Denize Atılan İyilik ya da Denizde Boğulan İnsanlık
23 Şubat 2022, Çarşamba 13:06Gün geçmiyor ki her gün Adalar Denizi’nde hayatlarını kaybeden mültecilerle ilgili bir haber çıkmasın.
Haberin detaylarına bakıldığında, denizde can verenlerin yardımına koşması gerekirken, onları çaresizliğe, ölüme itenlerin Yunanistan’ın resmi görevlileri olan, denizciler, askerler, polisler olduğu ortaya çıkıyor. Ya botlarını patlatarak boğulmalarını seyrediyor, ya botların motorlarını söküp kendi tekneleri ile açık denize sürükleyip ölüme terk ediyor, ya da ellerindeki uzun demir sopalarla vurarak yaşama azimlerini, kıyıya ulaşma dirençlerini kırıp yok ediyorlar. Yunanistan, mültecilere uyguladığı sistematik zulüm ile insanlığa karşı en ağır suçlardan birini yıllardır işlemeye devam ediyor. Yılardır yüzlerce düzensiz göçmenin denizde boğularak, karada ise donarak ölmesine neden olan bu zulme, dünyadan herhangi bir ses çıkmıyor. Medeniyetin beşiği, demokrasinin beşiği, insan hak ve hürriyetlerinin en büyük sözde savunulduğu kıta Avrupa’sı bütün bu cinayetlere göz yumuyor, göz kırpıyor.
Oysa, çok da uzak olmayan bir zamanda, II. Dünya Savaşı yıllarında, günümüzdeki bu cinayetlerin faili olan Yunanların dedeleri, nineleri, anneleri babaları, aynı durumla karşılaşmış ve onlara “insanlık adına, yaşama hakkı adına” özellikle biz Türkler kollarımızı açmıştık, vatanımızı açmıştık. Onlara, savaşın getirdiği zorluklara ve bütün kıt kaynaklarımıza rağmen, ellerimizi açıp, aşımızı paylaşmıştık. Karneyle kendi vatandaşımıza ekmek, un, şeker verirken, onlara kendi tabağımızdaki yemeğimizden vermiştik. Hem de hiçbir karşılık beklemeden.
Geçmişte Kurtuluş Savaşımız sırasında Anadolu’da binlerce Türk’ü katledip, milletimize karşı soykırım yapan Yunanlara karşı hiçbir kin, öfke ve nefret duymadan bu yardımları yapmıştık. Çünkü zorda olan insanlıktı. Yardıma ihtiyaç duyan insanlıktı. Sessiz ve seyirci kalmak vicdansızlıktı.
Biz, bize yapılan kötülükleri, düşmanlıkları bir kenara bırakıp, insanlık adına yapılması gereken ne ise onu yapmıştık.
Biz, iyilik yapıp, denize atmıştık.
Günümüzde Adalar Denizi üzerinden Yunanistan topraklarına ulaşmak isteyen mültecilerle, II. Dünya Savaşı sırasında kendi vatanlarını bırakıp açlıktan, savaştan, ölümden kaçmak isteyen Yunanlar arasında hiçbir fark yoktur. Yıkım aynı yıkımdır. Gelecek kaygısı aynı kaygıdır. Yokluk aynı yokluktur. Can korkusu aynı can korkusudur. Kısacası, yaşanılan tüm olumsuzluklar aynı girdabın sonucudur.
Durumu pek anlamayanlar daha doğrusu anlamak istemeyenler için biraz daha detaylı açıklamak daha doğru olacaktır.
Yunanistan, II. Dünya Savaşı’nda Almanya ve İtalya’nın işgaline uğrar. Bu dönemde Yunanistan’ın arkasındaki A.B.D., İngiltere ve Fransa’nın silah ve asker desteği pek bulunmaz. Oysa, 1919’da Anadolu’muzu yurdumuzu işgale giriştikleri sırada İngiltere ve üstü örtülü A.B.D.’nin tam desteği vardı. Yunanistan Anadolu’muzu işgale başlarken, Adalar Denizi ve Karadeniz’de A.B.D.’nin savaş gemileri gözlemci daha doğrusu “koruyucu ve kollayıcı” olarak seyir yapıyorlardı. Yunanistan, emperyalist sömürgecilerin kışkırtmaları ile Anadolu’muzu yakıp yıkarken, Türklere karşı tam bir soykırım yapılırken, evlerimiz barklarımız yakılıp yıkılırken, milletimizin ürettiği bütün tarımsal ürünler yakılırken, köylülerimizin ahırları, tarlaları yakılırken, hayvanları telef edilirken, Türk milletine karşı Batı dünyasında hiçbir yardım ve destek kampanyaları yapılmadı, sivil Anadolu halkını korumak için, onların yaşam haklarını savunmak ve korumak için, Anadolu insanının da, Türk Milleti’nin de “insan haklarına, yaşama haklarına sahip” olduklarını ifade eden hiçbir açıklamada bulunmadılar, hiçbir ateşkes açıklaması yapmadılar. Sadece seyredildi, göz yumuldu. Ve savaş sonrasında da üstü örtülmeye, unutturulmaya çalışıldı.
Ama tarih ve arşiv unutmuyor!
Tıpkı günümüzde Yunanistan Devleti’nin yaptıklarının unutulmayacağı gibi!
Yunanlar, Almanya ve İtalya’ya karşı kendi başlarına bir varlık gösteremedikleri için işgale boyun eğdiler. Bugün olduğu gibi o günlerde de, siyasi ve silah yardımına ihtiyaç duydular. Çünkü emperyalist ülkelerin desteği, yardımları olmadan Yunanistan hiçbir varlık gösteremeyen, kendi ülkesini savunamayan bir yapıda. Ve bunun acı sonuçlarını II. Dünya Savaşı boyunca ve sonrasında gerek ekonomik, gerek siyasi, gerekse toplumsal travma olarak gördü.
Biraz daha detaya girmekte fayda var. Savaşın getirdiği yıkımı, bir ülkenin ve milletin nasıl çöküşe uğradığını görmemiz için bu detaylar gerekli.
Yunanistan’da 1941-1942 yıllarında, 300.000 kadar insan ölmüştür. Almanların işgali sırasında, yüzlerce köyü yakılarak, 7.000 kişi öldürülmüştür. 1940-1944 yılları arasında 550.000 kişi öldürülerek nüfusun % 8’i yok edilmiştir.
Yunanistan’ın toplam millî servetinin % 34’ü yok olmuştur. 401.000 ev yıkılarak 1.200.000 kişi evsiz bırakılmıştır; 1.770 köy yıkılarak ortadan kaldırılmış; Yunanistan’ın ulaşımdaki can damarları olan büyük limanlar, demiryolları ve köprüler tamamen yıkılmış; yük gemileri tonajının % 73’ü, yolcu gemilerinin % 94’ü batmış; yolların % 56’sı tahrip olmuş; özel arabaların % 65’i, kamyonların % 60’ı, otobüslerin % 80’i ortadan kaldırılmış; atların ve sığırların % 60’ı, küçük hayvanların % 80’i ölmüş ve ormanların % 25’i yanmıştır. Tarım ürünlerinin üretiminde büyük azalmalar olmuş, 1944 yılında tahıl üretimi % 40, tütün üretimi % 89 ve kuş üzümü üretimi % 66 oranında azalmıştır (1).
Yunanistan’ın Almanya ve İtalya tarafından işgal edilmesi sadece Yunan tarihinde eşi olmayan bir ekonomik yıkıma sebep olmamış, ayrıca başta başkent Atina olmak üzere, birçok şehirde yaşanan büyük bir açlığa ve yokluğa da sebep olmuştur.
İşte bu olumsuz ve yıkıcı durum karşısında, açlık, sefalet ve ölüm korkusuyla bütün Yunanistan ana karasında ve adalarda yaşayanlar, daha güvenli bölgelere ulaşmaya çalışmışlardır. Ve sonuçta asker ve sivil on binlerce Yunanlı ülkesini terk ederek, bu savaştan sadece 25 yıl önce üzerinde yaşayan Türk Milleti’nin yok edilmesi pahasına, soykırıma uğratılması pahasına, işgal etmek için bütün güçleri ile saldırdıkları Anadolu topraklarına sığınmıştır.
İngiliz istihbarat raporlarına göre ( The National Archives, FO 195/2468, Telegram from British Consulate General Sir H. Knatchbull-Hugessen/ Angora, 13 Kasım 1940), Kasım 1940’dan itibaren Oniki Adalarda bulunan hem İtalyan askerleri, hem de Yunan vatandaşları buldukları deniz ulaşım araçları ile Anadolu topraklarına kaçmaya başladılar (2). Yunanlılar “mülteci olarak” göç ediyorlardı.
Tıpkı günümüzde Suriyeli, Lübnanlı, Iraklı, Libyalı mültecilerin yaptıkları gibi. Ama bir farkla. Onlar gelirken biz ne onların bindiği tekneleri batırdık, ne motorlarını söküp parçaladık, ne üzerlerine demir sopalarla saldırdık, ne çaresiz bir şekilde açık denize sürükledik, ne karaya çıktıkları zaman kıyasıya dövüp işkence edip, üzerlerinde bulunan değerli eşyalarını ve paralarını aldık, ne de soğuktan ölmeleri için çaresiz ve sahipsiz bıraktık. Biz onlara, Anadolu’muzu işgal süresince Türk Milleti’ne yaptıkları bütün kötülüklere rağmen, şefkatle, sevgiyle evimizi açtık, yurdumuzu açtık, aşımızı paylaştık.
Anadolu’nun kıyılarına, kentlerine binlerce Yunan ve Adalardan gelen binlerce Rum mülteci akını başlamıştı.
Türkiye Cumhuriyeti, gelen bu çaresiz ve zorda kalan Yunan ve Rum mültecilerin, herhangi bir şarta bağlı olmaksızın kabul edilmesi ve mülteci muamelesi yapılmasını uygun bulmuştu. 1 Mart 1943 tarihine kadar gelen Yunan ve Rum mültecilerin sayısı 22.525’e ulaşmıştı. Devamında ise takip eden süre boyunca mültecilerin sayısı 17 Şubat 1945 tarihinde 31.398’e ulaştı. Edirne, Muğla, İzmir, Aydın, Manisa, Afyon, Denizli, Antalya, Çeşme, Foça, Karaağaç, Ayvalık, Kuşadası, Dikili, Güllük, Bodrum, Marmaris, Söke, Datça, Fethiye ve diğer yerleşim yerlerinde binlerce mülteci yaşamak, barınmak ve güvende olmak için sığınacak bir yer arayışındaydılar. Kendi ülkelerinden kaçmak zorunda olan, zorunlu göç eden Yunanlar arasında devlet görevlileri de vardı. Çeşme Limanı’na iltica edenler arasında, Yunanistan Dışişleri Bakanlığı Genel Kâtibi Aleksandros Arliropolos, Yunanistan’ın Belgrad Eski Büyükelçisi Ragorosenir ve Yunanistan’ın Paris Konsolosu Liros Arkiros da vardı (3).
Yunan ve Rum mültecilerin barınması için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Milleti, II.Dünya Savaşı’nın getirdiği tüm zorluklara ve imkânsızlıklara rağmen elinden gelen gayreti ve çabayı gösterdi. Çeşme ve Ilıca’ya gelen binlerce mülteci barınabilmeleri için Hükümete ait binalara, otellere, hanlara, yerel halkın evlerine, boş dükkânlara, depolara yerleştirildiler. Yetersiz kalınan yerlerde çadırlar kurularak barınmaları sağlandı.
Mültecilerin barınmaları, iaşeleri ve sağlık durumları ile ilgili gerekli çalışmaları yapmayan, hükümete zamanında yeterli bilgi vermeyen, ihmalkâr davranan kamu yöneticileri ve güvenlik görevlileri hakkında da gerekli işlemler yapılarak görevlerinden el çektirilenler oldu.
Yunan ve Rum mültecilerle ilgili Cumhuriyet Arşiv kayıtlarında yüzlerce bilgi ve belge bulunmaktadır. Bu belgeler, tarihin yazılmasında, özellikle medeniyet ve uygarlık temelinde insanlık tarihinin kayda alınmasında en önemli temel taşları oluşturmaktadır. Ve günümüzde Yunanistan Devleti’nin mültecilerle ilgili yapmış olduğu bütün davranışlarının, çalışmalarının kıyaslanmasında ve Dünya toplumlarına anlatılmasında da ayrıca önemli bir kaynaktır.
Savaşın getirdiği zorlu koşularda bazı ülkelerin binlerce mülteciyle karşı karşıya kalması, büyük göç dalgaları ile karşılaşması, o ülkeler için çok ağır ekonomik, demografik, sosyal ve toplumsal sorunlar çıkarır. Bu kaçınılmazdır. Bu sorunları çözmenin yolu, akıl ve mantıkla insanlık onuruna yaraşır vicdani bakış açısı ve empati duygusu ile sorunlara yaklaşmaktır.
Aynı sorunla karşılaşmış, mülteci olmanın ne demek olduğunu kendi milli toplumsal hafızalarında kayıtlı, bu acı tecrübeyi yaşamış Yunanistan Devleti ve milletinin günümüzde mültecilere karşı olan davranışları, insanlık tarihine kara bir leke olarak geçmiş ve geçmeye de devam etmektedir.
Kaynak:
1, 3) Yrd. Doç. Dr. Serdar SARIŞIR - II.Dünya Savaşı Yıllarında Anadolu Sahillerine Sığınan Yunanlı Sivil Mülteciler, Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi, 2010, Sayı:27, s. 508-510
2) Dr. Hazal Papuççular - Türkiye ve Oniki Ada 1912-1947, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul-2019, s.177
Ömer Faruk Ertem
23/02/2022
