sohbet odalarıdini sohbetleromegle tvtürk sohbetdini sohbetcinsel sohbet
medyum

İstanbul
15 Ocak, 2025, Çarşamba
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

DÖNÜŞÜ OLMAYAN NOKTA

19 Ağustos 2018, Pazar 17:47
                                   DÖNÜŞÜ OLMAYAN NOKTA

                Dönüşü olmayan nokta bir havacılık terimidir. Uçak piste çıkar, havalanmak için.  Hızlanır, bir nokta vardır ki yani o hıza gelinceye kadar kalkıştan cayabilir. Durabilir. Dönüşü olmayan noktaya gelince duramaz, geri dönemez, manevra  yapamaz. Muhakkak havalanmak zorundadır. Yoksa pist biter ve uçak ne olur onu da Allah bilir.
 
            İşte insan hayatı da budur. Herkesin bir dönüşü olmayan noktası vardır ki sonu ölümdür. Ama nasıl? Onu ancak yaratan bilir.
 
                                   “Ölmek değildir ömrümüzün en müşkül işi
                                     Müşkül budur ki, ölmeden evvel ölür kişi”
 
            Hepimiz doğduğumuz andan itibaren dönüşü olmayan noktaya doğru ilerlemekteyiz. Dünyaya geldiğimiz  noktayı pist başı kabul edersek yaşadığımız hayat pistte hızlanmamızdır. Ölüm ise havalanma anımızdır. Dönüşü olmayan noktayı geçmişizdir işte. Bu benim felsefemdir. Pilotlardan  tek farkımız vardır ki onlar kullandıkları tayyarenin dönüşü olmayan noktasını bilirler. Bizlerse bilemeyiz. Dönüşü olmayan noktanın neresi olduğunu bilmeden baştankara, bodoslamadan tam yol gidiyoruz işte bilinmeze. Yaşlanıyoruz kimimiz, yaşlanmadan gidiyor  bazılarımız. Hiç bir şeyin bilincinde olmadan gidiyoruz bazen.
 
            Ama var ki birde her şeyin bilincinde olup, her şeyi bilip, anlayıp, hissedip ağır ağır dönüşü olmayan noktaya yaklaşmak.
 
            Yaşlandıkça geçmişimin sahillerinden yavaş yavaş  uzaklaşıyorum. Sonun  da uzak ve güçlükle seçilen birer hatıra olacaklar geçmiş yaşantılarım.
 
            İşte bu geri dönülmez noktaya, dönüşü olmayan noktaya yaklaşmanın en buruk yanıdır.
 
            Mazi özlemlerin en acısıdır. Çünkü hiçbir insan geçmiş yıllarını geri alabilecek kadar zengin değildir. Belki geleceğinizi satın alabilirsiniz. Ömrünüzü uzatabilirsiniz bir hadde kadar. Ama maziyi yaşamaya gücünüz, imkanınız yetmez.
 
            Kafam. Kırılası, kopası kafam. Allahın belası kafam. Tıpkı dört zamanlı bir dizel motor gibi çalışıyor. Yıllar gelip geçiyor gözlerimin önünden. Bu öyle bir sinemaki perdesi, makinası bana ait. Perdede oynayan filmi benden başka seyreden yok. Sadece bana ait. Film sadece bana oynuyor. Sinema salonu, fragman, afiş, bilet, biletçi, denetçi, yer gösterici, müdür, makinist, sinema makinesi yok. Yazılmış senaryo, çekilmiş filmde yok. Ama oynuyor işte. Oynuyor, oynuyor.
 
            Renkli sinemaskop, Türkçe, 36 kısım tekmili birden gece-gündüz, yatarken,  uyurken, yemek yerken, çay- kahve içerken devamlı oynuyor.
 
            Defaten doktora, doktorlara gittim. Bir takım Latince laflar ettiler. Bir takım ilaçlar verdiler. Faydasını sadece doktorlar gördü. Ödediğim vizite paralarından ötürü.
 
            Sarayiçi’nde omuzunda oyuncak bir tüfekli çocuk, evin girişindeki musluk, duvardaki resim, mutfaktaki kuyu, bodrumda altın ararken Mete ile patlattığımız kanalizasyon borusu ve yediğimiz dayak, İstanbul Erkek Lisesi’nin yatakhanesi ve yatakhanedeki cemse lakaplı arkadaşımız. Adapazarı’ndaki odunluğumuz ve kapısına yaptığım çıpa, 3.15 İstanbul treni, Turan sinemasındaki 36 kısım tekmili birden Baytekin filmleri, Beta-Sobe, Tom, Bostancı, D.B.Cargo’nun gemileri, ilk Amerika seferim, Amerika topraklarını incelemem, evlilik, Almanya, Rein Nehri’nde çalışmam ve bunlara müşabih yüzbinlerce anı ve hatıra.
 
            Yeter be yeter, mazi bırak artık peşimi be bırak peşimi. Güzeldiniz, gerçekten çok güzeldiniz, çok çok güzeldiniz ama yaşandınız ve bittiniz. Lütfen bırakın peşimi. Artık eskisi kadar güçlü değilim. Biraderle beraber Talât Bey’in gazinosunun yanından başlayarak denize taş atarak adalara yol yapamayacağımızın bilincine varalı yıllar oldu.
 
            Eskiye dönmeye imkan olmadığından kafamı kullanıp zamana adapte olmam gerek.
 
            Benim hiçbir beklentim yok. Akrabay-ı taallukat arasında sevilmem. Sebebini bilmem, merakta etmem. Ayrıca umursamam. Evimde de pek istendiğim söylenemez. Aldırmam. Yeterki ayağımın altında bir güverte ve elimin altında kumanda edebileceğim bir stampa olsun. Gerisi önemli değildir. Ben dönüşü olmayan noktayı çoktan geçtim. Pistin sonuna yaklaşıyorum. Pervane hatveleri limitte, son hızla dönüyorlar, birazdan tekerlek keserim herhalde?
 
            Onun için ey felek, kambur felek, canım felek, kader mi dersin, Zülcelal mi dersin, yazımı dersin ey kadir-i mutlak. Şunun şurasında havalanmaya ne kaldı?
 
            Ütopyalarım vardı. Hepsinden vazgeçtim. Altınova’daki zeytinliğime yapmak istediğim ev, on metrelik alamatram Suhulet. dört çeker çift kabin kamyonet, kangal köpeklerim biri dişi biri erkek. Attan yürük Merzifon eşeğim. Hepsini unuttum. Zaten ütopya idi. Ka heves eder idi be heves eder idi.
 
            Ama bir gül yüzüme şu kavanoz dipli dünyada ey felek bir gül be. Adam gibi bir gemide kaptanlık yapmayı nasip eyle havalanmadan önce.
 
            Şöyle balta başlı, ambar kapakları tahta, üzerleri brandalı, buhar makineli, kazanlarında kömür yakan bir gemi; Tarı, Aksu, Nejat gibi bir gemi, gemi gibi gemi. Her türlü elektronik cihazdan arındırılmış sadece manyetik pusula ile seyir yapan bir gemide kaptanlık nasip eyle be felek. Nasip eyle de o geminin güvertelerinden havalanayım ama nerde…
                                                                                                                                                                                                                                                                  15.01.2003
      
google