KABOTAJ - 1 TEMMUZ 1926
01 Temmuz 2020, Çarşamba 12:52
KABOTAJ - 1 TEMMUZ 1926
Topraklarımızın Adriyatik kıyılarından Basra Körfezi’ne kadar uzandığı günlerde Osmanlı devletinin bu topraklar üzerindeki hakimiyeti bilhassa Sultan II. Abdülhamit döneminde öylesine laftan ibaret kalmıştı ki yurdun her hangi bir yerine demiryolu yapabilmek için bile İngiltere, Fransa, Rusya gibi devletlerden izin almak mecburiyetinde kalıyor ve izin alamazsak her milletin haiz olduğu kendi limanları arasında kendi gemilerini çalıştırmak hakkından bile mahrum bulunuyorduk.
İşte bu hak ilk şevketli devrimizde gerçekten de “Devlet-i Âliye-i Osmaniye” yani tam manası ile Büyük Devlet vasfını haiz olduğumuz zamanlar da riya ve yaltaklanmalar ile bizden ihsan edilmiş gibi alınmaya başlanılmış baştakilerin aciz ve ileriyi göremeyişleri dolayısıyla da elde edilmiş ve gitgide zayıfladığımız zamanlarda da bir “hakkı mükteseb” gibi bilerek ve zorla kullanılmaya devam edilmiştir.
Büyük zafer yıllarında dahi nasıl kullanılmakta olduğunu zamanın gazetelerinde ki ilanlara göz atarak öğrenebiliriz.
“Elektrikle mücehhez, birinci sınıf kamaraları havi, Sırp bandıralı Kosava vapuru eylülün dokuzuncu cumartesi günü Sirkeci rıhtımından hareketle İnebolu, Samsun, Giresun, Ünye, Trabzon iskelelerine uğrayarak Rize’ye gidecektir. Dönüşte Of, Ordu ve Fatsa iskelelerini tutacaktır.”
İşte bir başkası:
“İran bandıralı on beş mil sür’atli Şiraz vapuru eylülün yirminci Pazar günü kat’i surette Sirkeci rıhtımından hareketle Akçaşehir, Ereğli, Zonguldak, Bartın, Amasra ve Cide’ye azimet ve avdet edecektir.”
İşte bu da Akdeniz postası, buyurun.
Fransız bandıralı ve sür’atli ve muntazam kamaralı Vesta vapuru eylülün 24’ünde Sirkeci rıhtımından hareketle Antalya ve Mersin’e gidecek. Dönüşte Karadeniz ve Anadolu limanları için ticaret malları kabul edecektir.
Ve bu gibi yabancı bandıralı gemiler limanlarımız arasında mekik dokur gibi sefer yaparak milli servetimizi sömürürken biz elimizdeki kırık dökük üç - beş parça gemi ile onların arkasından yetişmeye çalışır ve Türklük hayatı içindeki bu meşum yıllarda kapitülâsyonların esiri olan hükümetlerin saye-i idarelerinde vatanın servet ve kaynaklarını yabancılara peşkeş çekip dururduk.
Yurdu bir sömürge haline getiren bu durum karşısında 10 Temmuz 1908 inkılabını yapanlar. Türk deniz ticaretini temsil eden “İdare-i Mahsusa”nın elinde hemen hepsi yüzen birer enkaz halinde on altı vapur kaldığına muttali olmuşlardır. Ayrıca gene kapitülâsyonlar muvacehesinde bütün yurdun limanlarında klavuz, tahlisiye, fener işleri yabancıların tekeli altında olduğundan limana gelen Türk gemisinin aldığı klavuz dahi yabancıydı.
Zamanımızın Denizcilik Bankası’nın babası diyebileceğimiz o zaman ki “Seyr-i Sefain” idaresine bile musallat olmaya çalışan bu sülükler her yeniliğe karşı çıkmışlardır. 1844 tarihinde İstanbul Bahriye Tersanesi’nde inşa edilip İzmit, Gemlik, Tekirdağ iskeleleri arasında sefere konulan iki vapurla “Fevaid-i Osmaniye “ adı verilen ticari bir müessese kurulmuş Damat İbrahim Paşa’nın nezaret ve Mustafa Fazıl Paşa ile Bogos Bey’in idareleri altına verilmiştir.
İşbu idarenin gittikçe gelişerek kendilerine rakip olacağını sezen yabancılardan Bonal isimli bir Fransız saraya duhul edebilmiş, mezkür idarenin bu işlerde acemi ve bilgisiz olduğu propogandası ile işlerin bu gibi işlerde bilgili ve tecrübeli kimselere verilebilmesi için bu konuda padişahın da iradesini koparmaya muvaffak olarak işletmenin bütün işleri ve muhaberelerin Fransızca yapılması ve çalışan memurlarının da yabancılardan müteşekkil olmalarını sağlamaya muvaffak olmuştur.
Ancak gene o günlerde padişahın gafletine rağmen ileri görüşlü ricalî devlet biricik Deniz Ticaret Müessesemiz olan İdare-i Mahsusa’yı da mösyö Bonal’ın elinden kurtarmaya muvaffak olarak tahta çıkan Sultan Aziz’in ismine izafeten ismini de değiştirerek İdare-i Aziziye ismi altında revize ettikleri şirket ve yirmi kadar vapurla muntazam ve tarifeli Akdeniz ve Karadeniz iskelelerine muhtelif seferler başlatmaya Muvaffak olmuşlardır.
Sultan Adülaziz’in saltanatının son yıllarına doğru Türk Denizciliğinin mevcudu on biri İngiltere’de üçü İstanbul’da, beşi Fransa’da, biri Triyeste’de yapılmış yirmi zırhlı; ikisi İstanbul’da, biri İzmit ve öteki Sinop’ta yapılmış dört kalyon, ikisi İstanbul, ikisi İzmit ve diğeri İskenderiye’de yapılmış beş iskor fırkateyn ayrıca gene dördü İngiltere’de üçü memleketimizde yapılmış yedi iskor korveti, dördü memleketimizde ikisi İngiltere’de yapılmış altı iskor navi. Yirmi üçü memleketimizde diğerleri çeşitli yabancı tezgahlarda inşa edilmiş 43 nakliye vapurumuz bulunmaktaydı. Bunun dışında da İdare-i Aziziye’nin yine büyük kısmı kendi tezgahlarımızda yapılmış bir çok irili ufaklı gemileri bulunuyordu.
Fakat Abdülaziz’den sonra ve bilhassa Sultan Hamit devrinde denizciliğimizin ne hale geldiğini bakınız 1936 yılı sonlarında rahmetli deniz albaylığından mütekait Tevfik Gökmen nasıl anlatıyor.
Denizde İngiltere’den sonra biz geliyorduk. Fransa bizimle ancak atbaşı gidebiliyordu. On üçü zırhlı olmak üzere Korvetler, Fırkateynler, Kalyonlardan müteşekkil altmış beş parçalık heybetli bir donanmamız vardı. Ancak Sultan Hamit tahta çıkar çıkmaz ilk iş olarak Kaptan-ı Deryayı çağırıp “Donanmayı bağlayıp askeri dağıtacaksın emrini verdi” Rasim Paşa Hünkâra itiraz etmekten çekinmedi. Donanmayı bağlarsam Osmanlı devleti biter, ben bu işin vebalini alamam dedi ise de Hünkâr itirazı dinlemedi ve Rasim Paşa’yı hemen azil ile yerine Bahriyemize 25 sene musallat olan Bozcaadalı Hasan Paşa’yı getirdi. O da donanmayı bağlayıp askeri dağıttı, bahriye de bitti. Bu arada tezgahlar söndü ve tabi deniz ticaretimizde ölüme mahkum oldu.
Sultan Hamit devrinde tekrar İdare-i Mahsusa adını alan Deniz Ticaret müessesemiz gerçi artık yabancıların eline geçmiyorsa da bu sefer idarenin gelişmek için satın alması gereken yeni vapurları bir yolunu bulup değerlerini çok üstünde bir fiatla satmak yolunu buluyorlardı. Kapitülâsyonlara sırtını dayayan yabancıların bu bitmez tükenmez sömürücülüklerinin önüne geçmeye imkan yok ise de idare gemilerinin sayısını seksene kadar çıkarıp Bahri siyah, Bahri sefid, Bahri Ahmer’e hatta zaman zaman Tiriyeste, Portsait ve Basra’ya bile seferler yapmaya başlamış olsa bile vasıf ve sayıca çok üstün olan durumdaki yabancı gemilerle bırakın rekabeti seferlerinden kar edemediği gibi sefer masraflarını bile karşılayamayacak duruma gelmişti.Yabancı gemiler gerektiğinde navlun fiatlarından bile mühim miktarda tenzilat yaparak ve kapitülâsyon haklarından istifade ile rakipsiz bir rekabet içine girmiş olduklarından İdare-i Mahsusa da kendi öz yurdunda üvey evlat muamelesi görmeye devam ediyordu.
İdare-i mahsusa meşrutiyetin ilk yıllarında Seyr-i Sefain adını alarak Nafia nezaretine badehu Rauf Bey’in himmet ve gayretleri ile Bahriye Nezaretine bağlanmış olmasına rağmen devam eden kapitülâsyonların tazyiki altında ezildikçe ezilerek perişan olan deniz ticaretimiz ve bütün memleket gibi Lozan muahedesi neticesinde kapitülâsyon belasından halas bularak ilerleme ve yeniden yükselme devresine girmiştir,
4.3.1923 tarihinde İzmir’de iktisat kongresi toplandı. Bu kongrede yeni Türkiye Devletinin ekonomisine güç sağlayacak çözümler konuşuldu. Bu mealde 20.04.1926 tarihinde Kabotaj kanunu kabul edildi ve 1 temmuz 1926 tarihinde meriyete girdi.
TÜRKİYE SAHİLLERİNDE NAKLİYATI BAHRİYE ( KABOTAJ) VE LİMANLARLA KARA SAHASI DAHİLİNDE İCRAYI SANAT VE TİCARET HAKKINDA KANUN
Kanun numarası : 815
Kabul tarihi : 19/04/1926
Yayınlandığı R.G. : Tarih 29/04/1926 sayı :359
“ düstur : Tertip-3 cilt -7 sayfa -759
Madde-1 Türkiye sahillerinde bir noktadan diğerine emtia ve yolcu nakletmek ve sahiller ve limanlar dahilinde veya beyninde cer ve klavuzluk ve herhangi bir mahiyette olursa olsun bilcümle liman hidematinı ifa etmek yalnız Türkiye Cumhuriyeti sancağını hamil sefain ve merakibe münhasırdır.
Ecnebi sefain ancak memaliki ecnebiyeden almış oldukları yolcu ve hamuleyi Türk limanlarına ihraç ederler ve Tükiye Limanlarından ecnebi limanlara gidecek yolcu ve hamuleyi de alabilirler
Madde-2 Nehirler, göller ve Marmara havzası ile Boğazlarda bilumum kara sularıyla, kara sularına dahil bulunan körfez, liman, koy vesairede vapur, romörkör, istimbot, motorbot, mavuna, salapurya, şat, sandal, kayık velhasıl makine, yelken, kürek ile müteharrik merakibi kebire vesaire ile tarak, prizman, maçuna, algarna, şat ve her nevi nakliye ve dubaları limbo sefaini tahliye ve emsali ile şamandıra, sal gibi sabit ve sabih vesait bulundurmak ve bunlarla seyrüsefer ve nakliyat icra etmek suretiyle ticaret hakkı Türk tebasına muntazırdır.
Madde-3 Kara suları dahilinde balık, midye, istiridye, sünger, inci, mercan, sedef ve saire saydı kum ve çakıl ve saire ihracı gerek sathı bahirde ve gerek ka’rı bahirde mevcut kazazede sefain ve merakiple enkazı metrukenin ihraç ve tahlisi dalgıçlık, arayıcılık, klavuzluk, deniz bakkallığı bilcümle Türk vesait ve merakibi bahriyesi derununda kaptanlık, tayfalık, amelelik ve saire icrası Türk tebasına münhasırdır. (Ek cümle 30/5/2013-6491/27 madde) ancak petrol hakkı yabancılarda Türkiye karasuları dahilinde petrol arama ve üretim faaliyetlerini icra edebilirler der.
İşte kabotaj kanunu bu kadar açık ve net olarak izah etmesine rağmen bizim saygıyı hak etmeyen armatörlerimiz ve onların arabalarına binip düdüklerini çalan DPA, enspektör ve saireleri ipten adam alan cambaz avukatlarının yardımları ile kanun boşluklarından faydalanarak Türk Ticaret gemilerinde her türlü yabancı personeli istihdam ederek ve Türk deniz ticaret filosu çalışanlarına kötülük yapmak pahasına ceplerini doldurma peşindedirler. Ayrıca İLO’nun en tehlikeli meslek sıralamasında madencilikten sonra ikinci sıraya almış olduğu denizcilik mesleği mensuplarının yıpranma payları da bir takım göt göbek büyüten zevat-ı muhtereme tarafından denizcilik rizikolu bir meslek değildir diyerek elinden alınmış olup bir zamanlar bir armatörümüzün söylediği rivayet olunan söze gelmiş durumdadır ki rahmetli armatör maaş isteyen personeline ‘’ Ula ne maaşı? Otel gibi yatıyorsunuz. Lokanta gibi yiyiyorsunuz, turist gibi geziyorsunuz bir de utanmadan üste maaş istiyorsunuz.’’ demiş diye rivayet ederler bu camianın eskileri.
Fakir-i Pür tak-sir
Kaptan T. Alpman