Fatih Özmen’den Derinlemesine Bir Olimpiyat Analizi
08 Ekim 2024, Salı 13:55Türk yelken sporunun önemli isimlerinden Fatih Özmen, “Üstün Yetenek Bursu”ndan yararlanıp, aldığı teklifi değerlendirdi ve ABD’ye gitti. Ama “gönül gözü” hala Türkiye’deki gelişmeleri izliyor.
Paris 2024 ekseninde hazırladığı kapsamlı bir yazı Naviga’da yayınlandı. Bir sporcunun yetişmesi konusunda önemli noktalara parmak basıyor.
Fatih Özmen, yelkene sporcu olarak başladı, kariyerini daha sonra eğitmenlik ve antrenörlük yaparak sürdürdü. Bir dönem TYF’de (Türkiye Yelken Federasyonu) Sportif Direktörlük görevinde bulundu ama istediği gelişmeyi yakalayamayacağını anlayınca ayrıldı.
Bu güne kadar pek çok genç sporcu yetiştiren, çoğunu Milli Sporcu düzeyine ulaştıran ve sistematik çalışmaları ile tannan Özmen’i Türkiye “ülkede tutmayı” beceremedi. “Üstün Yetenek Bursu” ile aldığı bir teklifi değerlendirdi ve ABD’ye göçtü.
Şimdi ABD'deki bir Yacht Club’da altyapı sporcularının gelişimini hedefleyen programın mimarı… Zaman zaman görüş ve önerilerini derlediği yazılar Naviga Dergisi’nde yayınlanıyor. Son yazısı ise kapsamlı bir olimpiyat analizi oldu.
Olimpik bir sporcunun nasıl yetiştiğinden ve geleceği için nelere ihtiyaç duyduğundan başlayıp, başarı kıstaslarının neler olduğunu mercek altına aldı.
Bugünlerde TYF Başkanlığı için yarış kızışırken, belki ortaya çıkan adayların programlarına “ışık tutabilir” düşüncesi ile bu yazının tamamını aktaralım istedik.
ÖNÜMÜZDEKİ OLİMPİYATLARA (NASIL) BAKALIM?
- Paris 2024’te 32 branşta toplam 329 etkinlik düzenlendi. Dünyanın en büyük spor organizasyonu olan bu oyunlar sporseverlere büyük bir şölen yaşattı. Sporcularımızı gururla takip ettim. Başarılarımızla mutluluk duyarken, yaşanan üzüntüleri de derinden hissettim.
Yazı: Fatih ÖZMEN (Naviga / Eylül 2024)
Olimpiyatlara 205 ülke katılırken, 34 farklı tesiste 10.500 sporcu kıyasıya mücadele etti. ABD 592, Fransa 573, Avustralya 460, Almanya 427, Japonya 404, Çin 388, İspanya 382, İtalya 361 ve İngiltere 327 sporcu ile temsil edildi. Türkiye ise 18 branşta toplam 101 sporcu ile yarıştı.
Oyunlar başlamadan önce yazdığım yazıda, ülkelerin refah seviyesinin olimpiyat madalyalarına olan etkisinden bahsetmiştim. Madalya sıralamasında zirvedeki ülkelere bakıldığında, bu durumun sonuçlara birebir yansıdığı bir kez daha görüldü.
Son 50 yılda, ABD, Çin ve diğer 10 ülke, Olimpiyat Oyunları’ndaki altın madalyaların neredeyse yarısını kazandı. Rusya’nın Paris Olimpiyatları’ndan diskalifiye edilmesi, ABD ve Çin’in madalya tablosunda üst sıralara yerleşmesine katkı sağladı.
Buna karşılık, 72 ülke bu süre zarfında tek bir madalya bile kazanamadı. Bu ülkelerin çoğu, küçük nüfuslara sahip ve ekonomik olarak düşük seviyelerde bulunuyor.
Madalya kazanmayan ülkeler arasında hem kişi başına düşen GSYH’si hem de nüfusu yüksek olan hiçbir ülke yer almıyor.
ÜLKELERİN BRANŞ SEÇİMİ
Zengin ülkeler, gelişmiş bilimsel destek ve pahalı ekipman gerektiren sporlarda üstün performans sergilerken, ekonomik olarak daha zayıf ülkeler daha az ekipman gerektiren sporlara veya bazı takım sporlarına yöneliyor. Bazı ülkeler ise madalya kazanabilmek için belirli bir sporda uzmanlaşmayı tercih ediyor.
Bu eğilim, son 50 yılda 37 ülkenin tüm madalyalarını tek bir sporda kazanmış olmasıyla kendini gösteriyor. Pek çok ülke ise sadece birkaç sporda düzenli olarak madalya kazanıyor.
Türkiye, Paris 2024 Olimpiyat Oyunları’nda madalya kazanan 84 ülke arasında 64’üncü sırada yer aldı. Toplam 205 ülkenin katıldığı oyunlarda, ABD 129 madalya ile birinci, Çin 91 madalya ile ikinci, Japonya ise 45 madalya ile üçüncü oldu.
Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunları’nda Türk sporcular iki altın, iki gümüş ve dokuz bronz madalya kazanmıştı. Ancak Paris 2024’te bu sayı düştü ve oyunları üç gümüş ve beş bronz madalya ile tamamladık.
Son günlerde Paris 2024 Olimpiyatları’nda 40 yıl sonra ilk kez altın madalya kazanamamamız nedeniyle kamuoyunda birçok eleştirel yorum yapıldığını görüyorum. Elbette spor başarıya dayalıdır ve ortada bir başarısızlık olduğu gerçeğini kabul etmemiz gerekiyor.
Spor Bakanlığı'nın önceki olimpiyatlarda olduğu gibi “Biz federasyonların her istediğini verdik” diyeceğini görür gibiyim. (Editör notu: Öyle de oldu) Ancak bu kadar farklı ve teknik bilgi gerektiren spor branşında, bakanlık seviyesinde bir yönetim müdahalesi zaten mümkün değildir. Eğer sporu bakanlık yönetecekse o zaman federasyonlara gerek kalmaz.
Bilgi akışında eksik olan, oyunlar öncesinde sporcuların performanslarının yeterince ve bilimsel bir bakış açısıyla analiz edilmemiş olması ya da bu bilgilerin bakanlığa bu şekilde iletilmemiş olması olabilir.
GERÇEKÇİ HEDEFLER KONULMALI
Oyunlar öncesinde “Tarih yazmaya gidiyoruz” diye açıklamalar yapan spor yöneticileri şimdi sessizliğe bürünecektir. Diğer branşlarda popülist söylemlerle gerçekçi olmayan hedefler belirlenmiş olabilir. Burada önemli olan, suçlu aramaktan ziyade bilimsel temellere dayanan bir analiz yaparak, her biri farklı dinamiklere sahip branşlarımızı incelemektir.
Bu olimpiyat oyunlarından elde edilen verilerin, uzun vadeli spor stratejilerimizi güncellemek için kullanılması gerekmektedir.
Türkiye Yelken Federasyonu’nda görev yaptığım dönemde, spor teşkilatımız ve olimpiyat komitemizle çok yakın ve birebir çalışma fırsatı buldum. Olimpiyat komitemizin insan ve operasyon kalitesine, spor teşkilatımızın federasyonlara verdiği desteğe bizzat şahit oldum.
Spor teşkilatımızın yönetim kademelerinde ve daire başkanlığı seviyesinde birçok şampiyon sporcu var. Bu nedenle madalya sayımızdaki düşüşe rağmen federasyonların iyi bir destek aldığına inanıyorum. Ayrıca bu dönemde, yetenek seçiminden olimpik hazırlık merkezlerine kadar birçok projenin başarıyla yürütüldüğünü de gördüm.
SPOR YAŞAMI SONA ERDİĞİNDE...
Bence Türk sporu açısından geleceğe yönelik en önemli konu, sporun yalnızca verilen finansal desteğin karşılığında beklenen başarı olarak değerlendirilmesinden ziyade, sporcuların spor sonrası yaşamlarına odaklanılması gerektiğidir.
Bu değerli sporcular, hayatlarından büyük fedakârlık yaparak emek veriyorlar; bu yüzden sporculuk hayatları sona erdiğinde geçimlerini sağlama kaygısından uzak, etik değerler ve olimpik ruh ile sporu sürdüren bir insan kitlesi oluşturmalıyız.
Zaten sporda başarılı olan ülkelerin olimpiyat madalyası için uyguladıkları ödül yönetmeliklerine baktığınızda bu yaklaşımı kolayca görebilirsiniz.
BİR OLİMPİK SPORCU NASIL YETİŞİR?
Yapılan araştırmalara göre, olimpik sporcular spora ortalama dokuz yaşında başlıyor. İlk başarılarını elde ettikleri ve olimpiyat hayali kurmaya başladıkları yaş ise 14. Ardından, bu hayale ulaşmak için gerekli adımları atmaya 17 yaşında başlıyorlar ve bu hedefin gerçekten ulaşılabilir olduğuna 19 yaşında inanıyorlar.
Başarılı olan gençlerin olimpiyatlarda yarışma yaş ortalaması ise 25,5. Bu verilere göre, olimpiyat sporcusu olabilmek için yaklaşık 16 yıllık yoğun bir çalışma gerekiyor.
Madalya kazanma yaşı ise branşa göre değişmekle birlikte, genellikle 25-27 yaş aralığında yoğunlaşıyor. Özellikle yelken branşında olimpik takımlarda yer alan sporcular yılda 230 gün evlerinden uzakta, büyük bir stres altında, zorlu rekabet ortamlarında yaşam sürüyorlar.
Bu gençlerden, gelecek kaygısı taşımadan, performanslarını en üst seviyede tutarak hayatlarının en değerli yıllarını bu zorlu şartlar altında geçirmelerini istiyoruz.
ABD ÜNİVERSİTELERİNDE BURS YOK AMA AVANTAJ VAR
Yelken sporu özelinde gelişmiş ülkelere baktığımızda, olimpik sporcuların gelecek kaygılarının oldukça az olduğunu görüyoruz. Örneğin İngiltere’de olimpik kariyerini sonlandıran bir sporcu, madalya alsın veya almasın, o takımın bir parçası olmanın getirdiği avantajla antrenörlükten yöneticiliğe kadar geniş bir yelpazede iş bulabiliyor.
Amerika’da da yelken sporunda üniversitelerde burs olmasa bile başarılı yelkenciler, normalde kabul edilmeyecekleri üniversitelere kabul ediliyor ve olimpik kariyerlerinin ardından aldıkları akademik eğitimle hayata güçlü bir başlangıç yapabiliyorlar.
Eğitim sistemi, spor ile okulun bir arada yürütülmesine izin veriyor ve sporcuların akademik alanda da başarılı olmaları bekleniyor.
Ancak takdir edersiniz ki ülkemizde olimpik kariyerini sonlandıran bir gencin, iyi bir yaşam sürmesi için yapabileceği işler oldukça sınırlı. Bu nedenle, genç sporcularımız spor hayatlarını sürdürürken para kazanma ve ödül alma gibi hedeflere odaklanmak zorunda kalıyorlar. Sosyal statü ve geçim sıkıntısı odaklı bir sporcu ile sporun ilkeleri ve başarının verdiği hazza odaklanmış bir sporcu arasındaki farkı sizlerin takdirine bırakıyorum.
Bu sorun sadece Türkiye’ye özgü değil; hatta IOC’nin (Uluslararası Olimpik Komite), sporcuların spor sonrası kariyerlerini desteklemek için bazı programları da bulunuyor.
BİLGİ NESİLDEN NESİLE AKTARILMALI
Yine de geçmişte olimpik başarılar elde etmiş sporcu ve antrenörlerimizin yelken sporunun içinde olmaması kabul edilebilir bir durum değildir. Çünkü, büyük emek ve paralar harcayarak elde ettiğimiz bilgi birikiminin, yani ‘knowhow’ın, nesilden nesile aktarılmaması, kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülüktür.
Şu anda yelken branşında madalya sıralamasında zirvede yer alan hiçbir ülkede böyle bir sorun yok. Bilgi, sporcular ve teknik ekipler tarafından yeni nesillere en iyi ve en detaylı şekilde aktarılıyor.
Özetle, bizim en önemli görevimiz, bu değerli sporcularımızın moral ve motivasyonlarını her alanda yüksek tutarak onlara en iyi imkanlarla spor yapma fırsatı sunmaktır.
Ayrıca, sporcularımızın performanslarını sürekli olarak yükseltmeleri için onlara gerçekçi ve gelişimlerini teşvik edici hedefler belirlemelerine yardımcı olmalı ve bu süreçte onları yakından takip etmeliyiz.
DERECE SIRALAMASINDA BAŞARI ÖLÇÜTÜ
Sporcularımızın yelken camiasındaki konumlandırılması da oldukça önemli.
Örneğin, Avrupa Şampiyonası’nda kendi kategorisinde altı kişi arasından 3. olarak madalya kazanan bir rüzgâr sörfü slalom sporcusunun başarısını, büyük bir yarışta 20. olan bir olimpik sporcumuzun derecesinden daha değerliymiş gibi sunarsak, bu hem o olimpik sporcuyu değersizleştirir hem de slalom sporcusunun hedeflerine ulaştığını düşünmesine neden olur.
Olimpik yelken sporunu diğer branşlardan farklı değerlendirmek gerekiyor çünkü bu, dünyadaki en karmaşık ekipman sporlarından biri ve büyük bir lojistik operasyon gerektiriyor. Antrenmandan malzeme alımına, yarışma organizasyonundan bilimsel destek ihtiyaçlarına kadar birçok alanda olimpik seviyede zorluklar bulunuyor.
Paris 2024 Olimpiyatları’nda Türk yelken sporcularının aldıkları dereceleri ve katılım oranlarını değerlendirdiğimizde, oyunlar öncesinde madalya beklentisi olmaması gerektiğini tekrar vurgulamak isterim.
Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi, sporda sihir ya da mucizeler yoktur. İstatistik bilimi, çok düşük sapma oranları dışında genellikle hata yapmaz. Bu nedenle, değerli sporcularımıza herhangi bir başarısızlık yüklemek hem onlara hem de spora büyük zarar verir.
TAKIMIMIZDA DURUM
Takımımızda Yiğit Yalçın Çıtak ve Ecem Güzel dışındaki tüm sporcularımız, son bir veya iki ülke kotasının dağıtıldığı Last Chance Regatta yarışlarında kota alma başarısını gösterdi. Bu durumda, son anda kota alan sporcularımızdan madalya beklemek gerçekçi olmazdı. En iyi derecelerimizi, zaten seçme yarışlarında başarı göstererek kota alan Yiğit Yalçın Çıtak ve Ecem Güzel elde etti.
Olumlu bir gelişme olarak, pek çok genç sporcumuzun yeni sınıflarda olimpiyatlara katılma başarısını göstermesi dikkat çekici. Özellikle foil sınıflarında, geçmişte sahip olmadığımız bilgi birikimini geliştiren bu genç sporcularımız, geleceğe yönelik umut verici bir adım atmış durumda.
ILCA sınıfındaki başarılı derecelerimizin yanı sıra Alican Kaynar ve Beste Kaynakçı ekibinin Nacra 17 gibi son derece karmaşık bir sınıfta, daha önce multihull tecrübesi olmadan oyunlara katılma başarısı göstermeleri de ülkemizin bu sınıflarda güçlü bir gelecek kurma potansiyelini göstermektedir.
YENİ NESİL YELKENCİLİK
Bu başarıların sürdürülmesi için yeni nesil yelkencilikte bilgi paylaşımı yaparak Nacra 15 gibi gençlik sınıflarının da eklenmesiyle daha geniş bir yapı oluşturulması son derece önemlidir.
Tokyo 2020 Olimpiyatları’nda takım liderliği yapmış bir spor yöneticisi olarak eklemek isterim ki olimpiyat ortamında başarısızlık yaşayan bir sporcunun yaşadıklarını ve ruh halini anlamak zordur.
Bu sporcularımız ve antrenörleri için hayat her zaman toz pembe değildir, bunu unutmayalım. Bir insanın en büyük yıkımı, kendi potansiyelini gerçekleştirememesi ile olur.
Tokyo 2020 Olimpiyatları’nda yelken branşında 16 ülke madalya kazanmıştı; Paris 2024’te ise madalyalar 19 ülke arasında paylaşıldı. Hollanda, iki altın ve iki bronz madalya ile en çok madalya kazanan ülke oldu.
Belki de en dikkat çekici değişim, Tokyo Olimpiyatları’nda üç altın, bir gümüş ve bir bronz madalya ile zirvede yer alan İngiltere’nin, Paris’te büyük bir düşüşle bir altın ve bir bronz madalya alarak listede 6. sıraya gerilemesi oldu.
STRATEJİK PLANLAMA
Yazımın sonunda vurgulamak isterim ki artık zaman kaybetmeden bir sonraki hatta ondan sonraki iki olimpiyat için stratejik planlar oluşturmaya başlamamız gerekiyor.
Madalya kazanan ülkelere baktığınızda farklı olimpik sistemler görürsünüz. Bazı ülkeler, büyük olimpik takımlar kurarak kendi antrenman gruplarıyla hazırlık yaparken, bazıları az sayıda sporcu ile yapılandırdıkları projelerle başarıya ulaşıyor.
Başarıya ulaşmanın birden fazla yolu var. Bizim görevimiz de ülkemize en uygun, akılcı, finansal olarak sürdürülebilir, performans ve sporcu odaklı bir sistem kurmaktır. Özellikle Türk antrenörlerimiz bu anlamda çok değerli.
Türkiye, son 20 yılda yelkencilikte büyük bir ivme kazandı ve gençlik sınıflarında birçok madalya alıyoruz. Ancak, gençlik sınıflarından itibaren her üst yaş kategorisine geçişte sporcularımızın yüzde 52 ila yüzde 54 oranında bir kısmını kaybediyoruz.
BAŞLANGIÇ PROGRAMLARINA İLGİ AZALIYOR
Büyük ekonomilerde de gençlik sınıflarından olimpik seviyeye geçiş hâlâ büyük bir sorun ancak bu ülkelerde yelkenciliğin yaygınlaşmasıyla ilgili bir sorun yok ve aslında tüm sorunlarımızın çözümü burada yatıyor.
Yelkencilik çok yaygın olduğu için havuz sürekli besleniyor ve bu sporcular olimpik seviyeye gelene kadar performanslarını artırarak ilerlerken tüm bütçelerini kendileri veya sponsorluk yolu ile karşılıyorlar.
Geçen iki yılda, Türkiye genelindeki kulüp ve merkezlerimizde yelken okullarının çocuk başlangıç programlarına katılımda büyük bir düşüş yaşandığını biliyorum. Bu durum, beni geleceğe dair ciddi şekilde endişelendiriyor. Çünkü bunun, özellikle Anadolu kulüplerimizin ekonomik gücüne ve yarış filolarımızın sayısına olumsuz etkileri olacaktır.
ÇÖZÜM YOLU EHLİYET DAĞITMAK DEĞİL
Amatör denizcileri yüksek bedeller ödemeye zorlayıp, marinalara bağımlı hale getirdiğimiz ve amatör denizciliği liyakatsiz bir şekilde ehliyet dağıtarak geliştirme stratejisinden vazgeçmediğimiz sürece, arzu ettiğimiz madalyalara ulaşmamız mümkün görünmüyor zira çözüm aslında burada.
Gelişmiş ülkelerde her ilçede belediyeler tarafından ücretsiz olarak hizmet veren tekne rampaları bulunuyor ve denizciliğin büyük bir bölümü, römorkla çekilebilen 6 metreden küçük teknelerle yapılıyor. Ayrıca, bu ülkeler, bu boy teknelere olan talebi yerli üretimle karşılıyor.
İstanbul gibi dünyanın en güzel deniz şehirlerinden birinde, sahil şeridinde teknenizi denize indirebileceğiniz bir yer bulmak ne yazık ki mümkün değil.
DENİZCİLİK, AİLELER İÇİN ÖNEMLİ
Bu ülkelerde yelkene ilginin zaten yüksek olması nedeniyle, yelkeni tanıtmak için fazladan bir çaba harcamaya gerek kalmıyor. Denizcilik, aileler için önemli bir faaliyet olduğundan çocuklarını yelken programlarına göndermeyi tercih ediyorlar. Bu sayede çocuklar performans sporcusu olmasa bile aileleriyle ortak bir hobiyi paylaşabiliyorlar.
Denizciliğin bir lüks olarak görülmediği, sporcularımızın büyük emeklerinin daha iyi anlaşıldığı ve sosyal medya figürü olmaya zorlanmadıkları bir geleceğe hep birlikte ulaşmak dileğiyle, tüm sporcularımızı ve teknik ekiplerimizi emekleri ve azimleri için tebrik ediyorum.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.