KIRK ( 40 )
06 Nisan 2022, Çarşamba 11:14Yazıyı kaleme aldığım gün, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlatmış olduğu askeri operasyonun üzerinden kırk gün geçmişti. Kırk günlük resmi bilançoyu akşam haber bültenleri 1.157 ölü, 10.000’den fazla yaralı olarak veriyordu. Kırk gün içinde yüzlerce insan bombalarla, mermilerle hayattan koparılmıştı. Bu kırk günde binlercesi, bundan sonraki hayatlarında yaşadıkları sürece vücutlarında mermilerin, bombaların izini taşıyacaktı. Hâlbuki Suriye’de, Libya’da, Irak’ta, Afganistan’da yapılan işgallerin 40 günlük bilançosunda, ölenlerin sayıları her bir ülkede yüz binleri geçmiş, yaralılar ise milyonlarla ifade ediliyordu.
Kırk günün sonunda milyonlarca Ukraynalı mülteci durumuna düşmüştü. Bir daha evlerine, doğdukları topraklara ne zaman geri döneceklerini bilmeden, geleceklerinin bilinmezliğinde hayata tutunmaya çalışacaklardı. Ve daha önlerinde oldukça fazla 40 günler olacağı da kuvvetle muhtemel. Savaşlar, nerede yaşanırsa yaşansın, kimlere karşı yapılırsa yapılsın, insanlığın ortak acı tarihine kanla, gözyaşıyla yazılmaya devam ediyor.
Kırk gün içinde, ABD ve Avrupa’nın hiç bir sözüne güvenilemeyeceğini, Ukrayna’ya alenen ve açıkça her türlü yardım sözü verilip, NATO ve AB üyeliği için süratle karar mekanizmalarının çalıştırılıp üye yapılacağına dair sözler verilirken, aslında ateşe odun taşıdıklarını, açıklamaları ile ateşe benzin dökerek Ukrayna’yı ateşe attıklarını ve her şeyden önce 40 ay öncesinde komedyenlikten gelen “sanatçı komedyen kişiliği ile Türkiye ve Türk halkı ile dalga geçen” Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky’nin adeta yalvarırcasına çaresizce başta Türkiye olmak üzere ABD ve Avrupa’dan yardım dilediğini gördük.
Kırk gün içinde, NATO’nun aslında hiçbir caydırıcılığının olmadığını gördük. Bu askeri paktın tek gayesinin ABD ve AB üyesi Avrupa ülkelerinin sınırlarını savunmak olduğunu gördük. Tabii ki Ortadoğu ve Afrika’ya yönelik kaynak paylaşım talanlarında tüm silahlı ortak gücünü kullandığını, tüm başat üye müttefiklerin aynı saldırgan ruh haliyle, Libya, Afganistan, Suriye, Irak’ta gördüğümüz üzere ortak hareket ettiğini, bu savunma görünümlü yapının kuruluş amacından ayrı tutmak gerekir.
Kırk gün içinde, daha bir yıl önce Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin yeri ve zamanı geldiği zaman pekâlâ değiştirilebileceğinden, hatta yeni bir sözleşme ile devam edilebileceğinden ve hatta sözleşme olmadan da yeni şartlar doğrultusunda devam edilebileceği şeklinde açıklamalarla “devlet adamlığı profili çizenlerin”, aslında Montrö Boğazlar Anlaşması’nın ne denli önemli olduğunu ve her ne şekilde ve şartta olursa olsun, anlaşma hükümlerinin yazıldığı gibi uygulanacağından bahisle, bu anlaşmaya “sıkı sıkıya bağlı” olduklarını gördük.
Kırk gün içinde, basiretsizce alınabilecek bir kararın uygulanması neticesinde bir ülkenin nasıl paramparça olabileceğini, halkın birbirine nasıl düşman olup, iç savaşın eşiğine gelip, güçlü bir ülkenin desteği ile toprakların bir ülkeden nasıl koparılabileceğini gördük. Umarım Ukrayna’nın Luhansk ve Donetsk bölgesinin özerkliği ile sonrasında gelişen olaylar, ülkemizde “yerel yönetimlere özerklik vereceğim” şeklinde ortalığı feryat figan eden “ülke yönetimine talip, kendilerince basiretli devlet adamlarımız” için yeniden ve bir kez daha, ülkemizin topraklarının bütünlüğü ve geleceği bakımından, açıklayıcı bir tabloyu net olarak göstermiştir. Özellikle bu konu farklı değil, tam da ülkemizin içinde bulunduğu pozisyonun Ukrayna’da olan yansımasıdır. Değişik olan parametreler sadece millet ve coğrafyadır. Tabii ki sözümüz, endişemiz, temennimiz görebilenlere.
Kırk gün içinde Rusya’nın Ukrayna operasyonu/saldırısı/işgali/savaşı, adına ne derseniz deyin adeta bir turnusol gibi aslında geçmiş tecrübelerden öğrendiğimiz bilindik gerçekleri bir kez daha net olarak gösterdi.
Kırk gün içinde, BM’nin caydırıcılıktan uzak, işlevsiz, bir örgüt olduğu, ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’den oluşan BMGK üyesi ülkelerin ise çıkarları doğrultusunda Dünyayı ateşe verebilecek yapıda olduklarını ve bu güçlerini elden hiçbir zaman bırakmayacaklarını gördük. İnsani olarak yapılması gereken çalışmaları, alınması gereken kararları dahi, kendi çıkarlarına aykırı geliyorsa, çok rahat bir şekilde ve hiçbir hesap dahi vermeden reddedebildiklerini bir kez daha gördük.
Kırk gün içinde, Uluslararası hukuk ve insan hakları kabullerinde yer alan “dil, din, ırk ayrımı olmaksızın herkes eşittir” kavramının aslında büyük bir yalan olduğunu bir kez daha gördük. Ukraynalı mülteciler, Avrupa’nın bütün ülkelerine hiçbir sorgu sual olmadan süratle geçirilirken, Ukrayna’dan kaçanlar arasında yer alan fakat Ukraynalı olmayan diğer milletlere ve dinlere mensup insanların, Ukrayna sınırlarında günlerce soğukta ve yiyeceksiz bırakıldıklarını gördük.
Elbette ki, yaşanan tüm bu acılara karşı, insanlık olarak ortak bir ses verilmeliydi. Ortak bir haykırış, ortak bir çığlık atılmalıydı. Sadece gücü elinde tutanların değil, tüm insanların tüm ulusların desteği, yardımı olmalıydı. İnsanlık adına, temiz akıl ve temiz vicdan sahipleri ayağa kalkmalıydı.
Kırk gün içinde bu ses duyuldu. ABD ve Batı dediğimiz, “insan hakları ve demokrasinin yılmaz bekçileri, savunucuları” ayağa kalktı. ABD ve Batı’nın kendi ifade ettikleri şekli ile, “Rusya denilen saldırgan, azılı katil devletin, Putin denilen diktatörün” karşısında yekvücut oldular.
Kırk gün içinde Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu, AGİK, G7, Birleşmiş Milletler, NATO vs toplantı üstüne toplantı yaptılar, bu insanlık dışı saldırının nasıl engelleneceğini, nasıl bir caydırıcı güçle cevap verileceğini konuştular. Ve sonuçta tüm insanlığın acısını, vicdanını bir nebze de olsa rahatlatacak, insanlığın ölmediğini, ortak duyguların hala diri ve canlı olarak yaşadığını gösteren, fakat İsrail’in Filistinlilere yaptığı insanlık dışı saldırılarda, Kudüs’ün İsrail’in başkenti yapılmasında, Suriye’nin resmi ülke toprakları olan Golan Tepeleri’nin İsrail’e verilmesinde çık(a)mayan o ortak sesin, Ukraynalılar için çıktığını tüm Dünyaya gösterdiler. Kim bilir belki de bu sesin böylesine gür ve ortak tonda çıkmasında, beyaz, mavi, sarı renklerin bir ayrıcalığı olmuştur.
Peki, ne yapıldı bu 40 gün içinde? Ne tür bir sesle insanlık vicdanı biraz olsun, bu Dünyada hala “ortak değerler içinde” yaşanabileceğine, hala insanlığın ortak geleceği adına bir umut olduğuna inandı? İnsanlık adına, bu yapılanları kısaca yazmalıyız. İnsanlığın geleceği adına not düşmeliyiz. Öyle ya, insanlık hepimizin sığındığı, sığınabildiği yegâne “sözümüz”.
Bu kırk gün içinde tüm Avrupa ülkeleri, ABD, Kanada, Japonya, Avustralya vs, Ukrayna’dan gelen tüm Ukrayna vatandaşlarını sorgusuz, sualsiz, süresiz mülteci olarak kabul ettiklerini açıkladı. Dünya’nın diğer bölgelerinde Suriye, Irak, Afganistan, Somali, Sudan, Libya, Tunus, Cezayir, Pakistan, Bangladeş, vs yaşayan tıpkı Ukraynalılar gibi konuşabilme yeteneği olan, düşünebilen, meslek sahibi olan, “canlı varlıklara” karşı gösterilmeyen bir misafirperverlikle karşıladılar. Vicdanları yaralayan bu duruma, kendi meşrepleri ve vicdani bakış açıları ile merhem oldular. Özellikle Yunanistan yıllardır kendi kıyılarına gelen “bu canlıları” bile bile ölüme terk edebilecek kadar, botlarını patlatıp boğulmalarına yol açacak kadar o Avrupalı, o Batılı yüzünü tüm çıplaklığı ile ortaya çıkartırken, aslında Ukraynalılar üzerinden başta Yunanistan tüm Avrupa ve ABD sanki günah çıkartıyorlardı.
Bu kırk gün içinde, Rusya’ya karşı son derece etkin, geniş ve Rusya açısından telafisi uzun yıllar alacak ekonomik yaptırımları işleme koydular. Öyle bir yaptırım ki bu, Rusya’nın yurt dışındaki tüm maddi varlıkları donduruldu. Oligark olarak adlandırılan Rus vatandaşlarının tüm ekonomik varlıklarına el konuldu. Bu el koymalar yapılırken, bu parasal varlıkların Rus halkından çalınan paralar olduğu dile getirildi. Dünya kamuoyuna ve kendi kamuoylarına bunu söylediler. Ama bir şeyi cevapsız bıraktılar. Madem bu paralar Rus halkından çalınan paralardı, yıllardır ABD ve Avrupa ülkelerinde bu Oligark Rus zenginler su gibi milyar dolarlar harcarken, şirketler satın alırken, futbol kulüpleri satın alırken neredeydiniz? Yoksa siz de bu hırsızlığın değnekçiliğini mi, yancılığını mı yaptınız? Bu hırsızlığa niçin göz yumuldu, ortak işler yapıldı? Neden, ortalık süt limanken o dönem el koyulmadı? Ya da hırsızlığa, çalmaya bu kadar mesafeli net duruş sergileyen ABD, Kanada, Avustralya ve Avrupa, Ukraynalı oligarklara yönelik olarak, Ukrayna halkı için de bir girişimde bulunacak mı, yoksa Ukraynalı oligarkların kendi milletlerinden çaldıkları servetler yanlarına bu savaş nedeniyle kar olarak mı kalacak? Elbette yüzleri olmadığı gibi, cevapları da yok. Toplamı 1 trilyon doları bulduğu belirtilen bu miktar adeta, ABD ve Avrupa’nın Ukrayna’ya yaptığı maddi tüm yardımları sübvanse edecek boyuttaydı. Kim bilir belki de Ukrayna’ya yapılan maddi yardımların kaynağı olarak kullanılmaya başlanmıştır bile. ABD ve Batı’nın yaklaşık 200 yıldır, kendi sınırları dışında bulunan “farklı dil, din ve ırklara mensup canlı varlıkların” yaşadığı ülkelere, topraklara yönelik yapmış oldukları her türlü insanlık dışı saldırı ve tecavüzlere karşı 200 yıldır yapılmayan, oralarda yaşayan “canlı varlıkların da insan olduklarının” görmezden gelinerek umursanmayan bu durum, Ukrayna’nın ve Ukraynalılar’ın yanlarında olduklarını, yalnız olmadıklarını göstermesi bakımından Rusya’nın bu topyekûn cezalandırılması, insanlık için gerçekten önemliydi. Hele ki, Rusya’nın 2008 yılında Gürcistan’a yaptığı saldırıya sessiz kalınmışken ve yine 2014’te Kırım’ı hukuk dışı ilhak ederken Rusya için yapılmayan bu denli bir ekonomik saldırı ve dışlama adeta göz yaşartıcı oldu. Vicdanlar bir nebze olsun rahatlatıldı. ABD’nin ve Batılı müttefiklerinin Afganistan, Irak, Suriye, Libya vs işgal ve saldırılarında olduğu gibi buralarda yaşananlar önemli değildi. Önemli olan ABD ve Avrupa’nın “insan olarak gördükleri” için yaptıkları “insani mücadeleydi”. Yoksa onların gözünde “diğer canlı türlerin” ne önemi olabilir ki?
Kırk gün içinde, ABD ve Avrupa tüm Dünya kamuoyuna Rusya’nın Ukrayna’ya tüm uluslararası hukuku ihlal ederek, Birleşmiş Milletler kararlarına karşı gelerek işgal girişimi başlattığını ilan etmiş, onlarca toplantı yaparak kınama kararları çıkarmışlardı. Hâlbuki sadece ABD, Kuzey Afrika, Asya ve Ortadoğu’da bizim de aralarında bulunduğumuz 40 ülkeye dolaylı veya direkt olarak, ya içerdeki devşirilmiş mankurtlaştırılmış güçlerinin askeri darbeleriyle ya da kendisinin yaptığı askeri operasyonlarla müdahale etmiş, milyonlarca kişiyi katletmiş, yüzlerce kenti haritadan silmiş, kültürel varlıkları çalmış, tam bir insanlık soykırımı yapmıştı. Hemen yanı başındaki Orta ve Güney Amerika da ise elinden geçirmediği ülke ve millet kalmamıştı. Brezilya, Arjantin, Şili, Kolombiya, El Salvador, Küba, Dominik Cumhuriyeti, Guatemala, Honduras, Guyana, Meksika, Nikaragua, Panama, Bolivya. Bütün bu ülkeler için herhangi bir kınama duyulmadı. Bu ülkelere destek için herhangi bir ekonomik ambargo, yaptırım, boykot, el koyma uygulanmadı. Hem neden yapılsın ki? 500 yıl önce Avrupa’dan kalkmış gelmiş kafatasçı ırkçı sömürge çocukları, kurdukları düzeni ve sömürüyü sürdürmek için, gelecekteki “nesillerine-çocuklarına” aynı siyasi, ekonomik, askeri sömürü sistemini miras bırakmak için canla başla çalışıyorlar.
Bu kırk gün içinde, Ukrayna’ya askeri, ekonomik, siyasi her türlü desteğin verilebilmesi için, ABD, Avrupa Birliği, NATO, Kanada, Avustralya vs ellerinden gelen her türlü imkânı zorlayarak, parlamentolarında ve genel kurullarında onaylar alarak ek mali destekler, ek siyasi kararlar aldılar. Her türlü silah desteği sağlanarak, lojistik köprüler kuruldu. Avrupa’nın göbeğinde Balkanlar’da Sırplar, Hırvatlar tarafından Müslüman Boşnaklar yıllarca soykırıma uğrarken, her türlü insanlık dışı muamelelere, işkencelere uğrarken, yıllarca görmezden gelen, kılını kıpırdatmayan ABD ve Avrupa, Ukrayna konusunda insanlık adına ne denli onurlu bir duruş sergilediğini ispat etti. Boşnaklara karşı bırakın silah desteğini, ellerinde bulunan altıpatlar tabancaları, tüfekleri dahi Hollanda Barış Gücü ( sözde ) askerleri zorla aldıktan sonra, Srebrenitsa’da kendi elleri ile yapılan kutlamalar sonrası teslim ettikleri Boşnak Müslümanlara karşı, Temmuz 1995'de Sırplar tarafından tam bir soykırım yapılmasına göz yummuşlardı. Bu kırk gün içinde Rusya’nın işlediği savaş suçları için mahkemeler kurulurken, soykırım davaları açılması için basın propagandası başlatılırken, ABD ve Batı’nın 200 yıldır yaptığı soykırımlar ise üstü örtülerek “sözde insanlık tarihi” yazılmaya devam ediliyordu. Müslüman Boşnaklara yapılan soykırımın mahkemesi bile, yıllar sonra Dünya kamuoyundan gelen baskılarla lütfen (!) açılabildi ve birkaç yıl önce karara ancak bağlandı. Elde bu katliama ait video görüntüleri olmasa, bu mahkemeyi açmak dahi imkânsız olacaktı. Ve elbette ki, Hollanda ile Sırbistan hiçbir ceza almadan, tazminata mahkum edilmeden pür-ü pak olarak bu suçun dışında bırakıldı. Afrika’da, Ortadoğu’da, Güney Amerika’da, Asya’da yapılan onlarca soykırımı ise dile getirmiyorum bile. Irak’da, Suriye’de, Libya’da yapılanlar ise artık hikâye anlatır gibi anlatılıyordu. Olmuş ya da olmamış, yaşanmış ya da yaşanmamış sorun değildi. Önemli olan ABD ve Batı’nın istediği şekli ile buralarda yaşayan “canlı varlıklar” için onlara yetecek düzeyde, ipleri elbette ki ABD ve Batı’nın ellerinde olacak şekil ve düzende demokrasi gelmişti. Ya da en azından ona benzer bir şey yapmışlardı. Bu da buralarda yaşayan bu canlılar için yeter de artardı bile.
Bu kırk gün içinde, başta Yunanistan, Bulgaristan, Almanya, Avusturya, İtalya vs olmak üzere tüm Ukraynalılara kapılar açıldı. Hatta Ukraynalı çocukların eğitimleri için okullarda kontenjanlar dahi oluşturuldu. Okula gelişlerinin ilk günlerinde her bir çocuk için karşılama törenleri yapıldı, sıcak ortam oluşturuldu. Sen bizdensin dediler her bir çocuğa. Burası senin de evin, okulun dediler. İşte buydu insanlık, işte buydu olması gereken. Bunu söyleyen Yunanistan ve Bulgaristan, kendi topraklarına “diğer ülkelerden gelen canlıları” sokmamak için, kendi sınırlarını 7 metre yüksekliğinde çelik beton duvarlarla, dikenli tellerle ören, bu duvarın milyonlarca Euro tutan bedelini 2 yıl önce 40 gün içinde Avrupa Birliği’nden çıkartan ve projesini 40 gün içinde Avrupa Birliği’ne onaylatan ülkelerdi. Bizler ise daha 40 gün önce, kıyısına tekneyle gelen kadın, çocuk, genç, yaşlı 40 kişiyi teknelerinden inmelerine dahi fırsat vermeden, mendirekten denize atmaya çalışan İtalyanların görüntülerini konuşuyorduk.
Kırk gün içinde, ABD ve Avrupa Rusya’nın Ukrayna’ya karşı İskender balistik füzelerini kullandığı ve sivil halka yönelik katliamlara yol açtığı için kınama üstüne kınama yaptılar. Uluslararası Adalet Divanı’nda bu insanlık dışı savaş suçunu işleyenlere karşı dava açılması için harekete geçtiler. İki yıl önce kırk gün süren, Ermenistan işgalindeki Dağlık Karabağ’ın kurtarılması için, yine Ermenistan’ın askeri saldırıları ile başlayan Ermenistan – Azerbaycan Dağlık Karabağ savaşında, Ermenistan’ın, savaş alanı dışında bulunan, Azerbaycan sivil yerleşim yerlerine kentlerine, gece vakti insanlar uykudayken attığı İskender balistik füzelerini aynı ABD ve Avrupa, görmezden gelmiş, yüzlerce sivilin ölmesini bırakın kınamayı kendi yazılı ve görsel basın yayın organlarında haber olarak dahi göstermemişti. Tabii ki esmer ten, siyah saç, koyu göz rengi bir de Müslüman ise, boş ver gitsindi.
Kırk gün önce Avrupa’nın içinde beyaz tenli, sarı saçlı, mavi gözlü ve özellikle de Hristiyan dinine sahip insanlara yapılan bu saldırılar, ABD ve Avrupa basınında gözyaşları içinde kabul edilemez bir durum olarak aktarılıyordu. Hem nasıl kabul edilebilirdi ki bu? Her şeyden önce kendi yaşam felsefelerine, kendi bakış açılarına, Dünyayı algılama biçimlerine aykırıydı bu. Ne demek, hem Hristiyan, hem beyaz tenli, hem mavi göz, hem sarı saç sahibi olacaksın ve tüm bunlara rağmen bombaların mermilerin altında kalacaksın. Savaşın o soğuk ve acımasız yüzüyle karşılaşacaksın. Bu nasıl olabilir? Hangi “insan” böylesi bir durumu kabul edebilir? Bu düşünce tarzı “insan müsveddeleri” için normaldir. Hâlbuki ölenler, parçalananlar, işgale, tecavüze, kıyıma uğrayanlar farklı “canlılar” olsa, biraz siyah, biraz koyu tenli, ya da melez olsa, kahverengi, ela ya da siyah gözlü, siyah saçlı, hele bir de Müslümansa sorun yok. Neden olmasın ki! Elbette olabilirdi bu. On yıllardır ABD’nin ve müttefiklerinin Irak’ta, Afganistan’da, Somali’de, Libya’da, Suriye’de, Afrika’nın ve Asya’nın diğer koyu tenli ve Müslüman kimlikli ülkelerinde yaptıkları normaldi, doğaldı, olması gereken bir zorunluluktu. Ama diğer türlüsü, işte o kabul edilemezdi, göz yumulamazdı.
Haklıydılar. Birkaç yıl önce, koyu tenli, siyah saçlı bir baba kucağında bebeği ile Macaristan sınırına geçmeye çalışırken, sarışın beyaz tenli bir bayan gazetecinin çelme takması ile yere düşerken, polisler tarafından karga tulumba yakalanırken, “bu canlıların” aslında yaşam haklarının dahi olmadığını tüm Dünyaya bir kez daha göstermişlerdi.
Kırk gün önce Venezuela ve İran adeta birer terör devleti iken, yıllardır ABD ve Avrupa’nın boykotu, yaptırımları altında inim inim inletilirken, bu ülkelerin yöneticileri tam bir diktatör ilan edilmişken, ABD ve Avrupa tarafından bu ülkelerde kanlı bir darbe için yıllardır planlama ve faaliyetler yapılırken, birden bire Rusya’ya yapılan boykot ve yaptırım sonrası, Dünya’da baş gösteren enerji darboğazı nedeniyle, ABD ve Avrupa’nın gözünde tekrar görüşülmesi gereken ülkeler konumuna gelmişlerdi. Özellikle ABD, Venezuela ile petrol konusunda işbirliği mesajlarını samimi ve güler yüzlü sarışın, mavi gözlü sözcüleri ile vermeye başlamıştı. Bu ne büyük bir incelik, ne büyük bir lütuftur. Fransa, Almanya, İngiltere ve İtalya ise, İran’la yol almak için en son yarış halindeydiler.
Elbette ki, bir soruyu da sormadan geçmemek gerekir.
ABD ve İngiltere başta olmak üzere NATO, 40 gün önce, gün gün saat saat vererek haftalardır işgalin olacağını, hangi yönlerden ve hangi kuvvetlerin saldıracağını tüm Dünyaya ifade ederken, her geçen gün Ukrayna için hayati derecede önemliyken, Ukrayna için gerekli olan ve bugün arayış içinde oldukları hava savunma sistemlerini, diğer silah sistemlerini neden yeterli sayıda vermediler? Aylar öncesinden gelmeye başlayan bu tehlike için Ukrayna’ya neden gerekli desteği açık, net ve tam olarak vermediler?
Dünyanın düzeni kırk katır mı, kırk satır mı olduğu sürece,
Dünyayı yönetenler Ali Baba ve kırk haramiler olduğu sürece,
Bunu yaşatanlara ve göz yumarak yaşayanlara da biz ancak,
Yazıklar olsun diyebiliriz.
