Dış Görünüş - 1. Bölüm
16 Nisan 2025, Çarşamba 13:34Bazen düşünürüm atasözlerinin hikmetlerini de, atalar ne güzel düşünüp söylemişler derim kendi kendime. Mesela rahmetli Nasrettin Hoca’nın bir hikayesi vardır herkesin bildiği. Ye kürküm ye. Ne manalı bir kıssadır anlayana.
Ben hayatım boyunca pek sosyal bir insan olmadım, olamadım. Gençlikte biraz parasızlık, fazla bir tahsil hayatı olmaması, devamlı seferde olmam, kahve kültürümün olmaması gibi sebepler ve biraz da mizacım itibarı ile pek sokulamadım insanlara. Kendi arkadaş çevremde genellikle meslektaşlardan ibaret olduğu için gençliğimde giyim kuşam, kıyafet düşkünlüğüm merakım olmadı hiç. Moda filan enterese etmedi beni hayatım boyunca. Giyim sadece ısınmak, insan içine çıkmak, örtünmek gibi sebeplere cari oldu. Özel bir şeye heves etmedim. Çocukken, gençken bir dereceye kadar mühim olmayan bu tarz, ileriki yıllarda hakkımda menfi düşünülmesine sebep olmuş ama benim haberim bile olmadı bundan. Ben daima “ayinesi iştir kişinin lafâ bakılmaz” atasözünün doğrultusunda algıladığım için hayatı işin giyim, kuşam, görünüm faslını hiç kaale bile almadım.
Hayatım boyu hep spor giyimi tercih ettim. İlk takım elbiseyi evlenirken Beyrut’tan aldığım bir kupon kumaşı terziye diktirerek 1969 yılında giydim ve dahi bir daha da takım elbise giymedim, sevmedim, istemedim. Tabi değişik ceketlerim, onlara uygun pantolonlarım olmadı değil ama sağ olsun yarım asır mütecaviz 2. kaptanlığımı yapan eşim ilgilendi o işlerle. Önemli bir davete, mesela düğün gibi filan kravat takmak gerektiğinde kravatı bile bağlamak problem oldu benim için. Bütün gemici bağlarını, dikiş, ceviz ve bilumum armadorluk işlerini gözü kapalı yapabildiğim halde yeminle söylüyorum kravat bağlamayı öğrenmedim, öğrenmek istemedim. Tıpkı bütün meşakkatine rağmen açık denizde sekstantla rasat yapıp GPS kullanmaktan imtina etmem ve mecburiyet karşısında taşımak mecburiyetinde kaldığım menfur alet akıllı telefon denen rezil aletin hiç bir kolaylığından faydalanmamak için öğrenmek istemediğim gibi. Hala mesaj alıp yazmayı, telefon numaralarını kaydetmeyi bilmediğim gibi…
Halbuki evel Allah mors alfabesi ile dakikada 120/130 harf üzerinden muhabere yapabiliyorum, Dünya yüzünde morsla muhabere yapan istasyon kalmamasına rağmen! İşte böyle acayip, asosyal, dinazör eskisi bir kişiyim vesselam. Kendimden de hoşnutum vakta ki af buyurun kazın ayağı öyle değilmiş efendim. Her şey bir yana insanın şahsiyetine, karakterine, yetisine değil kılık kıyafetine, dış görünüşüne önem veriliyormuş bu kavanoz dipli sallanzort Dünya’da. Bunu yıllar önce anladım ama rotamdan da asla inhiraf etmedim. Ama bunu hissettirenlere de bir ders verdim aklımca. Buyurun lütfen kıraat edin.
Yıllar önce bir gün:
Bir ağustos sabahıydı. İstanbul’da mukim bir denizcilik şirketinden aradılar kaptanlık için. O zamanlar mesleğin bir albenisi vardı. Kaptanlık, zabitlik el üstünde tutulan bir meslekti. Gemilerin çoğu yabancı bayrağa geçmemişti,maaşlar gününde ödenir,gemi adamlarına insanca muamele edilir, armatörler armatörlüğünü, kaptanlar kaptanlıklarını bilirdi. Piyasayı Gürcüler, Azeriler istila etmemiş, simsarlar baş kesmez, personel müdürleri personele insanca muamele ederlerdi. Yazlıktaydım, çalışmıyordum, zin yapıyordum ve istediğim zaman da sefere çıkmak için bir gemi bulabileceğimi biliyordum. Dedim ya mesleğin altın yıllarıydı.
Arayan şirket bir kaptana ihtiyaçları olduğunu yirmi gün kadar sonra kaptan değişimi yapacaklarını ve benimle görüşmek istediklerini söylediler, şirkete davet ettiler. İstanbul dışında olduğumu iş acele değilse birkaç gün sonra İstanbul’a ineceğimi, o zaman bir çaylarını içmek üzere şirkete gelebileceğimi söyledim, vedalaştık.
Birkaç gün sonra gene aradılar. ‘’Tuncay kaptan ne gün gelebilirsiniz?’’ dediler. Bir, iki güne kadar İstanbul’a ineceğim, inince uğrayacağım dedim. Filhakika üç gün mukaddem teknemin bir işi için İstanbul’a inmek iktiza etti, işim erken bitti ve ben yahu şu insanlar arayıp duruyorlar bir uğrayalım bakalım diyip yolumun üzerindeki şirkete uğradım. Daha şirketin önüne park eder etmez güvenlik mi, kapıcı mı her ne haltsa burası özel park dedi. Filanca şirkete geldim, personel müdürü filan beyi göreceğim dedim. Adam beni bir süzdü şöyle tepeden tırnağa ama Allah biliyor hiç alınıp gocunmadım. Üstümde rengi solmuş bir kot pantolon, gene rengi solmuş bir kısa kollu tişört, eski spor basket ayakkabılar, üç-dört günlük sakallı, uzun saçlı bir herif. Dedim ya hayatım boyu giyim kuşam ile alakam olmadı benim. Gemide bilhassa temiz ve tertipli giyinmeye ve bilhassa limanlarda üniforma giymeye ve zabitlerime dahi üniforma giymeleri hususunda baskı yapan ben aklıma ve hayalime getirmedim giyim ve kuşamın bir iş görüşmesine giderken kaale alınması gereken en önemli husus olduğunu. Görevli herhalde görevi icabı devamlı güzel giyim kuşamlı insanlara alışmış olmalı ki beni yadırgadı. Şimdi şimdi düşünüyorum da adamcağıza hak vermiyor değilim. Öyle ya bir armatörlük şirketinin otoparkına dokuz oturak girip park ediyorsunuz, teneke bir Şahin araba ile. Sonra kılık kıyafet köpeklere ziyafet hesabı görünüşünüz ile çıkıp personel müdürü ile görüşeceğinizi söylüyorsunuz. Adam vallaha efendiymiş ki gene kovalamadı beni serseri sanıp. Neyse bir dakika dedi. Bir yerlere telefon etti. Sonra ‘’Buyurun efendim. Dördüncü kat, filan numara deyip yol gösterdi. Ben gene uyanamadım hab-ı gafletten. Azametle binip asansöre dördüncü kattaki şirket ofisine ulaşıp bir içim su sekreter hanımın önünde arzı endam ederek personel müdürü filan beyi göreceğimi, kendisinin beni beklediğini söylediysemde sekreter hanım beyanımı kafi görmemiş olacakki bir de personel müdürü beyden teyit almak istedi. Bir dakika efendim deyip kayboldu bir kapının ardından. İki dakika sonra avdet ile buyurun efendim diye bir büroya aldı beni.
Devam Edecek

Yorum Yazın
E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişdir.