KANGAL YATAK
18 Ekim 2020, Pazar 18:56
KANGAL YATAK
Altmışlı yılların başlarıydı. Askerden yeni gelmiştim. D.B.Cargo’da işe başlamıştım. O zamanlar işletmenin en yeni ve modern gemilerinden M/V GENÇLİK ile Amerika - Türkiye arasında çalışıyorduk.
Kamaram ana güverte iskele kıç girişteki birinci kamaraydı . İki Kişi yatardık. Üst ranzada kargacı lakaplı İsmail ağabey alt ranzada ben.
Senelerce ahşap motorlarda, çektirme, guletlerde gemicilik yapmış İnebolu Zarbana’dan Kargacı İsmail ağabey.
Orta boylu, sırım gibi kumral ince bıyıklı daima gülümseyen, kollayan, öğreten, hami. O zamanlar kamara arkadaşım, ustam, posta başım. Yıllar sonra kaptanlığımda gv. lostromom olan gemide saygı duyduğum, işletmede filan karşılaşınca hürmetle elini öptüğüm ve bu hareketimden dolayı kişilerce yadırganmama sebep olan muhterem İsmail ağabeyim.
Gençtim. Kıdemsizdim.Her işe dört elle sarılır öğrenmek prima bir denizci olmak için elden gelen gayreti gösterirdim.Kamara temizliği bana aitti.Hiç yüksünmezdim,İsmail ağbi siğra tiryakisi olduğu halde bana olan sayğısından kamarada asla siğara içmezdi.Çok iyi anlaşan iki arkadaştık.
Unutamadığım bir anım; Cebeliltarık Boğazı’ndan bıkmış direkt Amerika New Orleans’a gidiyorduk. Hava çok güzeldi. Güvertede çalışıyor, filika güvertesinin vardavelalarını boyuyorduk. On beş mille seyir yapan geminin sancak küpeştesine çıkmış çalışıyordum. Fena bir alabanda yedim İsmail ağabeyden ardından da okkalı bir Osmanlı tokadı. Oradan bir düşsen doğru pervaneye gidersin,kıyma olursun. Gemicinin bir eli kendine çalışacak diğer eli gemiye dedi. Al sana bir altın nasihat, anlayana.
Şimdi düşünüyorum da yıllar önce bir usta gemici uyarı babında bir gemiciye tokat atabiliyordu.Kırk dört yıllık kaptanım acaba diyorum şimdi uyarı babında bir gemiciye değil tokat atmak bağırıp çağırsam,azarlayacak olsam kim bilir neler olur?
Neyse o güzelim günler gelip geçti, kaybolup gitti. O güzelim gemilere binip giden ufkun ötesinde kaybolan demir adamlarla beraber.
İsmail ağabey, gemici dediğin fırsat bulunca nerede olursa olsun kestirecek oğlum derdi.Bizim belirli bir çalışma saatimiz yoktur. Onun için bulabildiğin her fırsatı değerlendirmeye bak.
On iki ile on üç saatleri arasında ki yemek paydosunda alelacele yemeğini yer hemen kıç üstünde ki roda edilmiş halatların yanına giderdi. Sigarasını yakar palamar halatlarının üzerine uzanır ah benim kangal yatacığım diye resmen okşardı o manila halatları.
O zamanlar hiç düşünemedim bu kangal yatağın ne manaya geldiğini. Kangal yatacığım ne demekti? Sordum, anlattı İsmail ağabey.
Gemici İdris üç kız çocuğunun üstüne gelen tekne kazıntısı oğlu Dursun Ali’nin ileride denizci olmaması için kasabadan uzak, deniz mesafeli oldukça ıssız bir mevkiden iki - üç dönüm kıraç ve taşlık bir tarla alıp rençberliğe başlar.
Toprak kısır ve verimsizdir. Altı kişilik aileyi besleyemez. Verim yıldan yıla düşer. Yarı aç, yarı tok geçinip giderler ama İdris memnundur. Dursun Ali denizden uzak büyümektedir. Onun için fakirliği mesele yapmaz İdris.
Yıllar acımasızdır. Dursun Ali büyüyüp serpildikçe İdris’te gitgide erir, çöker. Yılların tahribatı kendisini hissettirmeye başlamıştır artık. Bu arada iki büyük kız gelin olup gitmiştir. Bir gün İdris tarladan dönmez. Evine varamadan yolun kıyısına çöküp kalmıştır.
Jandarma tahkikatı, hükümet tabibinin raporu sebebi mevti sekte-i kalptir defninde bir mani yoktur dediği içinde eski gemici yeni rençber İdris’i götürüp demirlerler selviler altı limanına bir daha çıkmamacasına.
Dursun Ali alır medar-ı maişet vardiyasını. Senesine kalmadan da en küçük ablası Adviye’de uçup gider koca evine. İhtiyar anası Halime ile kalır Dursun Ali ama altı aya kalmadan ihtiyar anası da vira Bismillah der, demir alır hayattan, dümen tutar ukbay-ı bâlaya.
Bir başına kalmıştır Dursun Ali. Şaşkın, kararsızdır. Aksi gibi o yılda kuraklık olmuş, hastalık gelmiş bırak para kazanmayı toprak kendi yiyeceğini dahi verememiştir. Bari kasabaya gideyim de bir inşaat işi falan bulayım deyip tutar kasabanın yolunu.
Kordon boyunda kıçtan kara takalara, guletlere dalgın dalgın bakıp dururken Zarbanalı Hüsam Kaptan’ın 250 tonluk ‘’Ejder-i Bahri’’sinin kıç üstünde öğle yemeğini yiyen tayfaları tarafından sofraya buyur edilir istemeselerde. Hüsam Kaptan’ın yontulmamış elmas karşısında ki elmas yontucularının gözleri gibi denizciyi bakışından,duruşundan tanıyan gözleri,bu çocuğun içindeki, özünde ki cevheri keşfeder.
Ejder-i Bahrinin güvertesine adım atan Dursun Ali artık denizin sevdalısı olmuştur. Hüsam Kaptan gene haklı çıkmanın gururu ile kasım kasım kasılırken yıllar gelip geçer.
Dursun Ali askere gidip gelmiş ve gene Ejder-i Bahride çalışmaya başlamıştır. Artık iyice yaşlanıp güçten düşmüş Hüsam Kaptan’ın sağ kolu olmuştur. Mutludur. Hayatta tek başınadır. Liman liman dolaşmaktadır. Karnı doymaktadır. Yatacak yeri, cebinde parası vardır.
Güneyin bir limanında narenciye yüklemek için sıra beklerken kıç üstünde halat rodasının üzerine yanlamış sahili seyretmektedir.
Dağ köylerinin birinden otuzlu yaşlarda dönümlerce bağ, bahçe, tarla, narenciye bahçeleri sahibi dul Zarife Hanım da rıhtımdan geçmektedir. Kasabanın pazarıdır. Zarife Hanım çift atlı arabasının halı serili tabanına konulmuş minderlerin üzerine kurulmuş sürmeli kara gözlerini süze süze etrafı seyretmektedir.
Ejder-i Bahrinin hizasına geldiği zaman öndeki arabanın durması üzerine Zarife Hanım’ın kahyası, vekilharcı, arabacısı, velhasıl her işine koşan emektarı Kasım Ağa’da asılır dizginlere ve iki gencin gözleri birbirlerine odaklanır.
O anda da Eros yayını boşaltır, yaydan fırlayan ok Zarife Hanım’ın kalbine saplanır.
Araba yürüyüp gider. O gece Zarife Hanım sabahı sabah eder, kirpikli gözünü kırpmaz. Gençtir, güzeldir, zengindir, kimseye hesap vermeye de mecbur değildir. Kararını vermiştir.
Erkenden karşısına alır Kasım Ağa’yı anlatır meramını. Kasım Ağa çift atlarını koşar arabaya çala kamçı dört nala kasabaya gelir, rıhtıma iner bulur Ejder-i Bahri’yi. Dursun Ali şaşırır önce. Biraz da merak saikası ile kendini çağıran, gördüğü andan beri gözlerinin önünden gitmeyen sürmeli, kapkara gözlerin hatırına o gözleri daha, daha yakından görebilmek hasebiyle atlar arabaya.
Çala kamçı köye varırlar. Zarife Hanım açık açık teklifini yapar. Dursun Ali şaşkınlık içindedir. Bir çift sürmeli kapkara göz kararında etkili olur. Çağırılan arap hocada bu kararı perçinler, nikahlarını kıyar.
Dursun Ali’de artık ev bark sahibi olmuştur. O gece ilk defa başaltında ki ranzasında değil Zarife Hanım’ın çift döşekli yatağında rüyasına giren karagözlerin sahibine sarılıp uyur.
Dursun Ali’nin evlendiği gece Ejder-i Bahri’de tahmilatını tamamlamış varış limanına doğru seyre başlamıştır. Dursun Ali’siz ve Hüsam Kaptan’ın cebinde Dursun Ali’ye karşılık Zarife Hanım’ın yolladığı külliyetli bir meblâğ ile.
İlk aylar çabuk geçer. İki genç insan çabuk anlaşırlar. Zarife Hanım’ın başından bir nikah geçmiştir. Dursun Ali kadını Zarife’de tanımıştır. Mutludur. Rahattır. Ancak içinde sebebini anlatamadığı bir sıkıntı vardır. Bulundukları köy bir vadi içindedir. Denizi görünmez. Her yer bağ - bahçe, narenciye ağaçları ile kaplıdır. Tarlalar, bahçeler mümbit, sulak verimlidir. Maddi sıkıntıları yoktur. Ama sıkılır, bunalır Dursun Ali. Günden güne daha fazla sevdiği bağlandığı bu genç adamın sıkıntısı, üzüntüsü dilhûn eder Zarife Hanım’ı.
Ancak elinden bir şey gelmez. Son günlerde uykusuzluk da çekmeye başlamıştır Dursun Ali. Sık sık iç çekip ah benim kangal yatacığım diye oflanıp, poflamaktadır. Çıkan nefesi bir alev, bir yalazdır değdiği yeri yakıp kavuran.
Zarife çaresizdir. Hocalara muska yazdırır. Büyücü karılara büyüler yaptırır. Çare yoktur. Dursun Ali’nin gözleri dalıp dalıp ah benim kangal yatacığım dedikçe içi erir Zarife Hanım’ın.
Kasabadan hallaç getirtilir. Bütün pamuk yataklar atılır yeniden dikilir. Yün yataklar yıkanır. Üst üste konulmuş iki döşek üçlenir. Gene uyuyamaz Dursun Ali. Uykusuzluk, asabi hırçın bir kimse yapar Dursun Ali’yi.
Zarife Hanım, ‘’Efendi söyle nasıl bir şey bu kangal yatak? Alalım, yaptıralım gerekirse İzmir’den, İstanbul’dan getirtelim. ‘’ dedikçe güler Dursun Ali. Suskun dudaklarından bir - iki anlaşılmaz kelime dökülür.
Bir gün kasabaya inmeleri iktiza eder. Gene kurulurlar karı - koca Kasım Ağa’nın çift atlı arabasına. Hanım der Dursun Ali. Sen işlerini bitir, alış verişini yap. Ben de bir rıhtıma ineyim.
Aradan saatler geçer Dursun Ali görünmez. Beklemekten sıkılan daha da ziyade meraklanan Zarife Hanım da iner yalı boyuna. Rıhtıma sağa sola bakınıp kocasını ararken ufak bir takanın kıç tarafında ki halat rodasının üstünde iki büklüm ama yüzünde tatlı bir tebessümle derin bir uykuya dalmış Dursun Ali’yi görür.
Acı bir tebessümle şu sözler dökülür dudaklarından gözyaşları arasında.
Zifti kaynatsan çıkar mı şeker
Cinsini sevdiğim cinsine çeker
Aradan yıllar geçti. Asırlar boyu yıllar. Benim kargacı İsmail ağabeyim denizlerin eskitemediği, fırtınaların yıkamadığı, denizcilerin piri İsmail ağabeyim sakar bir kamyonet şoförünün elinden ordinosunu aldı gök gemisine. Şimdi sanıyorum ki, hayır hayır sanmıyorum. Eminim ki vardiya aralığında boş vakitlerinde kangal yatacığında mutludur gök gemisinde.
2013Teşrinisani
Kaptan H. Tuncay Alpman
18/10/2020