Hayfa'da Gemi Satışı - 2. Bölüm
02 Ocak 2025, Perşembe 09:00Makalenin ilk bölümünü aşağıdaki bağlantıdan okuyabilirsiniz.
Hayfa'da Gemi Satışı - 1. Bölüm
Ben öyle dememişim! Çok ukala bir ikinci kaptanım ve hapçı bir pompacım vardı. Bir akşam gizlice içmişler. Kaptan bizi kandırıyor. Avukatla anlaştı, paraları alıp bize kuruş koklatmayacaklar gibi asılsız dedikodularla ortalığı bulandırmaya çalışmışlar. Neticede bıçaklar çekilip baltalar ortaya çıkınca dinsizin hakkından imansız gelir hesabı hemen deniz polisini aradım ve acil yardım talep ettim. İkinci kaptan ve pompacıyı kelepçeletip iki gün nezarette tutturdum ve gemiye gelip eşyalarını bile almalarına müsaade etmeden yurda iade ettirdim. İyi de oldu, hem ortalığı bulandıran iki mikrop temizlendi hem de durumun ciddiyetini anlayan personelin üç ay gıkı çıkmadı.
Millet ufak tefek ticaret yapıp para kazanmaya başladı, ona da göz yumdum.
Avukat bir rent a car şirketi gösterdi. İstediğim zamanlarda araba kiralıyor ve acenteye şarj ediyordum. Devamlı Türk gemileri geldiği için VHF ile temas kurup organize ediyor ve isteyenleri Kudüs’e götürüp getiriyordum adam başı iki dolara. E yakıt gemiden, minibüs kirası acenteden, kumanya misafir geminin mutfağından, navlun da bendenizden. Bazı zamanlarda haftanın her günü Kudüs’e gidip geldiğim oluyordu. Bu yolla ayda 1500 dolara para dememeye başladım. Personel memnun, acente memnun, avukat herkesden fazla memnundu.
Avukat, ‘’Kaptan, ben ücret-i vekalet olarak satış bedelinin yüzde 6’sını alırım.’’
- Yok, sen onu bırak da ben sana satış bedelinin yüzde 10’unu ödeyeyim ama şu bizim mukaveleleri ITF skalasına göre yeniden tanzim edelim de milletin yüzü gülsün.
- Olur kaptan, benim için hiçbir sorun yok. Satış hitamında alacakları hesaplarken ona göre işlem yapılır.
Oturup bütün personelin kontratlarını yeniden tanzim ile herkesi dört aydan beri de maaş alamamış gösterdim. Bu arada benim maaşıma da telsiz farkını ekleyip toplam 8000 dolara tamamladım..
Ekim başında alıcılar gemiye gelmeye başladılar. Acente getirip gemiyi gösteriyor, ben ve B/Ç’de gereken teknik bilgiyi veriyorduk. İlk duruşmada teklif edilen miktarı beğenmedim ve satmadım gemiyi. Üç hafta sonraki duruşmada işi uzatmadan 268.000 dolara sattım gemiyi bir Suudi Arabistanlı Arap’a. Herif bilmem nerede bunkering yapacakmış. İsrail’e girişi yasak olduğu için bir sarhoş Hollandalı sörveyöre gemiyi kontrol ettirdi. Acente bütün üç kağıtcılığını göstermiş ve bir akşam üstü herifi zil zurna sarhoş edip getirmişti gemiye, bize de önceden haber yollamıştı tabi.
Adamı izzet-i ikbal ile karşılamış, gemiyi şöyle bir gezdirip kaptan kamarasında kurulu çilingir sofrasında ağırlamıştık. Acente de çalışan bir Rus kızının dekoltesinden taşan muazzam göğüslerinin eşliğinde sunduğu viski kadehlerinin yardımıyla bütün raporlarını istediğimiz gibi yazmış, fotoğraflarını da bizim gösterdiğimiz açılardan çekerek ekmeğimize yağ sürmüş, gece de Ben Gurion havaalanından postalanmıştı Hollanda’ya. Tabi Arap da ikna olmuş ve kati alıcı olmuştu.
Sonra anasının gözü bir Rus çarkçıbaşı ile ezik ve zavallı bir Hintli kaptan çıkageldiler, Biz gemiyi satın alacak armatörün adamlarıyız diyerek.
- Beyler, gemiyi daha satmadım. En kuvvetli aday sizin armatör ama henüz satış gerçekleşmediği için gemi satışı gerçekleşip para hesabıma geçmeden sizi gemiye alamam. Satış duruşması öbür gün. Gelin mahkemeye, satışı yapalım, kararı alalım, para hesabımıza geçsin. Sonra buyurun teslim edelim geminizi.
Prosedür böyleydi. Çaresiz boyun eğdiler. Esasında adamları gemide misafir edebilirdim. Yalnız B/Ç çok bilmiş bir adamdı. Sörveyörü sarhoş edip kandırmış, gemiyi fevkalede performanslı göstermiştik ama bu Rus anasının gözüydü. Tam işler yoluna girmişken taş koyabilirdi. Çünkü çift makineli gemide sancak makine glacı arızalıydı ve gemi tek makine ile seyir yapıyordu.
İki gün sonraki duruşmada her şey istediğimiz gibi oldu ve gemi 268.000 dolara satıldı adını bile bilmediğimiz Arap’a.
O akşam acente beni, İhsan Bey’i ve avukatı yemeğe götürdü.
Avukat üç gün içerisinde 268.000 doları hesabıma yatırdı. Sonra oturup personel alacaklarını hesapladık. Yol biletlerini ayarladık. Herkesin memleketine kadar uçak biletleri, uçak olmayan yerlere otobüs biletleri alındı, yol harcırahları hesaplandı. Bordrolar ve ibranameler hazırlandı Türkçe - İngilizce olarak.
Topladım personeli. ‘’Yarın ve öbür gün iki posta halinde memlekete dönüyorsunuz. Paralarınızı alıp ibranamelerinizi imzalayacaksınız. Şimdi gemiden TV ve videoda dahil olmak üzere taşıyabileceğiniz ve işinize yarayacak her şeyi alabilirsiniz. Arap armatörün hediyesi!’’
- Yarın saat 13.00’de birinci postadaki arkadaşlar hazır olsun. Avukatın yazıhanesine gideceğiz, paralarınızı ve biletlerinizi alacaksınız. Eşyalarınız da yanınızda olsun, bürodan direk havaalanına gideceğiz. Uçağınız saat 19.50’de İstanbul’a müteveccihen hareket edecek.
Her iki postanın da para ve biletlerini verip bir gün ara ile havaalanına götürüp yolcu ettim memlekete. Son geceyi ben, B/Ç İhsan Bey ve 2’nci makinist gemide geçirdik. Sabah da gemiyi yeni personele teslim edip avukatın bürosuna geldik. Limana devamlı tankerler geldiği ve hemen hepsi de arkadaşım olduğu için benim fazlalık eşyalarımı, silahımı eve yollamış ve benim için de çok değerli olan kampana, düdük vb. malzemelere de gemi satıldığı için el koymakta bir beis görmemiştim. Bütün bu malzeme İstanbul’da beni bekliyordu. Bir yedek yangın pompası vardı. Üç silindirli güzel bir diezel. Onu da göndermek istedim, İhsan bey bir sorun çıkar diye vermek istemedi. Doğrusu biraz muğber olmadım değil. Ne de olsa arkadaşımız hala asker zihniyetinden kurtulamamıştı. Bir oyun oynayayım dedim.
- Bakın çarkçıbaşım, adettir. Gemi satıldı mı kaptan; güverte jurnali ve gemi kampanasını, çarkçıbaşı ise makine jurnali ve salondaki Atatürk resmini götürüp armatöre teslim ederler ve kendilerine münasip bir hediye verilir, teamüldür. Ben gv. jurnali ve kampanayı gönderdim, sizde alın makine jurnalini ve Atatürk resmini yanınıza beraberce armatöre götürelim deyince ‘’Tamam Süvari Bey, başüstüne’’ dedi.
Tuğla gibi jurnal ve hemen hemen bir metre kare kadar Atatürk posteri çerçevesi ile güzelce paketlendi ve İhsan Bey’in eşyalarının arasına katıldı. Bizi de acente götürdü havaalanına. Koskoca tablo bagaja verilemedi, baş üstü dolaplarına sığmadı, sağ olsun hostesler bir yere kaldırdılar.
İhsan Bey, Yeşilköy’den transit olarak Antalya’ya gidecekti.
- Süvari Bey, nasıl gideceğiz armatöre?
- Sayın dostum, sana ufak bir şaka yaptım. Bu tablo sana hediyem olsun. Jurnali de atıver bir çöp kutusuna.’’
- Eh be Süvari Bey’im canıma okudun. Bu şakanızı hayat boyu unutamayacağım.
Kızamadı. Çünkü sefere 5000 dolar kazanabilmek umudu ile çıkmıştı. Şimdi evine cebinde 30.000 dolar ile dönüyordu. Bu onu son görüşümmüş. Bilemezdim.
B/Ç İhsan Keleş emekli bir denizaltı ast.sb idi. Sevdiğim bir meslektaşımdı. Yeşilköy Havalimanı’nda ayrıldık. Ben evime geldim. O da Atatürk portresi ile evine gitti Antalya’ya. Aradan dört yıl geçti. Telefon ettim evine, hanımı çıktı. Yedi ay kadar önce illet-i seretandan ordino aldığını söyledi gök gemisine.
H. Tuncay Alpman
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.