sohbet odalarıdini sohbetleromegle tvtürk sohbetdini sohbetcinsel sohbet
medyum

İstanbul
15 Ocak, 2025, Çarşamba
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

KIZIMIN ADI GAZ MONARCH'DI

29 Temmuz 2018, Pazar 16:40
 
 
         KIZIMIN  ADI GAZ MONARCH’DI
 
         Var mıdır şu küre-i arzda senelerce evlatlarının ölümüne tanık olup da onları kurtarmak için elinden bir şey gelmeyen çaresiz bir pir-i fani?

         Ben yıllarca bu acıyı yaşadım, yaşıyorum ve sağ kaldığım müddetçe de yaşamaya devam edeceğim.
 
         Benim evlatlarım benim sülbümden dünyaya gelmedi. Onlar etten ve kandan yaratılmış canlılar değil. Onlar yüzlerce çeşit tersane kızaklarında doğmuş, sizlere göre cansız ruhsuz hissiz bir demir yığını. Bir eşya, bir taşıma aracı, bir hizmet aracı ancak bizim gibi nesli inkiraz bulmuş dinazor eskisi, kelaynak kuşu misali bunamış birkaç Kaptan eskisi için evlat mertebesinde canlı varlıklardı.
 
         Hala da öyledirler.                                                
 
         Türkiye’nin yegane gemi mezbahası Aliağa denilen lanetli yerde katledilen o evlatların acısını nasıl anlatabilsem, bilmem ki?
 
         Yıllarca on beş yaşının gençliği ve dinçliği ile bunkerlerinden tonlarca kömürü kazan önüne çektiğim Nejat’ı, Tarı’yı, Güneysu’yu tarif etmeye kalemim kifayet etmez. Büfelerinde bulaşık yıkayıp tabak kuruladığım Ayvalık’ı, Akdeniz’i aylar süren Amerika seferlerinde oto pilotun bilinmediği zamanlarda haftalarca fırtınalarda dümenini tuttuğumuz Manisa’yı, Gençlik’i zamanının en mütekâmil tankerlerinden Kaptan Asım Alnıak’ın, Germik’in, Batman’ın telsiz zabitliğini ifa ettiğim yılları nasıl unuturum.
 
         Nasıl unuturum bu evlatları ben, söyleyin lütfen.

         Ama zaman her acının ilacı derler ya inanmayınız efendim inanmayınız. Acı hafifliyor bu doğru, ama hiçbir zaman unutulamıyor.
 
         Ben kızımı Ünye Tersanesi’nin kızağında tanıdım.
 
         Karaya çekip bırakmışlardı, kızak üzerinde boynu bükük bir mazlum, bir yetim gibi bekliyordu. Çırılçıplak duruyordu karşımda. Dümen yelpazesi, yalpa omurgaları, pervanesi, tutyaları her bir şeyi meydandaydı. Bir yabancı erkek karşısında istemeden, zorla soyundurulmuş bakire bir kızın utangaçlığı içerisindeydi. Karadaydı. Ve denizi özlüyordu. Teselli ettim onu. Az kaldı kızım dedim, birkaç güne kadar denize kavuşacaksın. Kavuşacağız beraberce.


 
         Sonra denize inme vakti geldi. Ama bir terslik oldu ve kayamadı kızım denize. Kızağın ucunda takıldı kaldı. Bilahare sebebini bulduk. Ben yokken bizim ikinci kaptanımız kıç piki tatlı su ile imla etmiş.Tabi 35 m/t tatlı su bütün hesapları alt üst etmiş. Bu sebebe mebni gemide kızaktan kayıp denize kavuşamadı. Hijyenik devre suyu olduğundan bütün gece hidrofor çalıştırıp muslukları açarak suyu tahliye ettik ve sabaha bebeğim denize kavuştu. Yüzdü.


 
         Güzel, çok güzel günler, geceler geçirdik onunla. Koynunda uyuduk. Evimiz oldu. Kuzinesinde pişen nefis ve enfes yemeklerle kifaf-ı nefs ettik. Aydan aya maaşlarımızı aldık hiç gecikmeden, muntazaman. Çoluk çocuğumuzun karnı doydu. Azak Denizi’nde buza sıkıştık, hiç de mutazarrır olmadık sayesinde ve şirketimiz sayesinde.

 

         Devamlı çalıştık Temryuk-Tirebolu  bazende Marmara Ereğlisi arasında. Hiç bir problem yaşamadık. Sonra nöbet teslim etme zamanı geldi ve bir başka kaptan arkadaş teslim aldı bayrağı. Bende bir başka evladımın kollarına sığınarak çok uzaklara gittim. Ama asla unutamadım güzel kızçemi.
 
         Kısa bir zaman önce bebeğimde beraber olduğumuz ikinci kaptanım, şu anda kaptanlığını yaptığı bir başka bebekle Boğaz geçişinde aradı ve kahredici haberi verdi.
 
         Beybaba dedi sana bir haber vereceğim ama biliyorum ki üzüleceksin, büsbütün meraklandım. Söyle be evlat dedim. Söyle. Ben bu alemde 57 yılda ne kötü haberler aldım, yıkılmadım evvel Allah bunu da atlatırız.
 
         Gas Monarch söküme gitmiş geçen gün facebook’ta gördüm dedi.
 
         Elim ayağım boşaldı. Olamaz dedim, olamaz. Yanlış görmediğine emin misin?
 
         Ciddiyim beybaba dedi.
 
         Yıkıldım büsbütün. İnsan olan nasıl kıyar o bebeğe, nasıl kıyılır, nasıl parçalanır o minicik bebek.
 
Sonra Allaha hamdettim ki kaptanı ben değildim. Yapamazdım. Asla evladımı, güzel kızçemi kendi ellerimle ölüme götüremezdim. Sadece oturup ağladım kızımın arkasından.
 
         Aradan biraz zaman geçince şirkete gitmek iktiza etti, bir başka olay dolayısı ile. DPA Harun Bey anlattı olayı. Deniz Kaptan’la beraberdik. Eski ikinci kaptanım.
 
         Rantabl olmadığı, gaz ticaretinin eski hızını kaybettiğini, velhasıl ekonomik sebeplere mebni katline ferman çıktığından bahsetti benim güzel kızımın. Ayrıca ölüm anının film ve videolarının kayıtları olduğunu ve hemen flaş bellek’e kopya verebileceğini söyledi.
 
         Yanımda flaş bellek yoktu. Üç-dört gün sonra şirkete gedip görüntüleri rica ettiğimde Harun Bey görüntüleri lütfettiler.

         Hemen eve geldim ve saatlerce gözlerim yaşlı defaten izledim o ölüm anının infazını.
 
         Zavallı kızım kaderine razı olan rindler gibi kendi gücü ile ve tabir-i caiz ise dokuz oturak çıktı karaya ve sustu, teslim etti kendini o şerefsiz gemi kasaplarının ellerine…

 
 


         Aradan hemen hemen üç ay geçti. Şimdi evladımdan hiçbir şey kalmadığından eminim.
 
         Sadece ölmez hatıraları kaldı bende yadigar ve birde üç-beş resim. Olsun onlarda yeter bana.
 
         Sevgili kızım, ben karaya savruldum, sen çoktan silindin yeryüzünden. Bizden kalan ne biliyor musun? Kocaman, koskocaman bir hiç. Birde şirket girişinde resepsiyon masasının yanında duran maketin.
                                                                 
                                                                                                                                                                                                                 08.04.2015 / Bakırköy
                                                                                                                                                                                                                                                                             
Fotoğraflar: H. Tuncay Alpman © Copyright       
 
google