DETAYLARI BİLİNMEYEN ... 18 MART 1918
01 Mart 2018, Perşembe 11:17
Bir ufacık mayın gemisinin dünyanın gidişatını değiştiren, harbin en az iki sene uzamasına, binlerce insanın ölmesine sebep olan hikayesini anlatmadan evvel zamanın İngiliz Devletinin Bahriye Nazırı Churchillin 01.08.1930 tarihli Fransız La Revue de Parisdergisine verdiği beyanata bir göz atmakta fayda vardır.
Nusrat gemisinin gizlice döktüğü yirmi adet demir kap, İngiltere tarafından başarı ile başlatılmış olan harekâtı durduran bir takım psikolojik karışıklıklar doğurmuştur. Yalnız başına bu engeldir ki Türkiye Cumhuriyeti'ni bozgundan kurtardı ve harbi uzattı. Kendilerini Fransız, Polonya, Galiçya, Balkanlar, Filistin, Suriye, İtalya topraklarının örttüğü beş - altı milyon insan, düşman gülle ve kurşunları ile değil 18 mart 1915 sabahı Çanakkale Boğazının kuvvetli akıntısı altında demirli ağırlıklara bağlı teller üzerinde gerili duran yirmi demir kap yüzünden yok olup gitti
1876 yılında tahta çıkan Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit'in 1887 yılının eylül ayında Japon İmparatoru Meici'nin amcası Prens Komatsu'nun ziyareti sonrasında İmparator Meici'ye bir takım hediyeler ile nişan yollamak ve iade-i ziyaret maksadı ile bir gemi göndermek istemesi üzerine Tersane-i Amire yapımı, o tarihte yirmi beş yaşında bulunan ahşap gövdeli, üç direkli 600 HP buhar makinası ile tahrik edilen bir uskura sahip olsada ana tahrik unsuru yelken olan 2400 tonluk bir gemi tahsis edilir. Bu işin uzmanı olan kişiler; bu gemi eski ve bakımsızdır, bu uzun ve meşakkatli yolculuğu yapabilecek evsafta değildir deselerde her şeyi bilen yağcı ve yalakaların baskın çıkması üzerine kafile komutanı Miralay Osman Bey ve gemi komutanı Yarbay Ali Beyin komutasında özel seçilmiş elli altı subay, o yılın mezunu deniz teğmenleri ve diğer mürettebat ki ceman 607 seçkin personeli ile 14.06.1889 tarihinde dua ve selalar eşliğinde Haliç'ten Japonya'ya müteveccihen yola çıkan bu gemi on bir ay süren meşakkatli bir yolculuk hitamında Tokyo'nun limanı Yokohoma'ya ulaşır. Hediye ve nişanları takdim eden komutanlar ve personel ağırlanıp misafir edilir, üç ay kadar Yokohoma'da kalan gemi İstanbul'dan gelen dön emrini havi telgrafı alınca dönüş hazırlığına başlar, ancak mevsim fırtına ve tayfun zamanlarıdır. Japonların biraz bekleyin demelerine karşı komutanlar dön emri aldıklarını ve asker olarak emre itaat etmek mecburiyetinde olduklarını beyan ile bu ikazları kabul etmeyerek 16 Eylül 1890 tarihinde Yokohomadan hareketle dönüş seferine başlarlarsa da aynı gece yakalandıkları bir tayfun sonucu Ayı Denizi'ndeki Oşima Adasında bulunan Kaşinozaki Feneri'nin altındaki Funakara kayalıklarına sürüklenip parçalanır, bu feci kazada başta gemi komutanı ile kafile komutanı da dahil olmak üzere 587 evlad-ı vatan şehit olur. Bu geminin adı ERTUĞRUL'dur.
Osmanlı İmparatorluğu Balkan Savaşındaki mağlubiyetinin getirdiği moral çöküntüsünü unutturmak ve kaybettiği prestijini kurtarmak, moralleri yükseltmek, müslüman ülkelerdeki itibarını arttırmak amacı ile dünyada henüz pek yeni bir alan olan havacılıkta başarılı işler yapabileceklerini ispatlamak için bizzat başkumandan Enver Paşanın emri ile uzun bir uçuş planlanır. Bu uçuş için o zamanlar pek uzun bir mesafe olan İstanbul-Kahire etabı seçilir. Bu ayrı bir yazı ve kahramanlık menkıbesi olduğu veçhile biraz meskût geçilmiş ise de burada rol oynayan bir tayyare ve bu milletin istiklalini kazanıp, Cumhuriyete kavuşmasının neler pahasına olduğunu anlatabilmek için kaleme alınmıştır.
Enver Paşa'nın İstanbul-Kahire seferinin ifa edilmesini istemesi için seçilen tayyare Fransız yapısı Blerıot XI-2 tipi uçurtma azmanı diyebileceğimiz çağımıza göre çok iptidai ancak zamanına göre mütekâmil bir araçtır. Pilot Yzb. Salim İlkuçan ve rasıt Kur. Yzb. Kemal Bey Blerıot ile havalanıp Kazdağları - Küçükkuyu civarında bir ağacın üstüne düşerler, her ikisi de kurtulur ve tayyarenin enkazı da olduğu yerde terk edilir.
Ancak tayyarelerin Çanakkale Savaşı'nda keşif faaliyetleri için oynayacakları rolün önemini kavrayan Harbiye Nezareti mezkür tayyare enkazının bir an evvel İstanbul'a getirilip onarılmasını ister, tayyare enkazı İstanbul'a getirilir, onarılır ve onarım işini Mehmet isimli bir Türk genci yaparsa da Mehmet'in asıl ismi Tebaay-ı sadıka denilen Ermeni asıllı yurttaşlarımızdan Vahran'dır.
Fransız gemisi Suffren'ın davlumbazında Amiral Guêpratte çağırttığı yüzbaşıya boğazı mayınlardan temizleme talimatını verir. Bilahare yüzbaşının verdiği boğazın mayınlardan temizlendiği raporuna istinaden de 18 Mart 1915 günü işgal donanması gemilerine boğaza girme emrini verir ve en önde kendi gemisi Suffren ile boğaza girer.
İstanbul'a getirilen tayyare enkazı onarılıp tekrar sökülmüş ve bir gemi ile Çanakkale'ye getirilip hastane çadırının yanında kurulan bir çadırda yeniden monte edilerek uçuşa hazır hale getirilmiştir. 7 Mart 1915 sabahı boğaz üzerinde pilot Cemal Bey rasıt olarak görev yapan Mehmet, nam-ı diğer Vahran Bey bir keşif uçuşuna çıkarlar. İşte bu uçuş, harbin kaderini ve dünyanın gidişatını değiştiren olayların başlangıcıdır.
Bleriot uçağı
Pilot Cemal ve Rasıt Vahran Bey Türk mayın hatlarını göremezler, derhal üsse dönerek müstahkem mevki kumandanı Cevdet Paşa'ya rapor verirler. ''Boğaz mayınlardan temizlenmiştir.'' Bu rapora istinaden düşmanın boğazı geçmek için saldırıya geçeceğini ve boğazın mayınlardan temizlenmesi ameliyesinin Türk keşif kollarının gözünden kaçtığını anlayan Cevdet Paşa derhal boğazın yeniden mayınlanmasını emreder. Elde son olarak 26 adet mayın kalmıştır. Bu arada bu keşif uçuşunu yapan tayyarenin adı da ERTUĞRUL'dur.
Birinci Dünya Savaşı günlerinde Marmarisli bir çoban denizde boncuk gibi dizili karartılar görür, ne olduklarına karar veremez, gördüklerini muhtara anlatır, muhtardan kaymakama aktarılan bilgi kasabadaki komutana anlatılır. Oradan İstanbula ulaştırılır, Harbiye nezareti üç er ve bir deniz subayından oluşan ekip teşkil eder ve mayınları toplamak için Marmaris'e müteveccihen yola çıkartır.
Marmaris'in girişinin mayınlanması bir Alman denizaltısına kasabanın iskelesine yanaşıp ikmal yapılması üzerinedir. Savaşta müttefikimiz olan Alman gemi ve denizaltılarına ikmal ve yardım yapılmaması için Akdeniz'deki Fransız donanmasından bir gemi mayın döşer Marmaris'in girişine.
Uzmanların nezaretinde Marmarisli balıkçılar tarafından denizden çıkartılan mayınlar sahilde toplanır, tayyarelerden görülmemeleri içinde üzerleri ağaç dalları ile kamufle edilir. Mayınların İstanbul'a nakil edilmesi gerekmektedir. Bunun için lök develerine ihtiyaç duyulur. Zamanımızın ağır nakliye kamyonlarının muadili olan ve her kervanda birer tane bulunan lök develerinin Marmaris'e getirilmesi istenir yöredeki devecilerden. Ne var ki mayınların develere yüklenmesi şekil itibarı ile imkansızdır. Buna da çareyi gene Marmarisli denizciler bulur. Mayınların alt ve üstlerine halattan birer simit yapıp iki simidi birbirlerine bağlayıp sorunu hallederler, fıçı bağı ile bağlayıp develere yüklerler ve develerin ayağa kalkabilmesi için üç dört kişi bir tarafa üç dört kişi diğer tarafa geçip mayınlara destek yaparak hayvanların ayağa kalkmasına yardım ederler.
Mayınları taşıyan kervan ilk gün Beldibine ulaşır, ertesi gün Taşhanda konaklayan kervan neticede bu yorucu yolculuğunu Gökova'da tamamlar. Burada arabalara yüklenen mayınlar Aydın'a nakledilir, oradan da trenle İstanbul'a ulaştırılır.
Mayınlar İstanbul'da mayın gemisine yüklenir ve Çanakkale'ye gönderilir.
Malatya-Arapgirli Cevat Paşa'nın girişimi ile Osmanlı Donanması'na Nusrat adı verilen bilahare ismi Nusret olarak tesmiye edilen bir gemi katıldı. Osmanlı Donanmasının ilk mayın gemilerindendi. 1911 yılında tersaneye alınıp bakımı yapılan gemi 1913 yılında fiilen Osmanlı Donanması'na katıldı. Almanya-Kiel Germania Tersanesi'nde inşa edilen 365 dwt'luk 40 m boy-7.5 m genişlik ve 2 m draft ölçülerine sahip bu ufak gemi 62 personelli, bir adet triple ekxpenşın makinesinin tahrik ettiği tek uskuru ile on beş mil sürat yapabiliyor ve 40 mayın kapasitesine sahip bulunuyordu. Dünyada hiçbir mayın gemisine nasip olmayacak parlak bir başarıya imza atacak bu gemi kendisini dünyanın en meşhur mayın gemisi macerasına İstanbul'dan yüklediği 26 adet Fransız mayını ile 03.09.1915 tarihinde Çanakkale'ye vasıl oldu. Mayın grup komutanı Yzb. Hafız Nazmi Bey, gemi komutanı Yzb. Tophaneli Hakkı Beydir. Boğazı mayınlardan temizlenmiş sanan müttefik armada boğaz geçişine hazırlanmaktadır ama bir gece önce 7 martı 8 marta bağlayan gecede Nusret karanlık limana, kıyıya paralel 100 metre aralıklarla makinayı 140 tornada çalıştırarak 15 saniyede bir adet olmak üzere poyraz-lodos istikametinde 4.5 metre derinlikte 26 adet mayın döşemiştir.
Nusrat Çanakkale Boğazı'nda seyir halinde
18 mart 1915 sabahı Fransız Amiral Emile Paul Amable Guêpratte işgal kuvvetlerinin en öndeki gemisi Suffrene boğaza giriş emrini verir, ilk saftaki gemiler ilerler ve tarihin kaydettiği en umulmadık bozgun başlar.
İlk etapta Fransız Bouvet 639 kişilik mürettebatı ile alabora olarak sulara gömülür, HMS İrrestible 610 kişilik personelini tahliye ettikten sonra battı. Ardından Ocean sulara gömüldü, Galve battı HMS İnflexıble, Suffren ağır yara alarak savaş alanını terk etmek zorunda kaldılar. Ve savaş tanrısı Ares Türklerden yana olduğunu gösterdi o gün. Müttefik donanmasının üçte biri o küçücük geminin döktüğü 26 Fransız mayını ile imha olup gitti.
Bir tayyare enkazından doğan tarihin acı faturasını boğazın mayınlardan temizlendiği hakkında raporu veren yüzbaşıdan çıkartırlar. Amiral Guêpratte 18 mart 1918 gecesi gemisi Suffren'in salonunda topladığı savaş mahkemesinde yüzbaşıyı yargılar. Heyet yüzbaşının yanlış rapor verdiği kanısıyla yüzde yüz suçlu olduğu kanısına varır. Suçun cezası ertesi gün Suffren'in grandi direğine asılarak idamıdır ve devrisi sabah Amiral Emile Paul Amable Guêpratte öz oğlu Yzb. Guêpratte'nin idamına nezaret eder.
Neticede o anlı ve şanlı armada Çanakkale'yi geçemez, vakıa harp meydanında geçemedikleri Çanakkale'yi siyaset yolu ile geçerlerse de zamanı gelince şanlı sancağımızı selamlayarak çekilip giderler.
Bize de ''Çanakkale Geçilmez'' sözü hatıra olarak kalır ve ondan sonra hiçbir Türk gemisinin seyir jurnaline Çanakkale Geçildi diye yazılmaz. Ege'ye veya Marmara'ya duhul edildi diye kayıt düşülür.
Sonra zaman değirmeninin taşları döner, gerçekler anlaşılır bigünah Yzb. Guêpratte'nin Paris'teki hainler mezarlığındaki kabri açılır askeri törenle kemikleri Fransız bayrağına sarılıp kahramanlık madalyasının takıldığı tabutu ile kahramanlar mezarlığına defnedilir.
Bu olaylarda en önemli rolü oynayan ve Nusret'e yolu açan Ertuğrul uçağı 18 martta İstanbula getirilip 22 martta heke ayrılır ve kim bilir hangi kadir kıymet bilmezin elinde kaybolup gider.
Nusret'e gelince: Cam bir fanus içinde Taksim Meydanında sergilenmesi gereken bu gemiciğe kadir ve kıymet bilir asil ve âlicenap milletimizin at suratlı, timsah bakışlı yönetememecileri kararı ile 1937 yılında YARDIM adı verilir, bilahare 1955 yılında NUSRET I adıyla Gölcük Donanma Komutanlığı üssüne getirilir, heke ayrılır ihale yoluyla en yüksek fiyat veren armatöre satılır. Gemi tadil edildi ve yük gemisi haline getirildi. 1962 yılında ''Kaptan Nusret'' adıyla yük nakliyesinde kullanıldı. Mersinde bağlı olduğu yerde 1990 yılında battı, 1999 yılında A. Enes Ediz ve arkadaşları tarafından gönüllü olarak çıkartıldı ve yüzdürüldü.
Batığı Mersin Limanı'nda su üstüne çıkartıldıktan sonra
Okanlar Firması Kaptan Nusret kosterini Kızılay Mersin Şubesi'ne hibe etti. Daha sonra tinercilere, serserilere, berduşlara mesken, dünyanın en eski mesleğini icra eden sokak kadınlarına faaliyet alanı oldu ve galeyana gelen halk ile Tarsus Belediyesi'nin himmet ve gayreti ile üç parça halinde Tarsus'a nakledildi. Mersin istikametinden gelişte Tarsus girişinde yeniden birleştirildi, sonradan ilave edilen kısımları söküldü ve replikası yapılıp müze olarak ziyarete açıldı.
Nusrat, Tarsus'ta parkta halkımızın hizmetinde
Dz. K. K tarafından aslına uygun olarak yeniden inşa edilmiş, Çanakkale'de halkımıza sunulmuş olup ziyaretçilerine o günkü rotayı izleyerek seyir yapmaktadır.
Nusrat'ın İstanbul Deniz Müzesi'nde bulunan plaketi
Balık hafızalı milletimiz bilmem hangi futbol kulübünün hangi Afrika ülkesinden binlerce dolara transfer ettiği yamyamın hangi manken kızımızı ham yaptığını bilir ama ne ERTUĞRUL gemisinden haberdardır ne de ERTUĞRUL uçağından. Pilot Cemal Bey'i bilmez, Vahran namı diğer Mehmet Efendi'den bihaberdir. BleriotXI-2 tayyaresini duymamıştır bile. İşte bu minvel üzerinde at kıçında sinek gibi yaşayıp gider.
Haşiye: Bu yazıyı kaleme alırken Sunay Akın Bey'e ''Geyikli Park'' isimli kitabından esinlenmeme müsade ettiği için minnettarlığımı arzederim.