Mihriban
18 Şubat 2021, Perşembe 12:53MİHRİBAN
Gecesi gündüzünden farklı olmayan, pis havası, iç karartıcı ıslak ıpıslak bir Danimarka şehrinde gördüm onu. Kardeşleri gibi küçük bir prefabrik sergidesera ürünü olarak sıradan küçük bir tezgaha dizilmiş, ince ince çiseleyen yağmur altında bekleyip duruyordu, çok cüzi bir fiyatla kendisini sahiplenecek kimseleri..
Çevresindeki sosyetik zengin salonlarını süsleyecek bol sıfırlı üç-dört rakamlı fiyatlarla satılan cinsdaşlarının yanında boynu bükük, tek rakamlı satış fiyatından utanır gibiydi. Hemen hemen laf olsun diye aldım. Bir şey almış olmak için aldım. Noel zamanıydı. Noele hazırlık için alışveriş yapan insanları gördükçe bende bir şey almış olmak için aldım. Tekdüze, yeknesak buz gibi yaşantımıza bir çeşni diye alıp getirdim gemiye.
Kontraplaktan bir zıvana yaptım ona, sancak lumbuzun içine yerleştirdim ve günlük hayatın hercü mercü içinde unuttum.
Irak’n Umm Qasr limanı için B.M. adına yardım malzemeleri kategorisinden şeker yüklüyorduk havalar müsaade ettikçe.
Küstü, alındı bana. Yapraklarının acı yeşili soldu, sarardı, söndü sonrada bükülmeye başladı. Hatta birkaç tanesi uçlarından kuruyup döküldü. O zaman su vermeyi akıl ettim. Günde bir-iki saat güverteye hava aldırmaya çıkarttım ve ondaki gözle görülen değişime şahit oldum. Güverteye çıkartıp hava aldırdıkça, suyunu bol bol verdikçe yaprakları dirilmeye renkleri geri gelmeye başladı. Bir canlılık kazandı.
O zaman gözümde değeri arttı. Bir anlam, bir mana kazandı. Hepimizin canımızdan bezdiği bu berbat havalı kuzey limanından bir an önce ayrılmayı düşlediğimiz, dış dünya ile ilişkimizin kesik, adeta ittilâttan men olduğumuz bu günlerde oncağız ufacık bedeni, cılız bedenini süsleyen yapracıklarını yeşillendirmeye çalışıyor, güneşten yoksun pis bir kuzey havası birkaç damla su onda yaşam mucizesi gerçekleştirebiliyorsa kazık kadar adamlar olan biz gemi personeli, ben gemi kaptanı, çarkçıbaşım, zabitlerim, personelim hayat karşısında neden böyle bezgin, isteksizkalıyorduk acaba? Neden sıkılıyor huzursuz oluyorduk?
Üstelik biz bu mesleği bilerek ve isteyerek seçmiştik ve mesleğimizden de pek memnunduk. Kimse bizi zorla bu gemiye getirip tıkmadı. Hapis etmedi. Üstelik personel müdürü ile konuşup, anlaşıp, el sıkışarak geldik. Ancak kuzeyin bitmeyen kış fırtınaları, devamlı yağan yağmurlar, açmayan güneş, aylarca yerden kalkmayan kar, balgam renkli deniz, üstelik bütün güverteleri su altında bırakan çok kaba dalgalar, 30-35 derece yalpa yapan gemide günlerce sıcak yemek yiyememek, banyo yapamamak sadece öğlen saatlerinde birazcık açan veremli bir hava her geçen gün daha da hırçınlaşan ve biri bitmeden diğeri başlayan fırtınalar, haftalarca karaya adım atamayan personelin moral çöküntüsü, fırtınadan uçup giden antenlerden mütevellit hasar neticesinde TV seyredememek, memleketten haber alamamak, gazete-kitap okuyamamak, taze sebze ve meyve yiyememek ve buna ilaveten her an devamlı arıza çıkartan bir makine ile uğraşmak bizleri yıpratır, tahammül sınırlarımızı zorlarken o ufacık evinde rahat mutlu, halinden memnun oturup durdu.
Günlük bir fincan su istikakı ona yetip de arttı bile. Ne söyleşecek bir hemcinsi, ne derdini diyeceği bir can yoldaşı olmamasına karşı inalda durdu ve direndi, dört elle sarıldı hayata.
Kuzey denizinin devasa dalgaları, Biscay Körfezi’nin fırtınaları, geminin deli yalpaları, Dover Boğazı’nın sağnak yağmurları hiç etkilemedi onu.
Sonra Akdeniz’e girdik. Güneşin güzel yüzünü gösterdiği, Poseidonun bizi üzmediği ender günlerden birinde evinin ona dar geldiğini fark edip daha geniş bir eve transfer etmesini sağladım. Yeni evinin konum itibarı ile sancak lumbuzdan pruva lumbuzuna terfi etti.
O gün türkü kız Şükriye Tutkun’un çok sevdiğim Mihriban isimli türküsünden galat <Mihriban > ismini verdim ona.
Süveyş Kanalı’ndan geçip Kızıl Deniz’e indiğimizde güney arzlara yaklaştıkça hava iyice ısınmaya, güneş parıldamaya, içimizi ısıtmaya başladı.
Eh be, güneşte güneşti hani. Top gibi ısıtan, sıcağından bunaltan, yakan güneşti. Neydi o kuzeyin veremli, balgam çıkartan insan misali adamda acıma duygusu uyandıran, ezik, zavallı güneşi neydi? Bu adama yaşam gücü, moral veren, enerji veren güneşe benzeyen güneş. Adam gibi mert, efendi, erkek güneş.
Bu güneşten Mihriban’da payını aldı. Günlerce lumbuzdaki yerine dönmedi. Güvertede kaldı. Gündüz alabildiğince, olabildigince güneş enerjisi depoladı. Yemyeşil, acı yeşil yaprakları ile özümledi o ışıkları teker teker, iplik iplik. Bol bol su içti. Geceleri makine fanlarının tekdüze sesleri arasında ay ışığını seyretti. Uyudu. Ama yaşamdan sıkılmadı, isyan etmedi.
Biz bunaldık, sıkıldık, isyan ettik. Birbirlerimizle kavga ettik. Ben kaptan olduğum için astlarımı kırdım geçirdim, deşarj oldum. Onlar bana karşı gelemediler, kaportalara yumruk attılar. Güvertede saatlerce volta vurdular, deşarj olmaya çalıştılar. Bu arada otuz gün ramazan ayını yaşadık. Bir bayram, bir yılbaşı geçirdik. Hemen hemen elli üç gün karaya ayak basamadık ama gene de hayat devam ediyor, etmek zorunda. İşte bu çileli hayatta Mihriban yaşam savaşını kazandı. Yeni fark ettim Mihriban’ın gebe kaldiğını. Güneş ışığından hamile kalmış. Dün ilk torun doğdu. Yemyeşil, acı yeşil yaprakların arasında sarı, sapsarı bir torun doğdu. Altı taç yapraklı bir çiçek. Bütün dünyaya yuf borusunu çalarcasına bende buradayım, varım, yaşıyorum hayat her ne olursa olsun güzel, yaşamak güzel şey be kardeşim diyerek doğdu.
Şimdi yeni kardeşleri yolda. Bugün, yarın onlarda doğacak. Hay çok yaşa sen Mihriban…
M/V Hamburg Prayt
09/01/2001 Umm QASR-IRAK
H. Tuncay Alpman
18/02/2021