşa Tren İstasyonu ve çevresinde 6 Eylül 1917 tarihinde gerçekleştirilen sabotajı Alman Devlet Fotoğraf Arşivi ve bu arşivin kopyalarını kendi arşivlerinde de muhafaza eden İngiliz Imperial War Museum’daki fotoğraflarla belgeledim. Amacım yanılgıları tarihin penceresi olan o anlara ait fotoğraflarla anlatmak. Mustafa Kemal Paşa 13 Kasım 1918’de Haydarpaşa’ya vardığında şöyle anlatımlar vardır; “İşgal güçlerinin gösteriş geçişinin sona ermesini Haydarpaşa Garı’nın köşesindeki çayhaneden çaresizlik içinde 3-4 saat seyretmek zorunda kalan Mustafa Kemal Paşa..” Ben de soruyorum; “Ne çayhanesi?....” Haydarpaşa yıkıntı haldedir…
İşgal Güçleri denilen İtilaf Devletleri harp gemileri Marmara’dan gelerek Büyükdere’ye kadar, hatta Moda Koyu’na kadar yayılarak demirleyecekler, bazı harp gemileri Karaköy / Galata Rıhtımı’ndan Tophane’ye kadar rıhtımlara aborda olacaklardır. Bu olay İstanbul’un işgalidir ve onlarca harp gemisinin ve yardımcı gemilerin demirlemesi veya rıhtımlara aborda olması muazzam bir olaydır. Haliyle saatlerce sürecektir. Özünde Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul, 1453’den buyana ilk defa işgal edilmektedir. Böylesine muazzam bir işgal filosunun deniz trafiği bakımından güvence alınması adına, Sarayburnu - Kız Kulesi arasından Boğaz’a girişleri sırasında tüm diğer deniz araçlarının hareketi durdurulmuştur.
Mustafa Kemal Paşa, yaveri Cevat Abbas ve kendisini karşılamaya gelmiş olan eski dostu Dr. Rasim Ferid (Talay) trafik açılıncaya kadar Haydarpaşa İstasyonu civarında beklemişlerdir. Bazı anlatımlarda “Haydarpaşa Garı’nın köşesindeki çayhaneden çaresizlik içinde 3-4 saat seyretmek zorunda kaldığı” dahi masal halinde tasvir edilmektedir. Bu durumda 6 Eylül 1917’de berhava olan Haydarpaşa Garı’nın bir köşesinde çayhane olduğu ve olmadığı hususunun nasıl hayalsi bir ekleme olduğu, okurun bu eserdeki fotoğraflara bakarak değerlendirmesine bırakılmaktadır. Haydarpaşa’daki cehennem, tarihin değer yargısına saygı amacıyla bu nedenle anlatılmış ve görüntülenmiştir! Bu felaketi planlayan İngiliz İstihbarat Servisi SIS veya M16’nın kurucusu Mansfield Cummins, Almanların Kreuznach’ta çıkan bir yangında ele geçirilen bir Alman gizli belgesi sayesinde, Türklerin Orta Doğu’da taarruz hazırlığında olduklarını öğrenmiş ve gerekli silah ve cephanelerin sevk edilmek üzere Haydarpaşa İstasyonu civarında stoklandığını da tespit etmişti. O kadar ki, asıl cephane depolarının yerlerini bile böylece öğrenmiş oluyordu. Şimdi sıra süratle bir casus bulmasına geliyordu..Haydarpaşa’yı hava uçurmak için aradığı casus İstanbul’da yaşayan ve Türklere kin güden birisi olmalıydı. Nitekim bir Ermeni doktor işine yaradı. Gizli İstihabarat Servisi - SIS’in ilk başkanı Mansfield Smith Cummins, bacağındaki arazdan dolayı topallayarak yürüyen, kalın yapılı bir deniz subayı olarak tanındı. Ayni zamanda MI6’nin başkanıydı. Seçtiği casus adayı, yine MI6’da Türkiye aleyhine casusluk yapmasını sağladığı İrlanda’lı Ermeni Doktor Roupin idi. Adını Fransıza benzetmek için George Roupin yaptılar.
Sabotaj sırasındaki infilaklarden en az zarar gören binalar bile birkaç duvardan ibaret harabeydiler. Daha kenarlardaki hatlarda olan bazı vagonlar sağlam kalmış, benzin yüklü variller patlamadan etrafa saçılmıştı. Kaynak: Alman Devlet Arşivi./IWM-Imperial War Museum arşivi.
“Roupin” soyadı, bir Fransız görünümü vermek amacıyla Ermeni Doktor George (Gevorg)’a takılmış yakıştırma bir soyadıdır. “Hasta Türk” olarak kayda geçmiştir! Hasta kelimesi, kin duyan anlamında kullanılmıştır.
Felaket çok daha hızlı şekilde yaklaşıyordu İngiliz tarihçilerin deyimi ile “Yanlış ata oynadı” denilen Osmanlı Devleti’nde Talat Paşa Hükümeti direnmeye çalışıyordu. Sadrazam Talat Paşa Eylül 1918’de Almanya’nın Berlin kentini ve Bulgaristan'ın Sofya kentini ziyaret etti. Savaşın artık kazanılamayacağını anlayarak oradan ayrıldı. Nitekim Selanik Harekatı olarak da bilinen Makedon Cephesi’nde, General Louis Franchet d’Espèrey komutasındaki İtilaf Devletleri ordusu Eylül 1918’de ani bir taarruz harekatı başlatmış ve Bulgar Ordusu yenik düşmüştü. Bu yenilgi Bulgaristan’ın sonu oldu ve 29 Eylül’de ağır şartlar içeren bir ateşkes antlaşması imzalayarak Bulgaristan savaştan çekildi. Bulgaristan’ın teslim olması sonucunda Osmanlı Devleti ile müttefikleri arasındaki kara bağlantısı kesildi.
Haydarpaşa İstasyonu ve çevresi, sabotaj sonucu yanıyor ve heryer harabeye dönüyor.. Kaynak: Alman Devlet Arşivi./IWM-Imperial War Museum arşivi.
Almanya muhtemelen ayrı bir barış arayışındayken, Osmanlılar da bunu yapmak zorunda kalacaktı. Talat Paşa iktidar partisinin diğer üyelerini istifa etmeleri gerektiğine ikna etti; çünkü İtilaf Devletleri Osmanlı Devleti’ni I.Dünya Harbi’ne sürükleyenlerin hâlâ iktidarda olduğunu düşünürlerse çok daha sert şartlar dayatacaklardı. 5 Ekim 1918’de Osmanlı hükümeti İspanya aracılığı ile İtilâf Devletleri’ne barış teklif etti. Aynı günlerde Almanya ve Avusturya da benzer girişimlerde bulundular. Ancak Osmanlı Devleti’nin hem birinci teklifi hem 12 Ekim’de yaptığı ikinci başvuru cevapsız kaldı. 13 Ekim 1918’de Talat Paşa ve hükümeti istifa etti. 14 Ekim 1918’de İttihat ve Terakkî politikalarına karşı olan Ahmed İzzet Paşa Sadrazam oldu. Bu hükümette Rauf Bey (Orbay) Bahriye Nâzırı olarak görevlendirildi.
Sadrazam Ahmed İzzet Paşa’nın ilk icraatı İtilâf devletleriyle barışı tesis etmek için harekete geçmek oldu. Bu amaçla, Irak cephesinde Osmanlı Kuvvetleri’ne esir düşüp Büyükada’da ikamete tâbi tutulan İngiliz Generali Townshend’e İngiltere ile Osmanlı Devleti arasında aracılık yapması teklif edildi. İngiliz General Charles Vere Ferrers Townshend bir ateşkes anlaşması yapması için Müttefiklerle görüşmek üzere görevlendirildi. İngiliz Kabinesi, Paris’te kararlaştırılmış mütareke taslağının İngiliz müzakerecilere iletileceği esnada savaş durumunu daha genel bir açıdan masaya yatırarak, Türkiye’nin savaş dışı kalmasıyla elde edilebilecek fırsatları ve bu doğrultuda ödenebilecek bedeli yeniden değerlendirme altına almıştı. Aslında İngiliz Kabinesi’ni böyle yeni bir değerlendirmeye iten gerekçe General Townsend’in Midilli’den gönderdiği telgraf oldu.
Mondros Mütarekesi görüşmelerinin yapıldığı Agamemnon muharebe gemisi. Kaynak:IWM arşivi.
Mondros Limanı’nda İtilaf Devletleri’ne ait harp gemileri ve onlarca ticaret gemisi..Kaynak:IWM Arşivi.
Olaylar hızla gelişiyordu; Hariciye Nezareti Müsteşarı Reşat hikmet ile 8. Ordu Kurmay Başkanı Sadullah Bey, müzakrelerde Bahriye Nazırı ve Müzakerelerde Osmanlı Devleti’ni temsil edecek olan heyetin başkanı Mehmet Rauf Bey’in siyasî ve askerî danışmanı olarak görev aldılar. Heyete kâtip olarak Saray Başkâtibi Ali Fuat (Türkgeldi) Bey’in oğlu Ali Bey seçildi. 6 Mütareke heyeti gönülsüzce de olsa Sultan Vahdeddin tarafından onaylandı. Heyete verilecek talimatname zaten daha önceden Harbiye ve Hariciye Nezaretleri tarafından hazırlanmış olduğundan, Sadullah Bey dışında tüm üyeler 24 Ekim’i 25’ine bağlayan gece yarısı Bandırma’ya gitmek üzere Peyk-i Şevket torpidosuyla İstanbul’dan ayrıldılar.
Heyetin son üyesi de Bandırma’da hazır bekliyordu. Bandırma’dan trenle hareket ettiler ve 26 Ekim şafak sökerken Muzaffer römorkörüyle İzmir’den çıktılar. Foça açıklarında bir İngiliz açık deniz mayın arama tarama gemisine geçtiler. Bir açık deniz balık avlama gemisi iken (Trawler) mayın tarama gemisine dönüştürülmüş bu küçük gemide I.Dünya Harbi öncesinde İzmir’de İngiliz yardımcı konsolosu olarak görev yapmış olan C.E. Heatcote Smith kendilerini karşıladı. Bu kişi Midilli’den Batı Anadolu’daki İngiliz istihbarat faaliyetlerini yönetmekteydi. Kısa seyahat süresince Türk heyetini etkilemeye çalışan sözler söyledi. Gemi Midilli Adası’nın Skala Kalloni Körfezi limanı’na vardı. Burada beklemekte olan Liverpool kruvazörüne aktarıldılar. Gemi hemen hareket etti ve 26 Ekim akşam saat 22.000 civarında Limni Adası’nın Mondros Limanı’na ulaşıldı.
Türk heyeti ikamet edecekleri harp gemisi Agamemnon’a geçtiler. Burada Amiral Calthorpe tarafından İngiliz nezaket protokolünün tüm kuralları ile karşılandılar. Saatin geç olması ve deniz seyahatinin olumsuz etkilerinden dolayı Türk tarafının isteği üzerine ilk toplantının ertesi sabah yani 27 Ekim Pazar sabahı Saat 09.30’da başlaması kararlaştırıldı. Toplantıda Bahriye Nazırı Hüseyin Rauf Bey başkanlığında Hariciye Nezareti Müsteşarı Reşat Hikmet Bey, Askerî Danışman Yarbay Sadullah Bey ile Sekreter olarak Ali (Türkgeldi) Türk Heyeti olarak yeralırken, Koramiral Arthur Gough- Calthorpe başkanlığında, İngiliz Ege Filosu komutanı Tuğamiral M. Culme Seymour, Amiral Calthorpe’nin Kurmay Başkanı Komodor Rudolf Miles Burmester (I.Dünya Harbi son döneminde Büyük Britanya Akdeniz Filosu Komutanı ) ile iki İngiliz deniz subayı yeraldılar. Görüşmelerin son oturumu için 30 Ekim akşamı Saat 21.25 itibarıyla tekrar bir araya geldiler. Müterekeyi uygulamaya yönelik karar metni ertesi gün (31 Ekim) yerel saatle öğle vakti itibaıyle taraflar arasındaki savaş hali son bulacaktı. Saat 10.03 itibariyle Mütereke Metni taraflarca imzalandı ve durum telgrafla İstanbul’a bildirildi.
Amiral Calthorpe da ertesi gün Londra’ya gönderdiği bir telgrafla görüşmelerin tamamlandığını ve imzalı metindeki maddeleri bildirdi. Rauf Bey başkanlığındaki Türk heyeti İngiliz kruvazörü Liverpool ile gece yarısı Mondros’tan ayrılarak İzmir’e döndüler ve Bandırma üzerinden 1 Kasım günü İstanbul’a vardılar. Yapılan açıklamalarda İngilizlerin Türklüğün yok edilmesine karşı oldukları, zannedilmesine rağmen memleketimizin işgal edilmeyeceği, İstanbul’a asker çıkartılmayacağı, tersanelerimizin işgal edilmeyeceği, Adana’nın düşman eline geçmeyeceği gibi bir sürü pembe bir tablo çizilmesine rağmen, bunun tamamen hayalden öteye geçmeyen bir safdillik olduğu çok geçmeden ortaya çıkacaktı. İttihat ve Terakkî Partisi 1 Kasım 1918’de yaptığı olağan üstü kongrede kendini feshetti.
Partinin üç lideri, savaşın muktedir adamları Enver, Cemal ve Talat paşalar gizlice ülkeyi terketmek mecburiyetinde kaldı. Memleket artan bir hızla işgal edilmeye başladı. İngiliz irtibat subayları Karasubayı Yarbayı Murphy, Yüzbaşı Hoyland ve Teğmen Dweik olmak üzere Çanakkale’ye geldi ve buradan kendisine tahsis edilen Basra ganbotu ile İstanbul’a intikal etti. Basra ganbotu 7 Kasım günü Galata’ta Karaköy rıhtımına yanaştı. Heyetin görevlerinden biri tutsak olan İngiliz askerlerinin memleketlerine dönmeleri için gerekli uygulamaları sağlamak,Türk ordusunun silahsızlanması için gerekli emirleri iletmek ve Mondros Mütarekesi hükümlerinin uygulamaya başlatılmasını denetlemekti. Galata’da toplanan Rumlar tezahürat yaptılar ve “Yaşasın İngilizler” diye taşkınlıklarını artırdılar. Sayıları giderek artacak olan İtilaf devletleri heyetleri için hükümet Pera Palas ve Tokatlıyan Otellerinde 80 oda ayırtmıştı. 6 İrtibat subayı Deniz Yüzbaşısı Şevket Bey Amiral Calthorpe’un “Hükümetimden emir aldığımdan Yunan gemilerinin İstanbul’a gelmesini men edemeyeceğim. Osmanlı hükümetinin bir karşıklık çıkmayacağına meydan vermeyeceine eminim” cevabını aldığını iletti. Talimatlar, emirler birbiri ardından geliyordu; Türk harp gemileri ve tüm ticaret gemileri Haliç’e bağlanacaklardı. Türk harp gemilerindeki cephaneler çıkartılacak, ordu ve jandarma subayları dahil bütünüyle terhis olunacaktı. 7 Kasım günü Galata’ya yanaşan Arian isimli Fransız gemisiyle Kontrol komisyon görevlileri olarak 4 Fransız subayı kara çıktılar ve Beyoğlu’ndaki Fransız Konsolosluğuna gittiler. Amiral Calthorpe Bahriye Nezareti Nezareti’ne bir yazı göndererek durumun Türk makamlarına iletilmesi istedi. Bu yazısı bir talimattı ve 10 Kasım günü Salanik’teki İngiliz 28.ci Tümeni Gelibolu / Çanakkale bölgesindeki tüm tahkimatları işgal etmek üzere Galibolu Yarımadası’nda karaya çıkmaya başladılar.
Amiral Calthorpe’un gönderdiği yazı bir talimattı, kesin emirdi;
1-Mütarekenamenin 6. Maddesi uyarınca Osmanlı harp gemilerinin hangisi faaldir, nerede bulunmaktadırlar, mevcut görevleri nelerdir?
2- Osmanlı harp gemileri; Turgutreis, Yavuz, Muin-i Zafer, Hamidiye, ve Mecidiye ve bütün muhriplerin cephaneleri, torpidoları ve top nişangahları çıkarılacaktır / sökülecektir.
3- Geri kalan gemiler,yani torpidobotlar, ganbotlar, şalopalar ve bütün silahlı gemiler torpido ve cephanelerini ve üç funkluktan bütük topların nişangahlarını çıkartacaklar / sökeceklerdir.
4- Denizaltılar torpidolarını karaya çıkartacaklardır.
5- Mayın gemileri, mayın taşıyıcı gemiler ve mayın hizmetinde kullanılan gemiler mayınlarını karaya çıkartacaklardır.
6- Deniz zabıta hizmetlerinde kullanılanlardan başka bütün harp gemilerinin telsiz telgraf antenleri indirilecektir.
7- Karadeniz’de, Boğaziçinde, Marmara ve Çanakkale bölgelerinde bulunan bütün harp gemileri Haliç’e sokulacaktır. Haliç’e giremeyen gemiler müstesna olup, bu gemiler İzmit’e intikal edecklerdir. Bu gemilerin demir yerleri tarafımdan bildirilecektir.
8- İzmir’deki harp gemileri İzmir’de kalacaktır.
9- Deniz zabıta hizmetleri için en az sayıda gemilerin görevlerine devamına müsaade olunacaktır.
10- Haliç’e sokulan gemilerde ve İzmit Körfezi’nde demirleyecek gemilerde sadece muhafaza ve bakım amaçlı olarak personelin dörtte biri kalacaktır.
11- Gemilerde ancak bir aylık kömür ihtiyacını karşılayacak şekilde stoklama olabilecektir.
12- Gemiler Osmanlı sancaklarını arya etmiş (İndirmiş) olacaklardır.
13- Fransız Donanması’ndan ele geçirilen Turquoise denizaltısı Fransız bahriyesinden bir subayın İstanbul’a gelişinde, derhal teslim edilecektir.
14- Türk ticaret gemilerinin listesi, yük kapasiteleri, kömür taşımada kullanılan gemiler, Alman ve Avusturya ticaret gemileri, tarafıma ve Amiral Amet’e bildirilecektir.
15- Türkler veya Almanlar tarafından İtilaf Devletleri’nden müsadere edilen ticaret gemilerinin listesi ve bu gemilerin Türk limanlarından bulunup bulunmadıkları veya Türk mal sahiplerince seferde olup olmadıkları bildirilecektir. Bu ticaret gemileri mümkün olan en kısa zamanda İtilaf Devletleri’ne (Müttefikler) teslime hazır hale getirileceklerdir.
16- El konulacak gemilere römorkörler ve liman hizmet deniz vasıtaları (Mavnalar ) dahildir.
17- Türk limanlarında sefer yapan Rus gemilerinin listesi bildirilecektir.
18- Müttefik Donanması’ndan sancak subayı veyahut kıdemli deniz subayı yetkisini taşıyan subaylar tarafından Osmanlı harp gemileri ilk fırsatta teftiş edileceği gibi, herhangi bir zamanda dahi teftiş edileceklerdir.
Mondros Mütarekesi ile felakete maruz kalan Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden silinirken, kendini öz vatanında esarete düşme tehdidi altında gören Türk Milleti Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde örgütlenerek bir İstiklâl Savaşı ile vatanını esaretten kurtaracak ve yepyeni bir Türkiye doğacaktır.
Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından sonra İtilaf Devletleri harp gemileri için artık Çanakkale Boğazı’ndan İstanbul’a ulaşmanın yolu açılmış oluyordu. Rauf Orbay siyasi hatıralarında, “İngilizler bizi aldatmışlardı” diye yazmıştır; “Bütün dünyaca sözünün ehli olmak geleneğinin canlı bir örneği sayılan İngiliz denizciliğinin en yüksek mertebelerine ulaşmış olan Amiral Calthorpe, daha bir ay evvel, Mondros’ta gözlerimin içine bakarak; ‘Karadeniz’e çıkmaları zarureti hâsıl olsa bile, Yunan harp gemilerinin kimseye görünmemeleri için Boğazdan yalnız geceleri geçmelerini temin edeceğim.’ diye bana kat’i teminat vermiş olduğu halde, şimdi Dolmabahçe önünde demirlettiği, ‘Averof’ da İstanbullu Rumlara ziyafetler çektiriyordu. Çeşitli vazifelerle uzun zaman aralarında bulunarak, her hallerini yakından görüp, ağır başlılıkları, çalışkanlıkları, dürüstlükleri ve bilhassa ahde vefakârlıklarıyla takdir ettiğim İngilizler, bunlar mı idi? Böylesine bir aldanışı, kendi kendime bir türlü izah edemiyordum”.
Tarih: 3 Kasım 1918 Ve sonrası Wersailles’de Almanya’nın teslim şartları görüşülürken. Kaynak:IWM- Imperial War Museum arşivi.
I.Dünya Harbi süratle Almanya’nın yenilgisi şekline dönüşmekteydi. Harbin kaderini belirleyecek olan stratejik anahtar ise asker idi. Almanya Ocak 1918’de ABD Başkanı Woodrow Wilson’un “Fourteen Points - Ondört Koşul” barış anlaşmasını kabul etmek zorunda kalarak ABD’ye kararını açıkladı. Ancak Alman Hükümeti savaşın kazanılamayacağını alenen kabul ettikten sonra bir ayaklama ve hatta bir devrim meydana geldi. Artık İtilaf Devletleri’nin ortaya koydukları teslim olma koşullarına direnecek halleri kalmamıştı. 28 Eylül 1918’de ateşkes yolundaki kilit gelişme meydana geldi ve Alman askeri stretejisinin mimarı sayılan General Erich Friedrich Wilhelm Ludendorff, o akşam Hindenburg’a erken bir ateşkesin zorunlu olduğunu söyledi. Çare kalmamıştı; Hindenburg kabul etti. Balkanlar, Fransa ve Alman ordusundaki gelişmeler çöküşü daha da hızlandırdı.
Beklenen bir barış olsa da, bu Almanya’nın ve Osmanlı Devleti’nin teslim olması demekti! 31 Ekim 1918’de Osmanlı Türkiyesi de ateşkes imzaladı. Almanya’da Donanma isyan etmişti. Kiel’de Harp gemilerinde ayaklanma başlamıştı. Harp gemileri Kiel’de mühimmat fabrikalarındaki işçilerle birleşerek Kızıl Bayrak açtılar. Bu ayaklanma Kuzey Almanya’ya kadar yayıldı. 9 Kasım 1918’de geçici sosyalist bir hükümet adı altında cumhuriyet ilan edildi, bu sırada Kaiser II. Wilhelm Almanya’dan sürgüne gitmişti. Ekim 1918’de, Büyük Amiral Reinhardt Scheer, Alman Donanması’nın teslim edilmesini “Şerefsiz Barış” olarak ilan etmişti.
Süratle Kraliyet Donanması’na mümkün olduğunca fazla zarar vermek üzere göndermek için onaylanmamış bir operasyon planladı. Bu şerefsiz barıştır diyordu! Bu şerefsiz barışı kabul etmeyen Alman Donanması bir zaman sonrasında sürgün edildikleri Scapa Flow’de intihar edecektir. Alman Donanması 21 Haziran 1919 günü Scapa Flow’da gemilerinin kinistinlerini, lumbuzlarını, ve su geçmez bölme kaportalarını açık bırakarak intihar etmişti.
Kaynak: IWM- Imperial War Museum Arşivi.
Nitekim İngiliz filosu tatbikatlar için Scapa Flow’dan ayrıldığında von Reuter emrini yayınlamıştır! Tüm harp gemilerinin kinistinleri, torpido kovanlarını ve lumbuzları açıldı ve gemiler yavaş yavaş batmaya başladılar. Bir kez daha İmparatorluk Almanyası bayrağı gemilerde dalgalanıyordu. Alman gemilerini denetlemek amacıyla Scapa Flow’da kalmış olan küçük İngiliz kuvveti, neler olduğunu anladığında, ana filoya haber verdi ve gemilerin bir kısmını kurtarmaya çalıştı. Scapa Flow'da tutulan 74 Alman gemisinden 52’si (veya yaklaşık 400.000 ton malzemeye eşdeğer) beş saat içinde suya gömüldü ve bu, tarihte tek bir günde en büyük gemi kaybını temsil ediyordu. İngilizler gemilerini kurtarmak için yardımı reddeden dokuz Alman bahriyelisini öldürdüler ve on altısı yaralandı. 5 Kasım 1918 tarihli ve Sadrazam Ahmet İzzet Paşa tarafından bütün ordugahlara iletilmek üzere yirmi maddeden oluşan askerin terhis talimatnamesi yayınlandı. Mütarekenin uygulanmasına yönelik ilk icraatlardan birisi seferberlik zamanında oluşturulmuş olan Karargâh-ı Umumiye’nin lağvedilmesi oldu.
6 Kasım’dan itibaren ilk İtilaf Heyetleri’nin İstanbul’a ulaşmasıyla birlikte, Boğazlar’daki istihkamları ele geçirilmeye başlandı. Müttefik (İtilaf Devletleri) Donanması’nın sorunsuz bir şekilde İstanbul’a ulaşmasının önü açılmış oldu. Bu süre içerisinde 200 kişilik bir Müttefik kuvvet Seddülbahir’e, 400 kişilik bir kuvvet de Kumkale’ye yerleştirildi. İtilaf Devletleri güçlerinin el koyma faaliyetleri çerçevesinde Harbiye Nezareti de çeşitli önlemler alarak, bazı mevki komutanlıklarını boşaltmasına dair emirler yayınladı.
7 Kasım’dan itibaren İtilaf askerlerinin temsilcileri İstanbul’a ayak basmaya başladılar. Çanakkale’ye gelen İngiliz Heyeti’nden General Fuller ile Müstahkem Mevki Komutanı Albay Selahattin Adil Paşa arasında istihkâmların boşaltılmasına dair bir protokol hazırlandı. Bu protokol çerçevesinde İtilaf Donanması’nın güvenli bir şeklinde Boğazlar’dan geçişi için mayın arama tarama gemileri Çanakkale Boğazı’nda göreve başladılar. General Fuller çok yakında yetmiş seksen kadar savaş gemisinden oluşan İtilaf Filosu’nun (Müttefik) üç dört güne kadar İstanbul’a geleceğini belirtti. 8- 9 Kasım tarihli İkdam gazetesinin haberine göre, Harbiye ve Bahriye Nezaretleri bünyesinde vazife görecek olan İtilaf Heyeti’ne Türk basını çok büyük ihtimam göstererek, heyetlerin muhtemel çalışmaları hakkında haber ve yorumlara sayfalarında yer vermeye başladı. Yoğun bir basın ilgisi ile karşılaşan İngiliz ve Fransız Heyetleri, göreve başlamadan evvel Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’yı ve daha sonrada Bahriye Nazırı Rauf Bey’i ziyaret ettiler. Ardından heyet Harbiye Nezareti’ne geçerek, Erkan-ı Harbiye Umumi Reisi Cevat Paşa ile görüştüler. Büyük İtilaf Donanması’nın İstanbul’a beklendiği günlerde hükümet, başta İstanbul olmak üzere tüm yurtta asayişin sağlanması ve bu vesile ile olası bir işgale sebebiyet vermemek amacıyla diplomatik düzeyde derhal çalışmalarına başlayacaktı. Bu amaçla Bahriye Nazırı Rauf Bey, Amiral Calthorpe’den siyasi mümessil talep ederken, diğer taraftan İtilaf Devletleri Filosu ile birlikte Yunan Harp Gemileri’nin gelmesini ve İtilaf Güçleri ile birlikte bir işgalde bulunmalarını önlemek amacıyla derhal girişimlerde bulunacaktı. Bu görev kapsamında Mondros’ta irtibat subayı olarak görev yapan Yüzbaşı Şevket’e 5/6 Kasım gecesi gönderilen bir telgrafla; İstanbul’un Müttefik Kuvvetleri tarafından işgalinin ancak içerde çıkabilecek bir karışıklık durumunda vuku bulacağına dair azınlıklar arasında bir kanaat uyandırılmaya çalışıldığını ve Patrikhane tarafından bu konuda çeşitli faaliyetler gösterildiğini, hükümet tarafından alınan çeşitli tedbirlere rağmen gayri müslimlerin silahla mukabeleye kararlı olduklarını ve bu suretle çıkacak karışıklıklar neticesinde şehrin işgaline müsaade edilmesinin doğru olmayacağını belirterek, İngiliz Filosu’nun İstanbul’a geleceği günün önceden haber verilmesinin temini amacıyla Bahriye Nazırı olarak Amiral Somerset Arthur Gough- Calthorpe’e bir yazı gönderdi. Ancak bütün bu girişimlere rağmen Bahriye Nezareti, Amiral Calthorpe’den istediği cevabı alamadı. Aksine Amiral Calthorpe “Hükümetimden alınan emir doğrultusunda Yunan gemilerinin İstanbul’a gelmesini men edemeyeceği…” içerikli telgraf gönderdi.
Bu girişimden bir sonuç alamayan hükümet, işgali önlemek veya en azından Yunan gemilerinin İstanbul’a gelmesine engel olmak amacıyla yeni bir teşebbüste bulunarak, Boğazlar ve Trakya Müttefik Kuvvetleri Kumandanı General Wilson’a ulaşmak amacıyla generalin irtibat subayı olarak görevlendirilen Kurmay Yüzbaşı Sadullah Bey’den konu ile ilgili olarak girişimlerde bulunmasını istedi. Sadullah Bey, Mondros’da Amiral Calthorpe ve General Wilson ile yaptığı görüşmeler neticesinde Yunan gemilerinin İstanbul’a gelmemesini bir kez daha rica etmesine rağmen, bu emrin değiştirilmesine imkân olmadığının açıklandığı bildirildi. Yalnız, Yunan gemilerinin Selimiye Kışlası açıklarında bırakılmak suretiyle İstanbul’dan biraz uzakta bulundurulmasına muvafakat ettiğini de ifade etti. Bununla birlikte Yunan diplomatik çevrelerinin Londra’da birtakım teşebbüslerde bulunarak bu planı değiştirmeye çalışmalarının imkân dâhilinde olduğuna dair bilgilerin alındığı da İstanbul’a telgrafla bildirdi. İtilaf Devletleri’nin İstanbul’u işgale hazırlandıkları artık kesinleşiyordu. İngiliz Harp (War) Bakanlığı, Amiral Calthorpe ve General Milne’e işgalin, İngiliz ve Fransız güçleri tarafından gerçekleşeceğine dair talimat gönderirken, İtalyanlar’a faal bir yetki verilemeyeceğini kaydetti. 8 Kasım 1918’de Mütareke hükümleri çerçevesinde İtilaf askerleri, Boğaz istihkâmları ile başkentin sokaklarında görülmeye başlarken, çoğunlukla iç meselelerden dolayı, Ahmet İzzet Paşa Hükümeti istifa etmek durumunda kaldı. Yerine Tevfik Paşa Hükümeti kuruldu ve çok zor bir şekilde Meclis’ten güvenoyu aldı. Yeni hükümetin Hariciye Nazırlığı’na da Mustafa Reşit Paşa getirildi.9 Mondros Mütarekesi'nden hemen sonra Müttefikler Osmanlı topraklarını işgal etmeye başladılar; 13 gün sonra, 12 Kasım 1918'de bir Fransız tugayı İstanbul’a girdi. Ertesi gün ilk İngiliz birlikleri şehre girdi. İstanbul işgal ediliyor ve İtilaf Devletleri tarafından bölüşülüyordu.
Tarih 8 - 13 Kasım 1918 Günleri; İtilaf Devletleri Harp Gemilerindan oluşan bir Donanma İstanbul’u işgal ediyor
Limni Adası Mondros Koyu’ndan hareket etmiş olan İtilaf Devletleri harp gemileri İstanbul’un işgali için Çanakkale Boğazı’ndan geçmekteler. En baştaki sancak gemisi HMS Superb kruvazörüdür. Kaynak: Imperial War Museum Arşivi. Bahriye Nazırı Rauf Bey, Amiral Somers Arthur Gough-Calthorpe’e İtilaf Devletleri harp gemilerinin İstanbul’a ne zaman intikal edeceklerini bildirmesi konusunda bir mesaj gönderdi. Amacı İstanbul’da alınacak tedbirleri ve uygulamaları planlamaktı. Verilen cevap doğrultusunda Bahriye Nezareti’nden bir tamim yayınlandı. Bu tamime göre; İtilaf Devletleri harp gemlieri için planda gösterildiği üzere Dolmabahçe ve daha ilerilere şamandıralar atılacaktı.
-13 Kasım 1918 Çarşamba günü sabah saatlerinden itibaren Karaköy Rıhtımı’ndan, Tophane-i Amire Rıhtımı dahil olmak üzere tüm rıhtımlar boşaltılacak ve bu rıhtımlara yanaşmış hiçbir gemi olmayacaktı. - Sabah 07.00’den öğleden sonra saat 12.00’e kadar tüm deniz trafiği yasaklanmıştı. Bu saatler boyunca sandallar dahil Karaköy - Sarayburnu, Kızkulesi ve İstanbul Boğazı’na kadar denizde hiçbir deniz aracı sefer yapmayacaktı.
Bahriye Nezareti’nden yapılan tebligat şöyleydi; “Bugün limanımıza Düveli İtilafiye Donanması muvasalat ve avdet edeceğinden donanmanın azimet ve avdetinde manevrasına halel gelmemek ve müsademe ve saire gibi kazalara mahal kalmamak üzere, sabahleyin sekizden badezzeval saat ikiye kadar İstanbul Limanı’nda her nevi sefain ve merakib-i bahriyenin mürur-u uburu (Gelip geçmesi) men edildiği ilan olunur.
” Mondros Mütarekesi’nin ardından İngiliz, Fransız, İtalyan, Yunan harp gemilerinin İstanbul seferleri için hazır olmaları emri verildi. Kömür gemileri harp gemilerine aborda olarak tüm bunkerlere ikmal yapıldı. Diğer ikmaller tamamlandı. 9 Kasım günü akşamı artık hareket emrini beklemeye başladılar. 10 Kasım 1918 Pazar günü Çanakkale Boğazı’na doğru pruva nizamında harekete geçtiler. Sancak gemisi HMS Superb idi. Diğerleri; HMS Temeraire, HMS Lord Nelson (Sancak gemisi), HMS Agamemnon; Kruvazörler: HMS Canterbury, HMS Skirmisher, HMS Liverpool, HMS Sentinel, HMS Forward, HMS Foresight ve on muhrip idi. Fransız skadronu muharebe gemisi Condorcet’in sancak gemisi olarak yeraldığı muhabere gemilerinden ve kruvazörlerden oluşuyordu. Üçüncü pruva hattı İtalyan harp gemilerinden ve en son Georgios Averof muharebe gemisinin sancak gemisi olarak yer aldığı Yunan Harp gemilerinden meydana gelmişti. Bu harp gemileri; Georgios Averof, Kılkıs, Aeotos, Ierax ve Panthir idi.
Yunan Muharebe gemisi Georgios Averof ve Kılkıs Selimiye Kışlası ve Haydarpaşa önlerinde demirlemiş haldeler. Kaynak:IWM.
Mezarlıktan bezgin halde geriye bakan bir Türk paşası.. Kılıcı yok, Sadece kını kalmış! Ellerini umutsuzca iki yana açmış, geriye dönerek Marmara’dan İstanbul Boğazı’na süzülen İtilaf Donanması’na bakıyor.. Alaylı şekilde şöyle yazılmış; “Türklerin Avrupa’ya getirecekleri kıyametin sonu.. Kısmet!”. Kaynak; The War Illustrated News, I. World War. C.II. Sf. 929.
İtilaf Donaması harp gemileri 12 Kasım 1918 günü öğleden sonra 12.30’da Çanakkale Boğazı’ndan girmeye başladılar. Saat 17.00 civarında ise Marmara Denizi’ne ulaşmışlardı. Ertesi sabah saat 07.00’den itibaren İstanbul’un işgal edecek olan İtilaf Devletleri harp gemileri Boğaz’a giriyorlardı. Saat 08.00’den itibaren gemiler demirlemeye başladılar.. İtilaf Devletleri’ne ait İngiliz HMS Superb muharebe gemisi Karaköy Rıhtımlarına aborda olmuş halde. Kıç tarafında HMS Nelson ve Fransız Diderot rıhtıma aborda olmuş haldedir. Kaynak: IWM- Imparial War Museum. Fotoğraf: W.J.Brunell.
13 Kasım 1918 tarihinde yerel saat sabah sekizde öncü 4 İngiliz torpidosunun ardından Donanma Komutanı Amiral Somerset Arthur Gough- Calthorpe’un içinde bulunduğu “Superb Dretnotu” ve onları takiben 61 parçadan oluşan büyük bir İtilaf Devletleri Donanması Dolmabahçe Sarayı’nın önünden geçerek İstanbul’a demir atmıştı. Kabataş, Beşiktaş, Ortaköy, Büyükdere, Haydarpaşa, Kadıköy, Moda Koyu (Penelope Kömür ikmal gemisi), Fenerbahçe açıkları bir anda düşman gemileri ile dolup taşmıştı. İstanbul’a gelen bu donanmayı İtilaf Devletleri’ne ait iki uçak havadan desteklemişti.
İşgal Kuvvetlerine ait harp gemileri İstanbul önlerinde.. War Illustrated News C. X, 3413’üncü sayfasını da aynen kopyalıyorum. “Allied Flags Fly Proudly Off the Golden Horn- Müttefiklerin Bayrakları Gururla Haliç’in önlerinde Dalgalanıyor.” diyor! Fotoğrafların hepsi Haliç’in Galata kısmında ve Boğaza doğru olan gemileri vermektedir.
Beş bacalı Fransız muharebe gemisi Concorcet ve (Altta) altı bacalı Waldeck - Rousseau muharebe kruvazörü İstanbul Boğazı’nda demirlemiş olarak görülmekte. Kaynak: IWM- Imperial War Museum Arşivi. Fotoğraf:W.J.Brunell.
İşgalcilerin harp gemileri İstanbul Boğazında demirlerken, askerî birlikler de Galata rıhtımlarına yanaşan gemilerden karaya çıkmaktadırlar. Donanmanın İstanbul’a intikali Çanakkale Boğazı’ndan başlayarak Marmara’daki mayınların temizlenmesi amacıyla, güvenlik sağlanıncaya kadar on beş gün gecikmiştir. Mayın temizleme görevini tamamlayan mayın tarama gemileri de İstanbul’a intikal etmiştir. Filonun bir kısmı Haydarpaşa’dan Adalar’a doğru Adaların önlerinde ve bazı yardımcı gemiler Yeşilköy önlerinde demir atmışlardır. 19 Mayıs 1919’a beş ay gibi bir zaman kalmıştır!
Yürekler yakan, onurları karartan bir fotoğraf daha; Bu fotoğrafta İşgal Kuvvetleri Komutanı Fransız General Frenchet d’Esperey Constantinople’e varıyor! Arkasında selam veren deniz subayı Fransız Yüksek Komisyoneri Amiral Amet’tir. General Frenchet d’Esperey, İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı General Sir Henry F. M. Wilson ile el sıkışıyor. Solda geride süklüm püklüm, onurları yerlerde sürünen, koskoca Osmanlı devletinin yenik düşmüş talihsiz subayları ve sivil erkânı…
Diğer fotoğrafta ise dışında kalan aşağılayıcı bir sahne daha vardır; Frenchet d’Esperey’i atı beklemektedir! Müttefiklerin Bayrakları Gururla İstanbul’da ve Galiçya’da Dalgalanıyor.”; (Altta) General Frenchet d’Esperey Merasim Birliği önünden geçiyor. Kaynak: The War Illustrated News, C.X, 3413’üncü sayfa.
13 Kasım 1918’de General F.M. Wilson’un kumandasında karaya 2,616 İngiliz, 540 Fransız, 470 İtalyan olmak üzere toplam 3,626 asker, çıkarılmıştı. Wilson bu birliklerin işgal tasavvuru ile değil askeri harekat için İstanbul’a geldiklerini bildirmişse de, işgal kuvvetleri İstanbul’un faklı noktalarına dağıtılmışlardı. İngiliz birlikleri Beyoğlu’nu ve Haliç’in kuzeyinden itibaren Karadeniz Boğazı’nın Rumeli tarafını, Fransız birlikleri İstanbul-Çekmece hattı ile bu bölgeden itibaren Marmara Denizi’nin Rumeli tarafını, İtalyan birlikleri ise İstanbul’un Anadolu yakası ile Marmara Adalarını işgal etmişlerdi. İngilizler Harbiye Mektebi’ni, Fransızlar İstanbul’daki Şehremaneti binasını, İtalyanlar ise Nişantaşı’nda Cevdet Paşa Konağı’nı işgal ederek karargah olarak kullanmaya başlamışlardı. Böylece İstanbul fiilen işgal edilmişti.
13 Kasım 1918 sonrası günlerde Karaköy Kemankeş Caddesi’ndeki Çinili Gümrük Han, işgal güçleri adına Fransız Deniz Kuvvetleri Karargahı yapılmıştı. Bir tarafta Fransız bayrağı dalgalanırken, denize bakan tarafta “Base Navale Française” yazısı okunuyordu. Galata rıhtımları İngiliz ve Fransız harp gemileri tarafından Tophane’ye kadar işgal edilmişti. Kaynak: IWM- Imperial War Museum, Fotoğraf: W.J. Brunell.
İtilaf Devletlerine ait İngiliz muharebe gemisi HMS Caesar, Karaköy Rıhtımı’na aborda olmuş halde. Arkada HMS Lord Nelson muharebe gemisi ve bordalarına bağlamış muhtelif yardımcı gemiler yeralmakta.. Kaynak: IWM,Fotoğraf: W.J.Brunell.
Amiral Calthorpe’un talimatı üzerine Türk harp gemileri Haliç’te bağlandılar. Cephaneleri, torpidoları çıkartıldı ve nişangahları söküldü, telsiz antenleri indirildi. Fotoğrafta görülen Turgut Reis kruvazörü ve iskele bordasında Muin-i Zafer korveti vardır.
Hareketten men edilerek Haliç’e bağlanan Türk harp gemilerinden Hamidiye kruvazörü ve diğer yardımcı harp gemileri Kasımpaşa Deniz Hastahanesi sahilinde kıçtankara bağlı olarak görülmekte. Kaynak:IWM- Imperial War Museum arşivi. Tarih 13 Kasım 1918 Mustafa Kemal Paşa İstanbul’da Cevat Abbas Haydarpaşa’dan Sirkeci’ye geçişlerini şöyle anlatır; “Atatürk’le ben askerî sevkiyatın bir köhne motörü ile deniz ortasında yasalanan bu çelik ormanının içinden geçiyorduk”. Kaynak: Cevat Abbas Gürer’in hatıratından.
Tarih 13 Kasım 1918 Mustafa Kemal Paşa İstanbul’da
Cevat Abbas Haydarpaşa’dan Sirkeci’ye geçişlerini şöyle anlatır; “Atatürk’le ben askerî sevkiyatın bir köhne motörü ile deniz ortasında yasalanan bu çelik ormanının içinden geçiyorduk”. Kaynak: Cevat Abbas Gürer’in hatıratından
13 Ekim 1918 gününden başlayarak Mustafa Kemal Paşa’nın İstanbul’a geldiği 13 Kasım 1918’e kadar Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı konusundaki gelişmeler de adı gibi yıldırım hızıyla gelişmişti; 30 Ekim 1918’de Ahmet İzzet Paşa Yıldırım Orduları Grubu komutanlığı’na gönderdiği bir telgrafla, Liman Von Sanders’in komutayı Mustafa Kemal Paşa’ya devrederek İstanbul’a avdet etmesini bildirmişti. Bu telgrafında;
“Yıldırım Ordu Grubu Kumandanlığı’na, Grup mıntıkasında bulunan bilumum Alman kıtaatıyla, münferiden memur Alman zabitan ve efradının derhal Dersaâdet’e sevk ve iadelerini zât-ı devletlerinden rica ederim. Bundan maada zât-ı devletlerinin de grubun emir ve kumandasını Mustafa Kemal Paşa’ya tevdi ederek Dersaâdet’e avdet buyurmalarını rica ederim. 30/10/34, Sadrazam ve Başkumandanlık Erkân-ı Harbiye Reisi Ahmet İzzet”. Ahmet İzzet Paşa gönderdiği telgrafla Mustafa Kemal Paşa’nın da bilgilendirilmesini istemişti.
Liman Von Sanders 31 Ekim 1918 günü beraberinde bazı Alman subayı olmak üzere Adana’dan trenle hareketinden önce Mustafa Kemal Paşa ve Adana’da bulunan bütün subaylar kendisini uğurlamak amacıyla tren istasyonuna gelmişlerdi. 7 Kasım 1918’de Ahmet İzzet Paşa 7.Ordu Kumandanlığı’na gönderdiği bir yazı ile müracaat halinde İskenderun’un boşaltılıp General Allenby tarafından tayin edilecek müddet zarfında teslim edilmesinin memleketin selameti için elzem olduğu bildirecektir. Ayni gün İrade-i Seniyye ile Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı’nın ve 7.ci Ordu Karargâhı’ının lağvedilerek, Mustafa Kemal Paşa’nın Harbiye Nezareti emrine verildiği tebliğ edilecektir. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, Mustafa Kemal Paşa’yı telgraf makinası başına çağırarak, İstanbul’da bulunmasının uygun olacağını ve Harbiye Nezareti tarafından Nihat Paşa’ya yapılan tebliğ ile bu cephedeki birliklerin kumandanlığına tayin edildiği tebliğ edilecektir. Mustafa Kemal Paşa kendisine yapılan tebligat üzerine Yıldırım Ordusu’na bağlı birliklere veda ederek 10 Kasım günü özel bir terenle Adana’dan İstanbul’a hareket edecektir.
Mustafa Kemal Paşa Haydarpaşa’dan Sirkeci’ye geçiyor
Mustafa Kemal Paşa Haydarpaşa’dan Sirkeci’ye geçiyor Tarihin ve o anların tanığı Yaver Cevat Abbas Haydarpaşa’dan Sirkeci’ye geçişlerini şöyle anlatır; “Atatürk’le ben askerî sevkiyatın bir köhne motörü ile deniz ortasında yasalanan bu çelik ormanının içinden geçiyorduk”. Bu gerçeği bilmemezlikten gelerek, Kartal isimli ve o tarihte mevcut olmayan bir römorkörle Sirkeci’ye geçti diye yazanlar olmuştur. Hatta, elindeki bir defteri açarak fotoğraf çektirmek suretiyle kendini önemli göstermek isteyene de rastlanılmıştır. Cevat Abbas’ın “Askerî Sevkiyat” dediği “Harbiye Nezareti Askerî Sevkiyat ve Nakliyat, Muamelât Şubesi” dir. 10 16 Mayıs 1919’a kadar İstanbul’daki günler 16 Mayıs 1919’a kadar İstanbul’daki günler Cevat Abbas Gürer Anıları’nda 11 19 Mayıs’ın hazırlık aşamasını, Mustafa Kemal’in Şişli’deki evinde tanık olduğu görüşmeleri ve bizzat katıldığı “Samsun Yolculuğu”na şu cümlelerle anlatmıştır;“Ciddiyet, samimiyet, vefa, sabır, tahammül, geniş görüş, derin duyuş, azim, irade, metanet, cesaret, fedakârlık, kahramanlık, kurtarıcılık gibi en yüksek insanî meziyetlerin o büyük adamda ortaya çıkışını ifade edecek olan hatıratımı göz bebeğimiz kadar benimsediğimiz Türk gençliğine 19 Mayıs Bayramı hediyesi olarak sunuyorum.
” Yunan hafif kruvazörü Kılkıs’tan Yunan kruvazörü Averof İşgal altındaki İstanbul’da. Kaynak: IWM arşivi. İngiliz harp gemisi HMS Ceasar Tophane’de şamandıraya bağlı halde. Kaynak- IWM Arşivi.
İngiliz harp gemisi HMS Ceasar Tophane’de şamandıraya bağlı halde. Kaynak- IWM Arşivi.
Samsun’a Giden Yol 16 Mayıs 1919 Cuma günkü gazeteler, siyasi ölçü ve tercihleri içinde İzmir’in işgalini, İtilaf sansürünün tanıdığı standara göre veriyorlardı. Bazıları siyah çerçevelerle, bazıları beklenen neticeyi bildirircesine, bilhassa Rum ve Ermenice çıkanlar zafer başlıklarıyla sayfalarına taşımışlardı..
Olaylar böyle bir hızla devam ederken, Mustafa Kemal de son hazırlıkları tamamlamaktadır. Mustafa Kemal Paşa başka ziyaretlerde de bulunmalıydı. Harbiye Nazırı’nı, Sadrıazam’ı, Dahiliye Nazırı’nı arar. Hiçbiri makamında değildir. Toplantı halinde olduklarını öğrenir. Sadaret bekleme salonuna alırlar. Mustafa Kemal Paşa’nın geldiğini duyan bazı nazırların da heyecanla salona geldiklerini görerek biraz şaşırırlar. Mustafa Kemal Paşa’nın sözleriyle devam edelim; “Bâb-ı âli’dekiler İzmir’in işgalinin şaşkınlığı içindeydiler. Kendilerine bu işgallerin devamının beklenmesini hatırlatmakla yetindim. Dünkü ve bugünkü kabulünde Padişah endişa içindeydi. Benim oralarda alacağım önlemlere karşılıklı mukavelelerle engel olacağımdan emin olduğunu söyledi.” Sonra Refet Paşa’ya dönerek sorar: “Rauf’a vapurun batırılacağı söylentisi üzerinde görüşlerini sordun mu?” Refet’e verdiğim cevabı ona da tekrarladım; “Kaptanı çağıralım da rota ve öteki hususları beraberce kararlaştıralım.” dedi. İsmail Hakkı Kaptan geldi ve konuları teker teker ele aldık. Vapur Kızkulesi açıklarında (Sarayburnu - Sirkeci arası) idi. Ordu Müfettişi kadrosu, daha evvel vapurda toplanacak, daha sonra Mustafa Kemal, Refet ve yaverler Bahriye Nezareti’nin tahsis edeceği motorla gemiye çıkacaklardı.
Bandırma Vapuru Hazırlanıyor Kaptan İsmail Hakkı kumandasında Samsun seferine çıkmak üzere Bandırma Vapuru’nun ikmali yapılır ve Sarayburnu’na yakın bir şamandırada beklemeye başlar. Mustafa Kemal Paşa şöyle anlatır; “Karargâhımızdan olanlar belirlenen saatte rıhtımda toplanmış olacaklardı. Otomobil kapımın önünde idi. Evdeki vedaları bitirmiştim. Tam o sırada gelen bir dostum aldığı bir habere göre, benim ya hareketime müsaade edilmeyeceğini, yahut vapurun Karadeniz’de batırılacağını söyledi. Yıldırımla vurulmuşa döndüm. Daha sonra vaktiyle uzun müddet yanımda çalışan bir kurmay subay da gelerek, maiyetinde çalıştığı Damad’dan ayni şeyleri öğrendiğini bildirdi. Bir an yalnız kaldım ve düşündüm. Bu dakikada düşmanların elinde idim. Bana her istediklerini yapamazlar mıydı? Beynimden bir şimşek geçti. Tutabilirler, sürebilirler, fakat öldürmek! Bunun için beni Karadeniz’in coşkun dalgaları arasında yakalamak lazımdır.. ...Hemen karar verdim, otomobile atlayarak Galata rıhtımına geldim. Baktım ki, rıhtıma yanaşmış olacağını sandığım vapur uzaklardadır. Sandallarla vapura gittik. … Yirmi yedi yıllık ihtiyar kaptan demir aldırmaya başladı.. Ben kaptan köşkünde idim. Subay ve askerler dışarı çıktılar. Hareket ettik.”
Osmanlı Donanması harp gemileri gibi, ticaret gemileri de Amiral Calthorpe’un tebliği (Emirleri) doğrultusunda Haliç’te bağlandılar. Kaynak: IWM- Imperial War Museum Arşivi. Fotoğraf: W.J.Burnell.(Imperial War Ministry Resmî fotoğrafçısı).
Gemi Süvarisi İsmail Hakkı Kaptan halatın şamandıradan fora edilmesini takiben gemiye yol verdi. Bandırma Vapuru’nda; gemi mürettebatı 23 kişiydi. Mustafa Kemal Paşa ile kurmay heyeti 25 kişiydi. Çavuş, onbaşı, neferlerden oluşan 23 erat listesi ile birlikte gemide 71 kişi vardı! Bu kapasitedeki bir vapur için bu son derece büyük bir rakamdır. Kesinlikle çok meşakkatli bir yolculuk yapılmıştır. Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşlarını Bandırma vapuruyla üç günlük zor ve tehlikeli bir yolculuktan sonra Samsun’a götürmeyi başaran Kaptan İsmail Hakkı’nın,Ulus Gazetesi’nde yer alan anılarında Milli Mücadele’nin ateşini yakan bu yolculuğu hayli özet bir şekilde anlatmıştır;
Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a varmasından 28 yıl sonra Ulus gazetesi birinci sayfasından başlayarak “O’nun nice sabırlar yüklü iç dünyasını “Milletinin bütün acıları Onun yüreğinde toplanmıştı” diye adlandırmıştır. Ulus Gazetesi’nde yazı şöyledir; “19 Mayıs 1919, garip bir tesadüfle üç 19’u yanyana getiren gün, Türk milletinin kalbinde unutulmaz bir tarih olarak daima nakşedilmiş kalacaktır.
19 Mayıs 1919 günü, büyük ve şerefli bir milletin, asırlardan beri daima makus gitmekte olan talihini değiştirecek, Türk’e kendi büyüklüğüne lâyık yeni bir mukadderat yaratacak olan üst adam, tarihi ve heybetli misyonuna başlamak üzere Samsun’da karaya iniyordu. Yoksul bırakılmış mazlum milletin sayısız harplar ve yolsuzluklardan arta kalmış herşey gibi, küçük ve fersude bir tekne, Bandırma gemisi, bu büyük ve şanlı yolculuğu koynunda barındırarak dünya değer hamulesi ile günlerce Karadeniz’in kendi boyundan aşkın dalgaları ile çarpışmıştı. Artık herşeyin kaybedildiğine inanıldığı bir sırada milletinin asalet ve cesaretinden kuvvet alarak, bütün dünyayı hayrete düşürecek muazzam bir tasavvuru dimağında taşıyan büyük adamla, onun şerefli seyahatine vasıta olan bu küçük gemi ne aşikar bir çelişki idi. Fakat, daha nice mücadele yılları türlü tezadlarla dolu geçecek ve bu tezadların içinden kurtuluş güneşi doğacaktı. Yedi mil süratle ve ufacık teknesi ile Karadeniz’in dalgaları ile boy ölçüşen bu gemi adeta kurtarıcının memleketin mütevazı imkanları ile giriştiği büyük ve çetin mücadeleyi sembolize ediyordu, denilebilir. Bu küçük gemi, erişebileceği en büyük şerefe kavuşarak, bir millet yaratacak ve bir vatan kuracak olan dahi adamı tam zamanında vatan toprağının en müsait parçasına çıkarmak suretiyle tarihi vazifesini gördükten sonra, ömrünü tamamladı. Bugün ayni ismi taşıyan gemide plakasından başka onunla ayni olan bir tarafı yoktur. Fakat bu tarihi seyahati idare etmiş olan kaptanın kim olduğunu hiç düşündünüz mü? Biz, bu şerefe erişmiş olan mesut adamı aradık ve bulduk. İdarenin en eski kaptanlarından olan Kayserili İsmail Hakkı Durusu, bu seyahatin intibalarını gazetemiz için yazarak bize göndermiştir. Sözü, Kaptan İsmail Hakkı (Durusu) ya bırakıyoruz; “1919 tarihinde Bandırma vapuru ile Atatürk’ü İstanbul’dan alıp Samsun’a götürdüğümüz seferde gerek hareketimizden evvel, gerekse yolda şahidi olduğum ahvalden hatırıma
32
gelenleri aşağıya yazdım; Hareketimizden birgün evvel Paşa beni İdareden Harbiye’de dairesine çağırtmıştı. Gittim ve kabul buyuruldum. Sureti hareketimize dair bir takım istizahta (açıklayacı bilgi istemek) bulundular. Lâzımgelen cevapları verdim. Ertesi gün öğle üzeri hareket edileceğini ve ol vechile geminin hazır bulundurulmasını emir buyurdular. Filhakika o gün zevalde gemiyi teşrif ettiler. Kontrol heyeti geldi. Hemen hareket edebileceğimizi söylediler. Derhal hareket ettik. Boğaz’dan çıkarken müthiş bir fırtınanın icrayı hükmetmekte olduğunu gördük. Ne kadar şiddetli fırtına olursa olsun yolumuza devama karar vermiştik. Böylece yolumuza devam ettik. Maiyetlerindeki zevatı bittabi deniz tutuyor ve herkes birer birer kamaralarına yatıyordu. Mamafih Paşa kıç taraftaki köşkte bir köşeye dayanmış oturmakta ve kendilerinde fıtrî bir haslet olan harik-ülbeşer metânetikalbiyelerinin (Kalp sağlamlığının) âsarı olarak bilâ fütur (Aldırmaksızın) ve daimi bir tefekkür (düşünce/düşünme) içerisinde bulunmakta idiler. Son süratimiz olan yedi mil ile Karadeniz’in bîaman (Aman vermeyen) dalgaları arasında yuvarlana yuvarlana İnebolu ve Sinop’a uğrayarak bin türlü müşkülat içerisinde birgün şafak vakti Samsun’a vardık. Paşa bu iskeleye çıktılar. Ondan sonra vukua gelen halatı bittabi kendileri daha iyi bilirler. 19 seneden sonra o mesut seferimizi bu kadar hatırlayabildim.”
Aralık 1891 gecesi Erdek’te kayalıklara bindirmiş olan Kymi (Bandırma). (Fotoğraf 16 Aralık 1891 tarihlidir) @ Osman Öndeş arşivi.
16 Mayıs 1919 Ve Bandırma Vapuru Birçok makalede ve hatta yakın yıllarda neşredilmiş “Nutuk” bağlantılı bir eserde Bandırma Vapuru diye yer alan gemi resmi “Bandırma Vapuru” değildir! . Clyde Built Ships arşivindeki kaydında belirtildiği üzere; Bandırma Vapuru’nun inşa adı “Trocadero” dur!
33
.1878 yılında McIntyre & Co. Paisley Phoneix Works kızaklarında 21 Kızak Numarası ile inşa edilmiş Yük /Yolcu gemisidir. . O yıllarda Gemi Sicil kayıtlarında
Tipi (Cargo Ship / Yük Gemisi) yazılıdır. Ancak, yük gemileri ayni zamanda yolcu taşımakta ve yük / yolcu seferleri yapmaktadır. .
Tescil Numarası: 79625, bayrağı İngiliz’dir. Temmuz 1878’de denize indirilmiştir. .
328 grt. , 1921 nrt. olup,
Tam boy: 150.1 ft., Genişlik: 22.4 ft., Derinlik: 11.4 ft.’dir. .
Ana buhar makinesi Glasgow’da kurulu Hutson & Corbett imâlatıdır. 2 genişlemeli (20 & 35 x 24 inç), tek pervaneli olup, azami 60 hp.(Beygir Gücü) güç üretmektedir. .
Geminin ilk armatörü Londra’da kurulu Dansey & Robinson olup, gemi 14 Ağustos 1878 tarihinde Londra Limanı’na tescil olunmuştur. .
Geminin ilk süvarisi Kaptan J.Young’dır. 1880’de Londra merkezli W.H. Sollas firmasına satılmıştır. .
1885 Armatör H. Psicha satın almış ve “Kymi” adını vermiş, Yunan gemi siciline kaydettirmiştir.
Kymi, Osmanlı karasularında/ Marmara’da yük/ yolcu seferlerinde çalıştırılmıştır! .
1888’de E. Arvaniti satın almış ve Yunan bayrağına tescil edilmiş olmasına rağmen yine Marmara iskeleleri uğraklı seferlerine devam etmiştir.
Kymi, Erdek dahil olmak üzere Marmara iskeleleri arasında yolcu ve yük taşımacılığı yaparken 12 Aralık 1891’de Erdek’te kayalıklara bindirmiştir. .
Kaptan Andreadis, Kymi’yi kayalıklarda olduğu şekilde satın almış ve kayalıklardan kurtardıktan sonra, Haliç’te büyük onarımını yaptırmıştır. Sefere hazır olduğunda yine Yunan bayrağına tescil edilmiş olarak (Yani Osmanlı karasularında ve iskeleleri arasında Yunan bayraklı olarak) Kymi adıyla seferlerine devam etmiştir. .
1892 İstanbul’lu G. Dandelos & P. Dandelos kardeşler satın almış ve “Panderma” adını vermişlerdir. Panderma Yunan bayrağındaki seferlerine devam etmiştir. . 1893’de İstanbul’da Rama P. Derasmo satın almış ve adını değiştirmemiştir. .
1894’de Idare-i Mahsusa satın almış ve “Bandırma” adını vermiştir. 1910’de Osmanli Seyr-i Sefain İdaresi’ne devredilmiştir. .
Bandırma Vapuru hiç batmamıştır. Oysa Bandırma vapuru konusunda tebliğ verenler arasında bile Bandrma’yı üç defa bile batırıp çıkanlar olmuştur! . Bandırma vapuruna Ağustos 1915 tarihinde Marmara’da İngiliz Denizaltısı E14 tarafından atılan torpido isabet etmemiştir. .
16 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa ve maiyetindekilerle birlikte Samsun’a hareket etmiş ve 19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’a varmıştır. .
1923’de Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi’ne devredilmiştir. .
1925 yılında “Müze Gemi olarak restore edilerek korunması gerekirken” hurdaya çıkarılmış ve Hüseyin İlhami tarafından Balat Haliç’te sökülmüştür. İnanılması imkansız Asıl mesleği çocuk doktoru olan Dr.Fethi Tevetoğlu ve Şevket Süreyya Aydemir’in ilgili anlatımlarında “Pusulası da biraz bozuk..” diye bir ifade geçer.. Bu ifade birçok yayında tekrarlanmaya devam etmiştir. Bir miyar pusula, yani miknatisi pusula, vetetler arasında ayarlaması yapılarak kullanılır. “Miyar pusula biraz bozuk, az bozuk, çok bozuk” lâfı, ancak başıbozuk bir ifadedir! Bir geminin miyar pusulası bozuk ise, yani ayarlaması yapılmamış ise, o gemi ancak çok zorunlu hallerde, ancak ve ancak hava koşulları iyi ise, kıyı seyri yapabilir. Hava kötü ise, gece ise seyir yapamaz!
Bandırma Vapuru 16 Mayıs 1919 ikindi saatlerinden başlayarak 19 Mayıs 1919 sabahına kadar gündüz ve gece seyri yapmıştır!
16 Mayıs 1919 hazırlıkları Mustafa Kemal Paşa’yı ve maiyetindekileri Samsun’a götüren Bandırma Vapuru Mürettebat listesi Kaptan İsmail Hakkı’nın şahsi dosyasında yer almaktadır. Devlet Denizyolları İdaresi Umum Arşiv Dairesi’nde mevcut “Mülga Seyr-i Sefain İdaresi Maaş Kayıt Defteri”ndeki belgeden aynen çıkartılan mürettebat listesindeki Bandırma vapuru personeli 25 değil, 23’dür.
Devlet Denizyolları İdaresi Muamelât ve Muhaberat Dairesi’nin 12 Mayıs 1960 Tarih ve 1/226-878 Muhaberat Müdürlüğü Umumi Arşiv Sayılı yazısıyla Personel ve sosyal İşler Müdürlüğü’nün 4 Mayıs 1960 Tarih ve 20/6289 Sayılı derkanerına şu cevabî yazı gönderilmiştir; “Aziz Atatürk’ü 15 Mayıs 1919 ‘da İstanbul’dan alarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkaran tarihî Bandırma Vapuru Süvarisi İsmail Hakkı Kaptan’ın biyografisi, bir resmi, ve merhumun ailesinin adresi ile o tarihteki sefere iştirak eden mürettebatın isimleriyle vazifeleri Arşiv kayıtlarımızdan tespit edilmiş ve iki nüsha tanzim olunan kayıt örnekleri iki dosya halinde Neşriyat Müdürlüğü’nün bu husustaki 2 Mayıs 1960 Tarih ve 6/954 Sayılı yazısı ile birlikte ilişik olarak gönderilmiştir. Bilgilerinizi rica ederim. Muamelât ve Muhaberat Müdürü Yardımcısı.” Devlet Denizyolları İdaresi Umumi Arşiv Dairesi’ndeki, “Aziz Atatürk’ü 15 Mayıs 1919’da İstanbul’dan alarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkaran tarihî Bandırma Vapuru’nun personel listesidir ” başlıklı ve 10 Mayıs 1960 tarihli Umumi Arşive ait mürettebat listesi şöyledir;
1.Süvari : Kayserili Ahmet oğlu İsmail Hakkı
2.İkinci kaptan : Üsküdarlı Tahsin
3.Kâtip : İsmail
4.Lostromo : Hasan Reis
5.Serdümen : Göreleli Şükrü oğlu Temel
6.Serdümen : Ali oğlu Basri
7.Ambarcı : Silivrili Hasan oğlu Ahmet
8.Ambarcı : Rizeli Süleyman oğlu Maksut
9.Tayfa : Süleyman oğlu Cemil
10.Tayfa : Hüseyin oğlu Rahmi
11.Tayfa : Mesut oğlu Temel
12.1.ci Kamarot : Muharrem oğlu Hacı Tevfik
13.2.ci Kamarot : İbrahim oğlu Mehmet
14.Kamarot Yamağı : Mustafa oğlu Halit
15.Aşçı : Osman oğlu Hacı Hamdi
16.Serçarkçı : Ağa oğlu Hacı Süleyman (Çarkçı Başı Mehmet Ağa Oğlu Hacı Kadir Süleyman-Gür soyadını almıştır)
17.İkinci makinist : Deraliyeli Emin
18.Ateşçi : Koyulhisarlı Yusuf oğlu Halil
19.Ateşçi : Rizeli Arif oğlu Mansur
20.Kömürcü : Hasan oğlu Mehmed
21.Kömürcü : Mehmed Ali oğlu Ömer Faik
22.Vinççi : İsmail Hakkı
23.Vinççi : Ali oğlu Galip Belge:
10 Mayıs 1960- Umum Arşiv Servisi / İmza
Karaköy’de bir zamanlar var olan TDİ Kültür ve Sanat Merkezi’nden görünüm. Buranın sorumlu Ali Bozoğlu idi. Özelleştirme sonrası dağıtılmıştır. Sağda Mustafa Kemal Paşa portresi altında yeralan tablo Salih imzalı yakıştırma Bandırma Vapurudur. Yerdeki dümen dolabı simidi Bandırma Vapuru’na ait diye yazılı olmasına rağmen Envanter’de başka bir vapuru ait olarak kayıtlıdır! Bile bile herhalde fark edilmez diye herhangibir gemi dümen dolabı simidini “Bandırma Vapuru’nun dümen dolabı simidi” diye sergilemişlerdir.
Bandırma Vapuru sanılan yağlıboya tablo
Bandırma Vapuru sanılan yağlıboya tablo Bandırma Vapuru’na ait Ressam Salih imzalı yağlıboya tablo Karaköy’deki TDİ (Türkiye Denizcilik İşletmeleri) Özel Müzesi envanterinde idi. T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar Ve Müzeler Genel Müdürlüğü “Türkiye Denizcilik İşletmeleri Özel Müzesi” adıyla bu müzedeki eserlerin envanterini hazırlamış ve hazırlanan defter “23–7–1983 gün ve 18113 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu” ve buna dayalı olarak hazırlanan 22–1–1984 gün ve 18239 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Özel Müzeler ve Denetimleri Hakkında Yönetmelik” gereğince bastırılmıştır. Müzenin Adresi ; “Türkiye Denizcilik İşletmeleri A.Ş. Genel Müdürlüğü, Rıhtım Caddesi Merkez Han No: 4, 34425 Karaköy / Beyoğlu – İstanbul” ve müdürü Ali Bozoğlu idi. Vakıa teşhir edilen tablodaki Bandırma Vapuru, hayali ve Bandırma Vapuru ile alâkası olmayan bir gemidir.
Ne yazıktır ki, konuyu doğru bilmeyenler tarafından bu tablo dahi Bandırma Vapuru olarak eserlerde yer almıştır! Adı Denizcilik Kültür ve Sanat Merkezi olsa da, aslında “Devlet Deniz Ticareti Denizcilik Müzesi”ne ait demirbaşta kayıtlı olan 926 eser TDİ’nin özelleştirilmesi sırasında muhtelif kurumlara devredilmiş ve deniz ticareti kavramındaki Türkiye’nin ilk denizcilik müzesi yok olmuştur.
Firuz Aşkın imzalı Bandırma vapuru sanılan tablosu. Bu tablodaki gemi Gelibolu Vapuru’dur. Kaynak: İstanbul Deniz Müzesi . Bandırma Vapuru konulu Firuz Aşkın İmzalı Yağlıboya tablodaki gemi “Gelibolu” vapurudur. Bu tablo “Bandırma Vapuru” olarak İstanbul Deniz Müzesi’nde sergilenmektedir. Ancak, Firuz Aşkın imzalı bu tablodaki vapur Bandırma Vapuru değil, Gelibolu vapurudur..
Anlaşılan, sanatçı Bandırma Vapuru yanılgısı yaratan Gelibolu Vapuru’nun yağlıboya tablosunu yapmıştır.Firuz Aşkın web sitesinde bu tablonun “Gelibolu Vapuru” olduğu yazılıdır.
Gelibolu Vapuru Bandırma Vapuru benzerliği Ne zaman ve hangi yazar “Gelibolu” vapurunu Bandırma vapuru zannederek kullandıysa, bu hata çığ gibi başka makalelere ve hatta eserlere kadar sirayet etmiştir.
Oysa bu iki vapur ayrı zamanlarda, (1867-1873) ayrı tersanelerde inşa edilmişlerdir. Dikkatle inceleyenler ve haliyle denizcilik mesleğinden olanlar bu iki geminin farklı endazelere sahip olduğunu hemen göreceklerdir. Sadece akıbetleri ayni olmuştur; Her iki gemi de Balat- Haliç’te Hüseyin İlhami (Söker) tarafından sökülmüştür! Mustafa
Kemal Paşa Bandırma Vapuruna nasıl geçti. Hatalı algılamalardan biri de; Mustafa Kemal Paşa’nın Bandırma Vapuruna nasıl geçtiğidir; Muhtelif metinlerde, Bandırma’nın Kız Kulesi önlerinde olduğu yazılıdır. Bu ifade Mustafa Kemal Paşa’nın anlatımından yapılan tekrarlamadır. Falih Rıfkı Atay da bulunduğu semtten Harem - Salacak taraflarına doğru bakınca “Kız Kulesi önleri” diye yanılgılı bir ifade kullanmıştır. Mustafa Kemal Paşa, tüm bu heyecanlı telaş içersinde, ister Galata’daki rıhtımdan, ister bindiği sandaldan veya çıktığı gemiden bakarak “Kız Kulesi karşısında idi” sözünü kullansın, bu ifadesi doğrudur.
Ancak, o saatlerde Bandırma Vapuru stim üstündedir ve Sarayburnu - Sirkeci arasındadır. Metinlerde “Demirli bulunmaktadır” denilmektedir. Nereden bakarsanız, bulunduğu mevkiyi ancak “Kız Kulesi karşısında” diye izah edebilirsiniz. Bu, Bandırma Vapurunun gerçek anlamda Kız Kulesi’nin karşısında olduğunu göstermez. Böyle bir mevkiye denizcilik kavramında zaten demirleme yapılamaz! Bunlar bütünüyle olamayacak hatalı algılamalardır.
Bandırma Vapuru İngiliz liman ekibinin evrakları incelemesinden hemen sonra İstanbul’daki bu tehlikeli bölgeden Samsun’a doğru yola çıkabilmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın Beşiktaş’tan motorla gemiye geçtiğine dair hayali yazılar vardır; Bunlar dikkatsizce, bilgisizce yapılmış yakıştırmalardır. Mustafa Kemal Paşa; “Yirmi yedi yıllık ihtiyar kaptan demir aldırmaya başladı” ifadesini kullandığından Kaptan İsmail Hakkı “İhtiyar” zannedilmiştir. Bu ifade yirmi yedi yıllık deneyimli kaptan olarak algılanmalıdır. Bandırma Vapurunun Süvarisi Kaptan İsmail Hakkı 1873/74 (Mezar taşında 1870 yazılıdır) doğumludur. Yani Mustafa Kemal Paşa’dan 8-10 yaş büyüktür. Samsun’a hareket edileceği günlerde 45- 46 yaşındadır. Bu tarihten sonra 26 sene daha yaşamıştır! İsmail Hakkı Kaptan, 1891-1919 yılları arasında 21 ticaret gemisinde muhtelif kademelerden gelerek süvarilik yapmış çok deneyimli bir denizcidir. Mesleki birikimine ait ayrıntılar Şahsi Dosyası’ndaki kayıtlarda yer almaktadır. 16 Mayıs 1919 tarihi “Kurtuluş’a bir adım”dır. Bu safhada Mustafa Kemal Paşa Yaveri Cevat Abbas vasıtasıyla Bahriye Nazırı Avni Paşa’nın yardımını sağlamıştır.
Karadeniz seferinin tüm hazırlıkları Bahriye Nazırı Avni Paşa sayesinde yaptırılmıştır. Karadeniz seyahati için “Bandırma” Vapurunun seçilmiş olması önemli bir karardır. Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun seyahati için Bahriye Nazırı Avni Paşa’ya mevcut bağlamış gemilerden en uygun olanın Bandırma Vapuru olduğunu öneren muhakkak bu gemiler hakkında bilgisi olan bir denizci şahsiyet olmalıdır. Avni Paşa bu yönlendirme ile geminin süvarisinden, çarkçısına ve sair mürettebatına kadar hazırlanmasını sağlattığı gibi, Tersâne-i Âmire depolarından kömür ve yağlama yağı ikmali yapılmasını, İstanbul İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’ndan aldığı müsaade sayesinde tamamlatmıştır.
Bu husus şu gerçeği açıklamaktadır; Bandırma Vapuru için Bahriye Nazırı vasıtasıyla Müttefiklerarası Kömür Komisyonu’ndan İstanbul - Samsun - İstanbul seferine yetecek şekilde kömür tahsisi talebi yapılmış ve Bandırma Vapuru Kasımpaşa’daki Tersane-i Âmire kömür Deposu’ndan yüklenen mavnalardan kömür yüklemesi yapabilmiştir. Müttefiklerarası Kömür Komisyonu, İstanbul’a gönderilecek olan kömürün dengeli bir şekilde dağıtımını yapmakla tek yetkili idi. 14 Kumanya ikmali Mustafa Kemal Paşa maiyetindeki 25 zabit ve sair asker ile, gemi mürettebatına 4 güne yakın seyahat esas alınarak yine Bahriye Nazırı Avni Paşa talimatıyla temin edilmiştir. Kuşkusuz yolcuların, geminin son derece yetersiz kalan iskan ve uyuma alanları dikkate alınarak, puşide, yatak, hamak ihtiyaçları da ayni doğrultuda sağlanmıştır. İlk adı Kymi olarak başlarsak, Bandırma Vapuru hep Marmara Denizi iskeleleri arasında yolcu / yük seferleri yapardı. İlkkez Süvarisi İsmail Hakkı Kaptan’ın komutasında nadirattan 16 - 19 Mayıs sabahına kadar Karadeniz’de fırtınalarla karşılaşmadan seyrederek Samsun’a ulaşmış ve İstanbul’a avdet etmiştir.
Bandırma vapuru, neyse ki, seyri süresince sisle veya sağanak yağmurla karşılaşmamıştır! Gündüz kıyı seyri yaptığı bilinmektedir. Ve Nihayet Geldikleri Gibi Gitmektedirler Geldikleri gibi gidiyorlar…..Sir General Charles Harington bukez İşgal Orduları Komutanı olarak tüm birlikleriyle İstanbul’dan ayrılmak üzere Selahattin Adil Paşa ile Dolmabahçe’de . Tarih 2 Ekim 1923..
Geldikleri gibi gidiyorlar..
General Charles Harington İstanbul’u geldikleri gibi gitmek üzere terk etmeye çok az zaman kaldığını görmüştür! İstanbul Askerî Asayiş Kumandanı Selahattin Adil Paşa’yı ziyaret eder. Bu ziyaretinde barışın Türkiye’ye refah ve mutluluk getirmesini temenni eder. Türk ve İngiliz orduları arasında eski dostluğun yeniden kurulacağına inandığını belirtir ve İtilaf Kuvvetleri’nin İstanbul’dan en kısa zamanda ayrılmaları adına yardımcı olmalarını rica eder. Ayrıca arkalarında binlerce askerin naaşını bıraktıklarını ve onların hatıralarına saygı gösterileceğinden emin olduğunu söyler. Artık bunca zalimce işgal ettikleri aziz vatanımızdan yüzleri asık ayrılmaktadırlar. Mustafa Kemal Paşa’nın “Geldikleri gibi giderler” dediği tarihten o yana bu ulusun, canı bahasına kahramanlıklarla dolu dört yılı geçmiştir. Herşeye rağmen Türkiye yeniden sönmez bir meşale gibi parlayacaktır.
EKLER EK-1 Bandırma Vapuru ve Personeli Hakkında Arşiv kayıtları, Bilgiler-Belgeler
Bandırma Vapuru Süvarisi İsmail Hakkı Kaptan. Kaynak: TDİ Emekli Arşivi. İsmail Hakkı Efendi Kaptan müteveffa Ahmet Efendi’nin mahdumudur. Bin iki yüz seksen dokuz senesi ( 1289/1873-74) senesi hicriyesinde (Sene-i Maliye 1287) Kayseri’de tevellüt etmiştir. (Doğmuştur) Leylî (Yatılı) Ticareti Bahriye Mektebi’nde mürettep dersleri tahsil ederek 1 Mart 1307 /13 Mart 1891 tarihinde mezun olmuştur. 21 Temmuz 1326/3 Ağustos 1910 tarihi ile Esfarı Karibe Süvariliği diploması almıştır. Kaptan İsmail Hakkı Durusu emekli olduktan sonra kendine çekilmiş ve 1940 yılında vefat edene kadar sakin ve mütevazi yaşamıştır. Kasımpaşa’da bahçeli bir evi vardı. Meyve ağaçları ve çiçeklerle dolu bahçesinde vakit geçirirdi. 22 Aralık 1940 tarihinde İstanbul’da Kasımpaşa’daki evinde vefat etmiştir.
Cenazesi 23 Aralık 1940 Cuma günü Kasımpaşa Güzelce Kasım Paşa Camii’nde kılınan öğle namazını müteakiben Feriköy Mezarlığı’na defnedilmiştir. Eşi Fatma Durusu 11 Kasım 1947’de İstanbul’da vefat etmiş ve Feriköy Mezarlığında eşinin mezarından ayrı, bir başka yere defnedilmiştir. Kızı Safiye Ulugöl’ün naaşı da aynı mezardadır. Damadı Emekli Tuğbay S.Fehmi Ulugöl ise kayınvaldesinin vefatından 9 yıl sonra vefat etmiş ve Kaptan İsmail Hakkı Durusu’nun mezarının bulunduğu yere defnedilmiştir. Fatma Durusu’ya 22 Aralık 1940 tarihinden itibaren 8 Lira 17 Kuruş maaş tahsis edilmiştir.
Bandırma Vapuru Çarkçıbaşısı Mehmed Ağa oğlu Hacı Süleyman Kadir (Gür) TDİ Emeklilik ve Sicil Müdürlüğü arşivinde yer alan bir kayda göre, Çarkçıbaşı Mehmed oğlu Hacı Süleyman Kadir (Gür) 1867 yılında Ordu’da dünyaya gelmiştir. Sicil Numarası 3998’dir. Süleyman Nutku’nun hazırladığı ve neşrettiği 1913 tarihli ilk “Bahriyye-i Ticâriyye Sâlnâmesi”nde tüccar gemilerinde, Seyr-i Sefain İdaresi’nde, Şirket-i Hayriye’de çalışan kaptanların ve makine zabitlerinin isimleri, nerede mezun oldukları, diplomalarının derecesi, limandaki kayıd numaraları verilmiştir. Bu listede Hacı Süleyman bin Mehmed (Mehmed oğlu Hacı Süleyman) Fabrika’dan yetişmiş ve diploması (Şahadetnamesi) 1.ci Derece olarak kayıtlıdır. Ayrıca İstanbul Limanı’ndaki Kayıt Numarası: 112’dir. 1913 yılında Seyr-i Sefain İdaresi Makinistleri arasında yer almaktadır. Kasımpaşa’da Türabi Baba Sebili’nin civarında Camiikebir, Sıraberberler Sokağında evi vardı. Burada vefatına kadar eşi Selvet Hanım’la oturmuştur. 1974 yılında bu evde vefat etmiş ve Kasımpaşa Kulaksız Mezarlığı’nda defnedilmiştir.
Bandırma Vapuru II.Kaptanı Üsküdarlı Tahsin (Dalaylı) Bandırma Vapuru II. Kaptanı Üsküdarlı Tahsin (Dalaylı) Nisan 1913 tarihli Bahriyye-i Ticâriyye Sâlnâmesi’ndeki kayıtlara göre bu tarihte Üsküdarlı Tahsin, Osmanlı Seyr-i Sefain İdaresi’nin Gayret Vapuru’nda II. Kaptan olarak görev yapmaktaydı. 1923 tarihinde Osmanlı Seyr-i Sefain’i Türkiye Seyri Sefain İdaresi olarak unvan değişikliği yapmıştır. Bu tarihte Üsküdarlı Kaptan Tahsin de Türkiye Seyr-i Sefain İdaresi kadrosunda göreve devam etmiştir. 1932 tarihine göre Ortaköy’de Yelkovan Sokak No.2 olan evde oturmaktaydı. Büyük Mecidiye Camii (Ortaköy Camii) Muallim Naci Caddesi hemen arkasında ahşap olan bu ev halen mevcuttur ve restore edilmiş olup, bir lokanta işletmesine aittir. 1937 yılı tarihli bir mektubunda Ortaköy’de Değirmenci Sokak No.8’de oturduğu görülmektedir. Kagir olan bu ev de, Ortaköy’de Çırağan Caddesi ile Muallim Naci Caddesi’nin kesiştiği bir noktada Esma Sultan Yalısı’nın bulunduğu semtin arka taraflarındadır. İhtiyat II. Kaptan Tahsin Dalaylı 1940 yılı ortalarında belirgin şekilde sağlığını kaybetmeye başlamış ve hastalığı ilerlediğinden dolayı Devlet Deniz Yolları’nın Tophane’deki Denizyolları ve Limanları Hastahanesi’ne yatırılmıştır. Son derece zayıflamış haldeydi ve verem şüphesi ile yoğun bir tedavi altına alındıysa da, durumu ciddileştiğinden 27 Aralık 1940 ve 1103 Sayılı yazıyla Hastahane Başdoktorluğundan Devlet Deniz Yolları ve Limanları İşletme Umum Müdürlüğü’ne acilen Ortaköy Şifa Yurdu’na nakledilmesi gerektiği iletildi. Devlet Deniz Yolları ve Limanları İşletme Umum Müdürlüğü vasıtasıyla ayni gün Zat İşleri Müdürlüğü’ne İhtiyat İkinci Kaptan Tahsin Dalaylı’nın Ortaköy Şifa Yurdu’na yatırılması onayı verildi ve bu müsaade Başdoktorluğa Zat İşleri 6542 Sayı ve 27 Aralık 1940 tarihli yazıyla iletilerek, hastane ücreti Devlet Deniz Yolları ve Limanları İşletme Umum Müdürlüğü İdaresi’nce ödenmek üzere Şifa Yurdu’na yatırılmasına ait Umum Müdürlük olurunun tasdikli örneği bağlı olarak bildirildi. Ayni yazıyla hastanın hemen Şifa Yurdu’na yatırılmasına bağlı işlemlerin hemen yapılması istendi. Neyazıktır ki, artık çok az sayılı günler kalmıştı. Kaptan Tahsin Dalaylı Ortaköy Şifa Yurdu’na yatırıldıktan 18 gün sonra 14 Ocak 1941 Salı günü sabaha karşı vefat etti. Cenazesi Beylerbeyi Hamidi Evvel Camii’nde kılınan öğle namazını müteakiben Beylerbeyi Küplüce Mezarlığı’nda defnedildi.
Gemi Sökümcüsü ve Armatör Hüseyin İlhami Söker P. T. T. hulefasından Hamid Bey’in oğlu olan Hüseyin İlhami Söker’in 2 erkek bir kız olmak üzere 3 kardeştiler.. I. Dünya Harbi yıllarında büyük yoksulluk çeken aile, sonunda Fatih, Çarşamba’da oturdukları evi Emniyet Sandığı’na rehin vererek harp yıllarını geçirmeğe çalıştılar. Altı sene Sultanselim Rüşdiyesi’ne devam eden Hamidzâde Hüseyin İlhami, bu okulda Osmanlı Tarihi, Arapça, Farsça, Coğrafya dersleri gibi Mebadi-i Hendese (Geometriye giriş), Hesap ilmi (Aritmetik) dersleri okudu. Ailece taşındıkları Kuzguncuk’ta babası Fransızca öğrenmesi için Musevi Cemaatine ait Kuzguncuk Alyans İsrailit Mektebi’ne yazdırdı. Bu okulda iki sene öğrenim gördü. Babası memur olmasını istemesine karşı gelerek evden kaçtı. Mütareke sırasında Haliç Vapurları Şirketi tarafından kullanılır ümidi ile satın alınan ve İngilizlerin harpte kullandıkları Amerikan denizaltı takip gemileri çok masraflı olduğu gerekçesiyle satışa çıkarıldığında, Musevi ahbabı Sami Bali ile bu gemileri satın alıp sökmek ve satmak suretiyle hurdacılığa başladı.
Son derece tutumlu olmasından dolayı adı “Cimri”ye çıkan Hüseyin İlhami Söker eşi Selma Hanım’la özellikle ilkokullardaki yoksul öğrencilere erzak yardımlarıyla da anılmıştır. Hüseyin İlhami Söker gemi kazası meydana geldiğinde, kazaya kurban giden gemiciler için açılan yardım kampanyalarına en üst sıralardaki yardımlarıyla katılırdı. Cumhuriyet Gazetesi’nde “Sıfırdan Milyoner olanlar; Eski gemi alıp sökerek satan İlhâmi Söker” başlıklı söyleşi, yaşamı hakkında ayrıntılı bilgiyi ve görüşlerini içermektedir. Birtarafta Haliç, Balat’ta gemi sökümcülüğüyle çok yoğun olan Hüseyin İlhami Söker, Kanlıca Koyu’nda Sipahiler Ağası Mehmed Emin Ağa Yalısı’nı satın almakla kalmamış, Nişantaşı’nda Güzelbahçe Kliniği’ni, Cihangir’de devrinde büyük beğeni gören Ege Bahçesi’ni de satın almıştır. Erenköy’de 7 dönümlük araziyi satın aldığı arazide tavuk çiftliği kurmuş, cins inekler ve yarış atları yetiştirmiştir. Bu yatırımları çok başarılı bir müteşebbis olduğu kadar, zevk sahibi olduğunu da gösterir. Cihangir’in ünlü Ege Bahçesi Susam Caddesi sırasındaydı ve sahipleri 1933 yılına kadar Alexandros Ağaroğlu ve Anastas Theodoridis’e ait idi. Ege Bahçesi, eski Cihangirlilerin maziyi hayal ettikleri “Eski güzel günlerin ayrı bir dünyası” sayılırdı. Çok varlıklı olmasına rağmen çok da tutumlu biriydi. Hergün yemeği evinden sefertasıyla gelir, yemeğini öyle yerdi. Ama muhteşem bir adamdı. Hüseyin İlhami Söker, gemi sökümcülüğünden sağladığı varlıkla ayni zamanda 1959 yılında 1942 Kanada Vancouver, BC. - West Coast Shipyards inşa “Fort Glenlyon” isimli gemiyi Söker Vapur Donatımı adına satın aldı ve “Söker” adını verdi. Bu gemiyi 1964’de Cerrahoğulları Umumi Nakliyat Vapurculuk ve Tic. Satın aldı ve “M.Ereğli” adını verdi. 1967’de hurda amaçlı olarak Hüseyin İlhami Söker’e devredildi ve Haliç’te söküldü. Bandırma Vapuru’nu Balat sahilindeki şantiyesinde söken Hüseyin İlhami Söker, 2 Mayıs 1979 günü vefat etmiştir. Mezarı İçerenköy’deki aile kabristanındadır.
EK- II
Kartal römorkörü yanılgısı Mustafa Kemal Paşa – Kartal Römorkörü bağlantısı bir uydurmadır.
Bu makalemin amacı, yürekleri tüm iyilikler dolu, Mustafa Kemal Paşa inancıyla bir hizmet üretmek isteyenlerin derin yanılgısını üzüntüyle işaret etmek ve bu vahim hatayı düzeltmek olacaktır. Ancak sıradan bir römorkör konusunda yanılgı yaratarak tarihi tahrif etmek isteyenler olduğu gibi ve hatta bu sıradan römorköre Türk Loydu vasıtasıyla “Onur Belgesi” verildiği de görülmüştür. Bu konuda defalarca yazdım. Eserler yayınladım.. Yanılgıyı Cimer’e, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na, İstanbul Deniz Müzesi Komutanlığı’na, hatta muhtelif resmî kurumlara da duyurdum. Sıradan Kartal Römorkörü arşiv, belge araştırması yapılmaması yüzünden milli kahraman hale getirilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti yeniden doğuştur.. O’nu yaratanları minnet ve rahmetle analım. Deniz Ticareti Tarihi’ni de belgelerden okuyarak öğrenelim. Bu yapılmaz ise, iş gösterişe dönüşür!
Bir Kartal römorkörü dalgası yarattılar…
Ben de o sırada “Mustafa Kemal Paşa ile İstanbul’dan Samsun’a” başlıklı eserimi çalışıyordum. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nde Bandırma Vapurunun fotoğrafı bulunamıyordu.. Oysa Seyr-i Sefain İdaresi fotoğrafları arasında albüm olarak vardı. Nedense araştırılmadı! Kartal römorkörü yanılgısının kaynağı Dr. Fethi Tevetoğlu’nun “Atatürk’ün Güvendiği bir kişi: Doktor Râsim Ferid Talay” konulu makalesi. Sayfa 632 ve 633 – Yayın Tarihi 1991! Dr. Cihat Fethi Tevetoğlu’nun Atatürk konulu asıl eseri 1971 yılında Ayyıldız Matbaası’nda basılmış olan “Tevetoğlu, Cihat Fethi, 1916-Atatürk'le Samsun'a çıkanlar / Fethi Tevetoğlu - Ankara : Atatürk ve Çevresi Yayınları” dır. Dr.Fethi Tevetoğlu’nun “Doktor Rasim Ferid Talay’ı Mustafa Kemal Paşa ile aralarında teati ettikleri mektuplarıyla naklederken, olayları da ekler. Hangi kaynaktan yararlandığını (14) Numara ile işaretlemiştir. Belirttiği eser; Cevat Abbas Gürer: Ebedî Şef Kurtarıcı Atatürk’ün Zengin Tarihinden Birkaç Yaprak, İstanbul, 1939. S.166” dır. Cevat Abbas Gürer’in 1939 Halk Basımevi yayını olan bu eserinin 166.cı sayfasının kopyasını aynen ve tam sayfa olarak yayınlıyorum;
Bu eserin 166.cu sayfasının tam sayfa kopyasını okurlar için aynen esere ekledim ve Dr. Fethi Tevetoğlu’nun kaynak diye gösterdiği anlatımı da işaretledim. Aynen şöyle yazılı; “Atatürkle ben askerî sevkiyatın bir köhne motörü ile deniz ortasında yaslanan bu çelik ormanının içinden geçiyorduk. Atatürk’ün zarif dudaklarından ‘Geldikleri gibi giderler’ cümlesini işittiğim zaman; mütarekenin doğurduğu derin ve elemli ümitsizliği derhal unutmuştum.” Kaynak gösterilen sayfada “Kartal istimbotu” diye bir nesne yok! Aksine “Askerî Sevkiyatın bir köhne motörü ile” diyor..
Dr. Fethi Tevetoğlu, bu anlatımı değiştirmiştir..
Dr. Fethi Tevetoğlu, nedense bu anlatımı değiştirmiştir.. Bir de Kartal istimbotu diye bir isim eklemiştir. Bu değişikliği yapmaya neden ihtiyaç duymuştur? Neden Askeri Sevkiyat’ın köhne bir motörü ifadesi yerine “Kartal römorkörü” diye bir yanılgıya yönelmiştir? Allah rahmetini üzerinden eksik etmesin, ama günümüze kadar bir römorkör adı üzerinden nice vahim yanlışlıklara ve tarihsel skandala neden olmuştur! Dr. Fethi Tevetoğlu’nun bu makalesi yapılan yeni alıntılarla günümüze kadar yanlışın doğru gibi tekrarı alışkanlık yaratmıştır. Bu hata, tarih önünde düzeltilmek zorundadır!
EK- III Karikatürist Salih Erimez Bandırma Vapuru’nun fotoğrafı Seyr-i Sefain İdaresi fotoğraf arşivinde bulundu halde ve bu arşivdeki fotoğraflar, fotoğraf albümleri TDİ arşivine intikal etmesine rağmen hiçbir sorumlu bu arşivi dikkate almamıştır! Vahim hatanın başlangıç noktası; Karikatürist Salih Erimez’in Bandırma vapuru dediği, fakat Bandırma Vapuru olmayan kurmaca bir vapur tablosudur!
Ressam Salih’in bir karikatürü: Beyoğlu’nda dadısıyla alışverişe çıkmış bir hanımın peşinden giden piyasa çapkını iki erkek.. Yıl:1931
Karikatürist sanatçı Salih Erimez karikatürlerinde “S” ve daha sonraki yıllarda “Salih” imzasını kullandı. Evi, Kadıköy Merdivenköy Mahallesi’nde idi. Evinin olduğu sokağa “Ressam Salih Erimez Sokağı” adı verilmiştir. Karikatürlerini “Tarihten Çizgiler” isimli bir eserde neşretti. Cumhuriyet Gazetesi’nde 1960 yılında “Bir Çiçekle Yaz olmaz” başlığını verdiği çizgi romanı yer almıştır. 1967 yılında “Papağan” mizah dergisinde toplanan devrin ünlü karikatüristlerinden biri olmuştur. Karikatürlerini “Ne idik; ne olduk?” başlıklı eserinde yayınlamıştır. Karikatürist Salih Erimez’in kimliğini anlatan tanıtımda şöyle yazıyor;“Karikatürist. (1901 - 1974) İstanbul Erkek Lisesi ve Viyana güzel sanatlar akademisi mezunudur. Cumhuriyet, Papağan, Akbaba, Son Saat, Yeni Ses, İkdam, Zaman, Yedigün, Karikatür, Şaka, Akşam, Dünya, Nasreddin Hoca, Tercüman gibi dergilerde ve gazetelerde çalıştı. Uzun yıllar Tarihten Çizgiler başlığını taşıyan, Osmanlı İmparatorluğu devri yaşantılarını yansıtan karikatürler çizdi. Uzun yıllar sonra da tarih çizgilerini albüm haline getirdi.” Collins veya sair uluslar arası lûgatlarda “Karikatürist” şöyle tanımlanıyor; “Sosyal, politik ya da kendi oluşturduğu tiplerde olayları ve kişileri tasvir ederek karikatürler çizen kişidir.” Bir başka değerlendirmeye göre, “Karikatür yapan ressamdır” Hikmet Münir Ebcioğlu, Karikatürist Salih Erimez’i şöyle anlatmıştır;1 “Otuzla kırk yaş arasında, otuzdan daha uzak, kırka daha yakın karikatür sanatkârlarımızdan biri de Salih Erimez’in yaptığı karikatür kompozisyonları, millî inkılâp sahamızda en şayanı dikkat hizmetlerden biri sayılacak eserlerdir. Bu kıymetli sanatkâr bize, dünkü Türk cemiyeti ile bugünkü arasındaki farkı, en muktedir muharrirlerin yazılarından çok daha kuvvetle göstermeye muvaffak olmuştur denebilir. Bu sebeple, ‘dün’ ün hayatını tetkik için okumadığı eski eser, konuşmadığı yaşlı insan kalmamıştır. Bugünkü Cumhuriyet devrinde, bir mektebin üstün hususiyetlerini mi göstermek istiyor? Salih Erimez falakası, hocası, kalfası ve çoraplı, cüppeli talebesiyle dünkü mektebin iptidaî, gülünç halini tasvir eden bir karikatür çizer… Bugünkü imtihanların dürüst ve isabetli mahiyetini mi anlatmak istiyor? Eski zamanlarda bir mektep talebesinin, sınıf geçmek için, hiç bir suale cevap veremediği halde, meselâ “Padişahım çok yaşa!” diye haykırmayı akıl ederek, korkak mümeyizlerin müdahaneci zaaflarını avlamak suretiyle imtihanı kazanmak şeklindeki komik ahvalini canlandırır. Eski zamanların hayatını tetkikte, karısının, yine tetkik ve araştırma neticesinde elde ettiği bilgiç en istifade eder. Yedi yaşında kendisi gibi resme âşık oğlunun bu istidadım ilerletmek, başlıca zevklerinden biridir.
Karikatürist Salih Erimez’in “Tarihten çizgiler” başlıklı eserinde topladığı karikatürlerinden biri; “Hassa Ordusu Müşirliğine tayin edilen Şehzadenin kılıç talimi.”
İstanbulludur; Anadolu yakasında sakin bir evi vardır. Yaz kış orada oturur. İnkılâp tarihini mukayeseli surette canlandıran “Ne idik; ne olduk?” isimli üç yüzü mütecaviz karikatürden mürekkep eserlerini bir servet itinasıyla koleksiyonları arasında saklar. Kütüphanesinin başlıca ziynetlerini Ahmet Rasim, Hüseyin Rahmi, Sermet Muhtar, Ömer Rıza, Ercüment Ekrem, Refik Halid gibi hem yeni hem eski içtimai hayatımızın en mühim hususiyetlerini göstermiş müelliflerin eserleri teşkil etmektedir. Bir karikatür kompozisyonu üzerinde asgarî dört saat çalışmaktadır. On beş seneden beri karikatür yapıyor. Buğday renkli, orta boylu, zarif giyinir ve ağır hareketlidir. İlk bakışta göze çarpan gümrah, mütecaviz kaşları, sakin fakat mânâlı yüzüne hususî bir heybet vermektedir.”2 T.İşBankası Kültür Yayınları’ndan olan “50 Yılın Türk Mizah ve Karikatürü” başlıklı eserde “Osmanlı toplum düzenin ‘Komik’ yönleri ‘Tarihten Çizgileri’yle uzun yıllar Salih Erimez’de yansır.” övgüsü ve karikatürist olarak sanatçı yanı ifade edilmiştir. Diğer kaynaklarda da benzer övgüler ve değerlendirmeler hep sanatçının karikatürist olarak gösterdiği başarı üzerinedir. 3 Mülga
TDİ Genel Müdürlük Binasındaki Kültür ve Sanat Merkezi’nde teşhir edilmeyen tablolar Bir zamanlar Karaköy’deki TDİ Genel Müdürlük binası girişi sol kısmında olan Denizcilik Kültür ve Sanat Merkezi de TDİ’nin özelleştirilmesi sırasında dağıtılmış olup, artık mevcut değildir. Bu merkeze ait envanterin kopyası benim arşivimdedir. Bu envantere göre; Diyarbekirli Tahsin, Şemsi Aral, Ayetullah Sümer, Hüseyin Cahit Derman, Sami Lim, Şevket Dağ, Nazlı Ecevit, İbrahim Çallı, İzzet Kenzler, Cevat Dereli gibi çok tanınmış Türk ressamların eserleri yanında, ayrıca 1947 tarihinde Rod Cladus, Harry Pandeli imzalı iki tablo daha ilave edilmiştir. Tanınmış ressamların sayısı 2’yi geçmeyen tabloları yanında Salih Erimez’in 31 adet tablosu oluşu, ancak sanatçının birbiri ardından bir vapur tablosu yapıp bunu idareye kolaylıkla satması olarak değerlendirilebilir! TDİ Genel Müdürlük Binası’nda Karikatürist Salih Erimez’in 31 yağlıboya gemi tablosu kayıtlı iken tablolarının 29’u depoda muhafaza edilmekteydi.
Geri kalan 2 tablodan “Bandırma Vapuru” adını verdiği tablo, (Envanter No.39, Demirbaş No. 2294) Genel Müdürlüğün giriş katında solda yeralan Kültür ve Sanat Merkezi adı verilen “Müze” de yer almıştır. Diğer ressamların eserleri odalarda veya koridorlarda asılı bulunuyordu. Ayrıca, İzzet Kenzler imzalı 3, Ayetullah Sümer imzalı 2, Diyarbekirli Tahsin imzalı 2, diğer tanınmış ressamlara ait 1 tablo varken, Salih Erimez’e ait 31 tablo oluşu dikkat çekicidir. “TDİ Özel Müzesi” olarak tanımlanan bu sanat merkezindeki her obje Kültür Bakanlığı Anıtlar Müzeler Genel Müdürlüğü Özel Müze Eser Envanter Defteri’nde kayıtlıydı. Ticaret gemileri konulu en fazla yağlı boya tablosu olan sanatçı Salih Erimez’dir. Envanterde tespit ettiğim üzere sayıları 31 olan Salih imzalı bu tablolardaki gemilerin hemen tamamı, çizimleri açısından maalesef endazeden yoksun, ölçüleri uyumsuz, velhasıl çok genel hatları ile ve son derece basit resmedilmiş tablolardır. Sanatçının karikatür dışında yağlıboya olarak çalıştığı eserler sadece TDİ envanterindeki bu gemi tabloları olmuştur. Seçtiği gemiler; Ege, Babil, Bahr-ı Cedid, Gelibolu, Gemlik, Hayrettin, Hereke, Kaplan, Karaköy, Kılıçali, Konya, Maltepe, Marmara, Marmara 1, Medar-ı Tevfik, Musul, Sadıkzâde, Selanik, Selanik 1, Şehber, Vesile-i Ticaret, Akdeniz, Tayyar, Tarabya, Hudeyde, Canik, Bandırma, Büyükada, Cumhuriyet, Heybeli, Maltepe idi. Bunların, sanatçının karikatürist olarak başarıları yanında çok iptidai oluşunu belirtmek çaresizdir. Karikatürist Salih’in “Bandırma Vapuru” adını verdiği tek yağlıboya tablosu “Bu vapur Bandırma vapuru mu, değil mi” diye bakılmaksızın en mutena bir köşede, 19 Mayıs 1919 adına ayrı bir bölümde teşhir düzeninde yeraldı. Nitekim “Müzenin Batıya Bakan Cadde Duvarının Ortasında asılı” olup, müzeyi gezenlerin 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaşan Bandırma Vapuru diye seyrettiği bir öngörünümlü alandaydı! Karikatürist Salih Erimez’in karikatür sanatında unutulmaz başarısına, ustalığına, hiciv yoluyla, nükteyle verdiği ve biçimlendirdiği kişilere karşın, neden özellikle armatörlere ait vapurların tablolarını yapmaya yöneldiği ve bunları Münakalat Vekaleti Devlet Deniz Yolları ve Limanları İşletmesi Umum Müdürlüğü zamanından başlayarak TDİ’ye kadar gelen bir devlet kurumunun neden incelemeden tümüyle sahiplendiği soru işareti olarak duruyor! Olumlu bir cevap şu alabilir; Bu tabloların 2’si hariç hepsi depodaydı. Tablolarını teker teker inceledim; Allah bu sanatçımıza rahmetini eksik etmesin diye dua edeceğim. Fakat bu tablolardaki gemilerin endazesi, aslı ile karşılaştırıldığında alabildiğine başarısız bir çizim nedeniyle, zaten çok sıradan kalmakta. Sonuçta Salih imzalı “Bandırma vapuru” tablosu ülkeye yayılacak vahim bir hataya neden olmuştur! T.C. Kültür Bakanlığı Anıtlar ve Müzeler Genel Müdürlüğü tarafından zamanında bu sanat merkezinin envanter kaydı yapılmıştır. Nevar ki resimler için “Eni boyu veya bakımsız, bazı çatlaklar var..” gibi bilgiler dışında eserin resim sanatı niteliği hakkında hiçbir değerlendirme yapılmamıştır. Karikatürist Salih Erimez’in gemiler veya başka konularda yağlıboya tabloları var mıdır konusunda defalarca araştırma yaptım. Müzayede katologlarını inceledim, eserleri neler ise bunlara ulaştım. TDİ envanterindeki bu vapur tabloları dışında “Salih” imzalı başkaca yağlıboya hiçbir gemi tablosu yok! Bu tablolar, gemileri yansıtmıyor. Bu çarpıklık, sanatçının diğer tablolarındaki vapurlarda görülmektedir. Tablolarını, gemilerin fotoğraflarıyla karşılaştırdım. Nitekim; bir zamanlar TDİ Genel Müdürlük binasında depoda saklanan tablolarından biri olan “Hudeyde Vapuru” tablosu, Hudeyde vapurunun fotoğrafı ile kıyaslandığında, Karikatürist Salih Erimez’in Hudeyde vapuru ile alâkası olmayan, fakat Hudeyde Vapuru dediği ve çok başarısız çizilmiş bir vapur tablosu ile karşılaşılmaktadır. TDİ’nin özelleştirilmesiyle Kültür ve Sanat Merkezi’ndeki tüm objeler muhtelif devlet sanat kurumlarına dağıtılmıştır. Bunlar arasında yeralan “Bandırma Vapuru” adlı tablo, Resim ve Heykel Müzesi arşivine devredilmiştir. Bu noktada yetkililerin bu tabloyu ola ki bir gün sergilerlerse, enazından altına veya kenarına bu tablonun Mustafa Kemal Paşa’yı İstanbul’dan Samsun’a götüren Bandırma Vapuru olmadığını uyarı olarak yazmaları, vahim hatanın devamını önlemek adına ciddi bir sorumluluk olmalıdır. Ayrıca bu tablolar, ileriki yıllarda başka hatalara neden olmaması amacıyla, resim sanatı açısından değerlendirmek kaydıyla ve gemiler konusunda izahat verilmek suretiyle açıklanmalıdır!
1 Hikmet Münir Ebcioğlu; “Bizi güldüren Sanatkârlar: Ramiz Gökçe-Cemal Nadir-Salih Erimez”, Yeni Mecmua, 1939, Sayı 61.
2 Salih Erimez-Türk Mizahının Öncüleri, Milliyet, 28.08.1981; Erdem Zekeriya İskenderoğlu, Veli Koç; Belediye Hizmetlerinin Karikatürlerle 100 Yılı (1872 – 1972); Zeytinburnu Belediyesi Kültür Yayınları Kitap No.43, Yıl 2017.
3 Cumhuriyetin Ellinci Yılı Dizisi 14; 50 Yılın Türk Mizah ve Karikatürü, T.İşBankası Kültür Yayınları.
DİP NOTLARI
1 Prof.Dr. Tolga Başak; “Mondros Mütarekesi Görüşmelerine İlişkin İngiliz Kayıtları Ve Görüşmelerle İlgili Değerlendirmeler” , Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi XVIII/Özel Sayı (2018), Atatürk Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü.
2 Recaizade Mahmut Ekrem; “Araba Sevdası”, 1896;İletişim Yayınları, 2004.
3 Prof.Dr. İlhan Ekinci; “Osmanlı'da Yabancı Vapur Kumpanyaları ve İmajları Hakkında”, Kebikec Dergi Yıl. 2006, Sayı 21.
4 Ahmet İhsan; “Matbuat Hatıralarım 1888-1914”, T.İk Kültür Yayınları 2012.
5 Tarık Saygı; “General Charles Thowsend ve Türkler”, Doktora Tez, 2006.
6 John Foster Fraser; “The Land of Weiled Women”, Cassell, London, 1911. David Fromkin; “Barışa Son Veren Barış”- Yayına hazırlayan: Şemsi Yeğin, Epsilon Yayınevi, 2004. Paul C. Helmreich; “From Paris Sevres: The Partition of the Ottoman Empire at the Peace Conference of 1919-1920”, Colombus Ohio, Ohio State University Press 1974. Blackwood’s Magazine; “A bow with two strings -İki telli bir yay” Haziran 1934.
7 Rauf Orbay; “Cehennem Değirmeni- Siyasi Hatıralarım”, Emre Yayınevi, 1993.
8 Ahmet İzzet Paşa; “Feryadım”, Timaş Yayınları 2019.
9 Cevad Abbas (Gürer); “Ebedî Şef Kurtarıcı Atatürk’ün Zengin tarihinden birkaç yaprak”, İstanbul Halk Basımevi, 1939; Sf. 164-165; -Turgut Gürer; “Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2017.
10 Ulus Gazetesi 20 Mayıs 1947.
11 Devlet Denizyolları İdaresi Umumi Arşivi., “Aziz Atatürk’ü 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan alarak 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkaran tarihî Bandırma Vapuru’nun personel listesidir”.
12 Naci Çavdar; “Birinci Dünya Harbi Sonunda İstanbul’da Kömür Kıtlığı Ve Buna Bağlı Sıkıntılara Çözüm Arayışları”, Atam Dergi, Sayı:7, Yıl 2014. Ertan Ünal; “Haydarpaşa’daki Büyük Facia”, Popüler Tarih Dergisi Eylül 2002 Sayısı.
KAYNAKÇA - Murat Bardakçı; “Şahbaba”- Samsun Belgeleri, Pan Yayıncılık, 1998. - Falih Rıfkı Atay; “Batış Yılları”, “Kurtuluş”, Pozitif Yayınları, 2008-2011. - Falih Rıfkı Atay; “Çankaya”, Pozitif Yayınları, Kasım 2012. - Osman Öndeş; “Modalı Vitol Ailesi”, Tarihçi Yayınevi, 3.Baskı.2017. - Yrd. Doç. Dr. Necati Çavdar; “Birinci Dünya Harbi Sonunda İstanbul’da kömür kıtlığı ve buna bağlı sıkıntılara çözüm arayışları”, Gaziosmanpaşa Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü / Tokat, Temmuz 2014 Sayı 89. - John Godolphin Bennett; “Withness”, Turn Stone Books, Londra 1974. -Çiçek Öztek; “Tanık”, YKY Yayını 2006. John Foster Fraser; “Constantinople” - “The Illustrated War News, Cilt X, Sf.932-933. Sir Edwin Pears; “Life of Abdul Hamid”, “Fourty Years in Constantinople - 1873-1915”, Herbert Jenkins Ltd. Arundel Place Hay Market; London, 1916. -Yaşar Karaduman; “Atatürk’ü Samsun’a Götürdük”; Röportaj: Kerim Kelleci - Songül Altun, İlayda Erol; Ünye Kent Gazetesi, 2014. - Dr. Nejat Tarakçı, “Bandırma Vapurunun Hikâyesi”, Deniz Tarihçisi ve Jeopolitikçi; - Gotthard Jaeschke, Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri II, Cumhuriyet Kitapları s. 33. - Oktan Keleş; “Kız Kulesi 1919”, 31 Temmuz 2012., Cumhuriyet, Milliyet, Ulus Gazeteleri arşivi. - Lloyd’s Register of Shipping. Clyde Built Ships. Tyne Built Ships. Tees Built Ships. Greek Shipping Miracle arşivi. - T.D.İ. Arşivi. - Ahmet Güleryüz; “Ertuğrul, Savarona ve Türk Devlet Yatları”, Denizler Kitapevi, 2007. - Prof.Dr. İlhan Ekinci; “Osmanlı'da Yabancı Vapur Kumpanyaları ve İmajları Hakkında”, Kebikec Dergi Yıl. 2006, Sayı 21. - Yrd. Doç. Dr. Mithat Atabay; “Çanakkale’de Batan Gemilerin Enkazının Çıkarılması ve Satılması”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, Sayı: 54, Sayfa: 001-024 Yayın Tarihi: 2013 Sf.242 - Ertan Ünal; “Haydarpaşa’daki Büyük Facia” , Popüler Tarih Dergisi, Eylül 2002. - Baha Özler; “Haydarpaşa Garı’nı havaya uçuran adamı tanıdım”, Yıllarboyu Tarih Dergisi Ekim 1980. - Prof.Dr. Dursun Kırbaş, Berkan Serdel, Can Koyak;“Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni Hekimler”,Yeni Tıp Tarihi Araştırmaları Dergisi 2015, ss.115-135. - Candan Badem; “Çarlık Yönetiminde Kars, Ardahan, Artvin, 1878-1918” Aras Yayınevi,2020. - Bernd Langensiepen- Ahmet Güleryüz ; “Osmanlı Donanması 1828 -1923” , Denizler kitabevi, 2007. - Blackwood’s Magazine; “A bow with two strings” Haziran 1934. - Doç. Dr. Candan Badem; “Çarlık Yönetiminde Kars, Ardahan, Artvin, 1878-1918”, Aras Yayınevi, 2018. - “General Allenby’nin Hatıratı” - Hazırlayan FarukYılmaz, İz Yayınları, 2013.
Cevad Abbas (Gürer); “Ebedî Şef Kurtarıcı Atatürk’ün Zengin tarihinden birkaç yaprak” İstanbul Halk Basımevi, 1939; Sf. 164-165; - Andrew Mango; “Atatürk”, Sabah kitapları, İstanbul, 2000,S.193. - Prof. Dr. Tolga Başak ; “Mondros Müterekesi ve Uygulama Günlüğü”, IQ Kültür Sanat Yayıncılık,İstanbul,2013. 7 Rauf Orbay; “Cehennem Değirmeni- Siyasi Hatıralarım”, Emre Yayınevi, 1993. - Briton Cooper Bush; “Mudros to Lausanne; Britain’s Frontier in West Asia; 1918- 1923” State University of New York Press, Albany, 1976. - Resul Yavuz / Danışman; “Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan Sevr Barış Antlaşması’na Giden Süreçte Türk Diplomasisi” - Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlke Ve İnkılapları Tarihi Enstitüsü 2016,Doktora Tezi . - Abdurrahman Bozkurt; “İtilaf Devletlerinin İstanbul’da İşgal Yönetimi” Doktora Tezi, İ.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilimdalı 2009. - Osman Öndeş; “Vahdeddin’in Sırdaşı Avni Paşa Anlatıyor”, Timaş Yayınevi, 3.Baskı 2017. - Ahmed İzzet Paşa;“Feryadım” 1 ve 2 Cildler, Nehir Yayınları 1992-1993. - Ahmet Semih Mümtaz;“Hayal Olmuş Hakikatler”, İbrahim Hilmi Çırağan, Hilmi Kitabevi, İstanbul 1948. - Cemal Kutay; “Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yüzyılımızda Bir İnsan- Hüseyin Rauf Orbay (1881-1964)”, Kazancı Yayıncılık, 1992. - Cemal Kutay; “150’likler Faciası”, Sıralar Matbaası, Ankara, 1955. - Turgut Gürer; “Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer – Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 Yıl”, Gürer Yayınları, 2008,İstanbul. - Falih Rıfkı Atay; “Atatürk’ün bana anlattıkları /Mustafa Kemal’in Ağzından Vahidettin”, Pozitif Yayınları 2008. - Murat Bardakçı; “İddialar ve Cevaplar”, Haber Türk, 19 Mayıs 2014. - Murat Bardakçı; “100.Yıldönümünü Kutladığımız 19 Mayıs’ın sembol gemisi Bandırma Vapuru’nun ikinci kaptanının Atatürk’e yazdığı açlık ve sefalet mektupları”, Haber Türk, 7 Mayıs 2019. - Dr.Fethi Tevetoğlu; “Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar”, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları No.757. 1987.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.