Dünya’daki Siyasi Gerilim Sürecinde Türkiye Nerede Olmalı ve Ne Tür Politikalar Üretmelidir?
30 Mayıs 2023, Salı 15:10Sovyetler Birliğinin dağılması ile başlayan siyasi istikrarsızlık ABD’nin tek kutuplu bir güç olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ancak ABD bu süreci iyi analiz edememiş ve güç kaybına uğramıştır . Bunun yanı sıra başa geçen ABD liderlerinin kısır siyasi görüşleri ve onları dengeleyecek dünya liderlerinin olmayışı ile ABD bir anda dünyanın tek hakimi olarak görünme durumuna gelmiştir. ‘’Tarihten ders alma’’ her zaman satırlarda kalan bir söz olarak kalmıştır. Oysa Roma, Osmanlı imparatorlukları dünyada tek kaldıkları için yozlaşmış ve gücünü yitirmiştir. ABD bunun farkına vardığında Çin bir süper güç olarak ortaya çıkmıştır. Önceleri önemsenmeyen ve hatta Pasifik donanmasını dağıtacak kadar küçülten ABD, işin gerçeğine vakıf olduğunda tek başına ve zayıf olarak kaldığını hissetmiştir. Bu zayıflık öncelikle ekonomisini vurmuş, en önemli ihraç kaynağı silah satışını azalmıştır. Her zaman olduğu gibi yeni hedeflere, yeni kargaşalara yönelmiştir. Büyük Orta Doğu (BOP) projesini ortaya atmış, kargaşalar yaratmış ve fakat istediği amaca ulaşamamıştır. Ancak bu durum yeniden emperyal bir güç olmada başarısız olsada önemli bir adımdır. BOP’ta tek sıkıntıya giren ülke Türkiye olmuştur. Daha sonra Kırım’a ve Gürcistan’a yapılan Rusya emrivakilerine ses çıkartmayarak Rusya’yı teşvik eder hale gelmiştir. Bu anlamda Ukrayna savaşının bir nedeni de budur. ABD burada silah sanayini ve diğer ekonomik yardımlar ile ekonomisini eski haline getirmeyi amaçlamıştır. Pasifik’te Çin ile baş edemeyeceğini anlayınca Tayvan devleti kobay olarak kullanılmış ve Japonya / Avustralya / Güney Kore gibi ülkeri askeri ve siyasi antlaşmalarla kendine bağlama yoluna gitmiştir.
Orta Asya Türk devletlerinin ve Türkiye’nin de bulunduğu “Türk devletleri teşkilatının” kurulması ayrıca Çin devletinin de bu teşkilat üyeleri ile Orta Asya “ekonomik ve siyasi işbirliği” toplantılar yapması Rusya’ya göz kırpılması sonucunda Dünyanın iki sıcak bölgesi ortaya çıkmıştır. Bu bölgeler Orta ve Doğu Akdeniz diğeri ise Pasifik.
“Coğrafya kaderdir.” Doğru olduğunu varsayarsak bu kaderi değiştirmek de o coğrafyada yaşayan insanların elindedir. Anadolu coğrafyası ana merkez olarak bu kaderin içindedir. İyi yönetildiğinde ülke insanını refaha kavuşturur ve saygın bir ülke olursunuz.
Bu coğrafya üzerinde kurulan ülkenin dış politikasını çizer. Çünkü jeopolitik ve jeostratejik kavramlar o coğrafyaya bazı avantajlı, koz olabilecek kaynaklar ve coğrafik yapılar sunmuştur. Türkiye işte bu coğrafyada, coğrafyasına komut edecek ve onu kendi hak ve menfaatleri için kullanmaya muktedirdir. Bu coğrafya sadece bulunduğu yarımadada değil uzantıları olan Balkanlar ve Orta Doğu’ya ve hatta Kafkasya üzerinden Orta Asya’ya kadar etkilidir. Özetle bu coğrafyada kurulan Türkiye Cumhuriyeti çok önemli bir ülke olup Dünya siyasetine yön verecek konumdadır.
O halde Türkiye, Dünyadaki bu gelişmeler ışında nasıl bir siyaset izlemelidir ki izleyeceği siyaset ile de kilit bir ülke olsun. Öncelikle ekonomisini geliştirerek bir güç haline gelmesi esastır. Buna eriştiğinde ki bana göre iyi politikalar izleyerek hiçte uzak değildir .O zaman dış politikamız ATATÜRK’ün söylediği gibi tam bağımsız bir devlet olarak hüküm sürmek ve “Yurtta sulh Cihanda sulh’’ prensibine sahip ve kendi hak ve menfaatlerini koruyarak bölgesel bir güç olarak konumunu koruyarak Dünya siyasetini yönlendirmektir.
Bu stratejik hedefe ulaşabilmek içinde halen NATO ittifakı içinde ama Türkiye’nin bölgedeki özel konumu ile ilgili olarak antlaşmaya bazı ilave maddelerle, düzenlemelerle bir denge siyaseti izlemesi gerektiğini düşünüyorum. Bölgedeki çıkarlarımızı başka ülkelerin değil kendi hak ve menfaatlerimizi koruyacak angajmanlara girebilmemiz gerekebilir.
“Tarihten ders alma” sözcüğü yeniden karşımıza çıkmaktadır. ATATÜRK bu bölgedeki dengeyi Rusya ile iç işlerimize karıştırmadan bir politika izlerken İngiltere ve Fransa ilede bu dengeyi koruyacak aynı zamanda birbirlerini siyasi koz olarak kullanmasını başarı ile uygulamıştır. Türkiye tarihsel ve soydaş kimliği ile Azerbaycan ve Orta Asya Türk cumhuriyetleri ie çok daha aktif ve başı çeken bir dış siyaset stratejisi geliştirmelidir. Ayrıca Balkanlardan Macaristan’a kadar etkin bir ekonomik işbirliği ortaklığı kurmalıdır. Orta Doğu ülkeleri ile ekonomik işbirliğini geliştirmelidir.
Kıbrıs adasının ne olursa olsun kırmızı çizgimiz olduğu bir devlet politikası olarak dünya kamuoyuna açıklanmalıdır. İki bağımsız devletli bir ada haline getirilmelidir. Eğer Doğu Akdeniz’i kontrol etmek istiyorsak bu ada ve üzerinde kurulacak üsler zincirine ihtiyacımız vardır. Boğazlar, Türkiye’nin emniyet sibobudur. Montrö anlaşması iyi değerlendirilmeli ve kullanılmalıdır. NATO içinde bu kural Türkiye’nin menfaatleri göz edilerek düzenlenmelidir.
Yunanistan,Türkiye’yi iç politika malzemesi olarak kullanmaktan vazgeçer ve Batı dünyasına bir tehdit olarak sunmazsa aramızdaki sorunlar çözülebilir. Ege Denizi’nin ortak ekonomik çıkarlarımız için kullanılması söz konusudur. Anlaşma metinlerine girmemiş ada ve adacıklara yapmış olduğu işgal ve Lozan antlaşmasına aykırı olarak Saruhan ve Oniki adaları silahlaştırırsa pek ala sınır ticareti daha da yoğunlaşır. 400 yıllık ortak kültüre sahip halklar siyasilerin kısır kaprisler ile ortaya konulan düşmanlıklar daha da artarak kin ve nefrete dönüşebilir. Tarihte Yunun ulusunun Mora, Girit ,Batı Trakya ve Anadoluda yaptığı vahşet ve katliamları elbette unutmayacağız! Ama torunlarımızı barış içinde, çağdaş bir insan olarak büyütmek zorundayız. Bir Meis Adası ile MEB’yi (Münhasır Ekonomik Bölge) sulandırmak ve hiç hakkı olmadığı halde Doğu Akdeniz’de GKRY ile at koşturmak istemesinden vazgeçmelidir.
Batı Trakya’daki tarihi eserlerimizin durumu ile Türkiye’ deki Ortadoks dininin (Yunan eserleri demiyorum) eserlerine gösterilen ilgiyi anlayabilseler sorunlar çözümlenir.
Aksi takdirde Türkiye’nin tüm iyi niyetine rağmen çözüm üretilmezse korkarım başta Ege olmak üzere coğrafyalar değişebilir. Bunun sorumlusu da Türkiye değildir. Ama bugün ama bir başka gün mutlaka coğrafya Türkiye lehine değişmelidir.
Bu nedenle Ege’de gelecekte Denizaltı gemisi ve İDA (İnsansız Deniz Araçları)’lara çok önem verilmelidir.
Orta Doğu ve Doğu Akdeniz politikamız bu bölgeye hakim bir Bölgesel Güç olacak şekilde yapılanmalıdır. Aksi takdirde bu bölgedeki stratejik ve ekonomik çıkarlar emperyal devletlerin kontrolüne girer ve Türkiye o ülkelerin menfaatlerine çalışan bir ülke durumuna düşebilir. O halde bu bölgede stratejik hedefler iyi belirlenmeli ve hedeflere göre kuvvet yapımızı belirlememiz gerekir.
Artık Türkiye bölgesinde Merkez Güç olarak siyasi ve askeri olarak güç haline gelmelidir. Bu son zamanlarda Fransa basınında “Türkiye Donanmasını güçlendiriyor, Akdeniz’de bir güç olmak istiyor “ anlamında yazı ve makaleler yayınlanmaktadır.
Aynı şekilde Karadeniz’de Rusya Federasyonuna karşı da güçlü olarak yapılanmamız, bu bölgede barışın istikrarını sağlar ve başta NATO/ABD olmak üzere bu bölgedeki faaliyetler, liman ziyaretleri seviyesine düşürülebilir. Karadeniz’de şu an güçlü durumda olmamız Rusya ‘yı dengelemektedir.
Sonuç olarak ülkemizin coğrafyası bizim stratejik değerimizin çok yüksek bir seviyede olduğu ve avantajları kadar risklerinin de bir hayli fazla olduğunu göstermektedir.
Türkiye’yi yönetenlerin bu noktaya çok önem vermesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü; bütün komşularımız 400 küsur yıl bizim egemenliğimizde kalmış, dolayısı ile kin ve nefret duyguları her zaman örtü altında duruyor. Rusya ile tarihte 13 defa savaşmış tek ülkeyiz. Rusya’nın emellerini biliyoruz. Bu nedenle Türkiye güçlü olmak zorunda. Bunu sağlamak için de önce iç cephe barışını sağlamamız gerekli. Artık annelerin gözyaşlarının olmasını istemeyen bir politika uygulanmalıdır. Ulusal sınırlarımız içinde sosyal kültürel yapı bozulmadan kız alıp verecek kadar birbirlerine yakın olan insanlarımızın özveri ile toplumsal barışı sağlamasının gerekli olduğunu düşünüyorum. Ülke coğrafyasındaki kaynaklarımızın toplumla paylaşılması ekonomimizi güçlendirecektir.
İç cephe kapanırsa Türkiye’nin önünde kimse duramaz. Bu ülke artık alt yapısını hazırlamıştır .Sadece barış ve huzura ihtiyacı vardır. Merkez güç olabilmemiz için en önemli bileşen budur.
Bugün Türk Silahlı Kuvvetleri ve savunma sanayimizin devletin stratejik hedeflerine göre kolayca yapılanması ve organize olacak bir yapıya sahiptir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, kurulduğu 1923’den itibaren ATATÜRK’ün başlattığı o muhteşem ivme ile 21. yüzyılda artık 100 yılı geride bırakmış ve yükselişe geçebilecek durumdadır. Artık her bilim dalında alt yapısı hazırdır. Devleti idare edecek tüm iktidarlar artık bu ivmeyi yükseltmek için iç ve dış politikalarını iyi yönetmelerinin gerekli olduğunu değerlendiriyorum. Onun içindir ki Büyük önder ATATÜRK’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh’’ özdeyişi bu anlam içinde değerlendirilmelidir.
Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.