yeni
İstanbul
29 Nisan, 2025, Salı
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

DENİZAŞIRI KIŞKIRTMALAR, İHANETLER VE TARİHİ GERÇEKLER-4

12 Aralık 2019, Perşembe 12:41

Osmanlı Devleti, I.Dünya Savaşı'nın bitiminden sonra, 31 Aralık 1918 tarihinde, zorunlu göçe tabi tutulan Ermenilerden isteyenlerin, tekrar eski yerleşim alanlarına dönebilmeleri için bir kararname çıkarır. Dahiliye Nazırı Mustafa Arif Bey tarafından Başbakanlık makamına gönderilen yazıda özellikle şu hususlar belirtilir;

- Sadece geri dönmek arzusunda olanlar sevk edilecek, gittikleri yerlerde kalmak isteyenlere dokunulmayacak,

- Yerlerine iade edileceklerin yollarda perişan olmamaları için gerekli tedbirler alınacak,

- Bu şartlar altında dönecek olanlara, ev ve arazileri teslim edilecek,

- Kilise ve mektep gibi binalarla bunlara gelir getiren  yerler, ait oldukları cemaate geri verilecek,

- Yetim çocuklar, velilerine veya bağlı oldukları cemaatlerine iade edilecek,

- Ermeni mallarından, henüz kimsenin tasarrufunda bulunmayanlar kendilerine teslim edilecek, hazineye intikal edenlerin iadesi de, mal memurlarının oluru ile karara bağlanacak,

- Ermenilerden muhtaç olanların dönüşlerinde, sevk ve iaşe masrafları, Harbiye ödeneğinden karşılanacak.

Yukarıda ifade edilen maddeler dahi, Osmanlı Devleti'nin yapmak zorunda olduğu "zorunlu göç" uygulamasındaki gerçek niyetinin ne olduğunu gösteren bir delildir. Bırakın 104 yıl önce yaşanmış bu olayı, günümüzde dahi bütün Dünyanın bildiği sömürgen ülkeler tarafından yapılan katliamlarda, soykırımlarda zulüm gören hangi halka böylesi bir yaklaşım gösterilmiştir. Bulamazsınız!

Bir devlet ( Osmanlı Devleti ) düşünün ki, planlı-programlı ve tüm devlet kadrosunun/memurlarının eylemleri ile dahil olacağı, bir millete ( Ermenilere ) karşı soykırım yapacak, sürgün yapacak ve bu soykırım/sürgün sırasında onların can ve mallarının korunması için kanunlar çıkaracak, bu kanunlara karşı gelip suç işleyenleri yakalayıp yargılayacak, idamlar dahil gerekli cezaları verecek, sürgün sonrası geri dönebilmeleri için  de ayrıca kanunlar çıkaracak. Bu mantıklı mıdır? Soykırım suçu işleyecek bir Devlet, bir Hükümet böyle mi davranır?

Hukuki olarak Ermeni tehciri ile ilgili yurtdışında ilk yargılama İngiliz Hükümeti tarafından Malta'da yapılmıştır.

Bu yargılamalarla ilgili yapılan tüm yazışmaların kayıtları İngiltere arşivlerinde, Foreign Office Public Record Office- FO' da  bulunmaktadır. 

16 Mart 1920 tarihinde Malta'da, İngilizler tarafından 118 kişi tutuklu bulunmaktadır. Tutuklu olanlar İstanbul'dan Malta'ya, İngiliz Hükümeti'nin kararı ile nakledilmişlerdi. Bunlardan 55'i Ermeni Tehciri'nden suçlu olarak buraya gönderilmişlerdi. Bu kişilerin, hukuken kim tarafından, nasıl yargılanacakları ise önemli bir soru olarak ortada durmaktaydı. İngiliz Kraliyet Savcılığı'ndan bu konuda bir görüş talep edilir. Kraliyet Savcılığı, 8 Şubat 1921 tarihinde, bu kişilerin mahkum edilebilmesi için delillere ihtiyaç olduğunu ve tüm delillerin toplanarak İngiltere'ye iletilmesini belirten bir yazı gönderir. Çünkü, İstanbul'dan delil olarak gönderilen belgeler, tehcirden tutuklu olanların mahkum edilebilmesi için yeterli değildi.                ( FO. 371/6499/9558/E.1801)

İstanbul'dan gönderilen deliller kesinlik kazanmayan deliller olduğu için yeterli görülmüyordu. Çünkü,

delil diye gönderilenlerin tamamı, bir ihbar, kulaktan dolma duyumlar, sözle yapılan nakiller ve buna benzer iddialardı. Malta'ya İstanbul'dan gönderilen "Ermeni Soykırımı" ile suçlananların tamamı, İngiltere'nin İstanbul Yüksek Komiserliği'nde bulunan Ermeni ve Rum masasının kulaktan dolma bilgilerle ihbar kabul edip tutukladığı kişilerden oluşuyordu. Kısacası, doğru olmayan, iftira ve iddialara dayalı soykırım suçu için suçlu yaratılmaya çalışılıyordu.

29 Temmuz 1921 tarihinde İngiltere Kraliyet Savcılığı, önemli bir rapor yayınlayarak şu ifadeleri kullanır;

"Bu kişiler hakkında, eğer sevk edildikleri mahkeme, bir İngiliz mahkemesinin talep edeceği türden deliller talep ederse, savcılık büyük sıkıntıya düşer. Şimdiye kadar tutuklular hakkında, yaptıkları ithamların doğruluğu hakkında şahitlerden hiçbir yazılı vesika alınmamıştır. Herhangi bir şahit bulunabileceği de şüphelidir. Delil olarak gösterilen hususlarda daha sarih (geçerli) bilgiler temin edilmedikçe, Kraliyet Savcılığı tetkikine sunulan va'kaların (olayların) her hangi birisinin başarıyla sonuçlanabileceği hakkında bir görüş beyan etmeye imkan görememektedir."                                    (FO. 371/6504/9697/E.8745)

Bu gelişmeler karşısında İngiltere Hükümeti, son bir çare olarak diğer devletlerden delil toplama çabasına girişti. Ve bu konuda sadece  ABD'den destek isteyebilirdi. Çünkü savaş sırasında ABD sefaret (elçilik ve konsolosluk) yetkilileri Türkiye'de bulunuyordu. Zaten Fransa'da yeterli ve geçerli deliller olsaydı, bu delilleri vermiş olduğu taahhütleri çerçevesinde ortaya çıkarmış ve hukuki yargılamalar için peşine düşmüş olurdu.

Bu gelişmeler doğrultusunda Washington Büyükelçiliği'ne talimat verildi. Fakat sonrasında, Washington Büyükelçisi Sir A. Geddes 1 Haziran 1921 tarihinde şu telgrafı cevaben gönderir;

"State Department (Birleşik Devletler) nezdinde çeşitli teşebbüsler yaptım. Bugün bana, Ermeni tehciri ve katliamlar hakkında, bir hayli döküman-belge mevcutsa da, bunların meydana gelmiş olaylara ait olup olmadığı, olaylardan mesul olanlar hakkında bilgi taşımadığını bildirdiler."                                   (FO. 371/6503/9647/E.6311)

ABD yetkililerinin, İngiltere Büyükelçiliği'ne iletmiş oldukları belgelerin içeriği de, o dönem Türkiye'de görevli olan konsolosların nakletmiş oldukları bilgilerin tamamı, zaten kişisel gözlemler değil, kulaktan duyma rivayetlerdi.

İngiltere Dışişleri Bakanlığı, son bir çaba ile, Malta'da tutuklu bulunanların isimlerini Washington/ABD'ye bildirir. Bu kişileri suçlayabilecek bir belge, delil bulunup, bulunamayacağının araştırılmasını ister.     (FO. 371/6503/9647/E.6311/132/44)

İngiltere'nin Washington Büyükelçisi Sir A. Geddes 13 Temmuz 1921 tarihinde bu isteği, şöyle cevaplandıran bir telgraf iletir.

"Mahkeme için, Malta'da tutuklu bulunan Türkler aleyhinde delil olarak kullanılacak hiç bir şey bulunmadığını, Lord'larına bildirmekten üzüntü duyuyorum." (FO. 371/6504/9647/8519)

İngiltere, Malta'da tutuklu bulunan Türkleri, Ermeni Soykırımı iddiaları ile ilgili olarak yargılayıp, onları cezalandırmak için elinden gelen her türlü çabayı gösterdi. Fakat böylesi bir davada, vicdani olarak tam bir kararın verilebilmesi için geçerli olan  hukuki delilleri oluşturamadıkları ve bulamadıkları için ispatlayamadılar. Bu dava böylece bitti. Malta yargılamaları da göstermiştir ki, Ermenilerin zorunlu göçü sırasında meydana gelen olaylar, hükümetin kasıtlı olarak önceden yapmış olduğu bir plan ve program değildir. Mahkeme sonrası, Malta'da tutuklu bulunan Türkler ile, Türkiye'de tutuklu bulunan İngilizler, mübadele ( değiş-tokuş ) yapılarak bu dosya kapatıldı.

Bu konuda, özellikle Ermeni tehciri ile ilgili önemli çalışmalar yapan Dr. Salahi Sonyel'in, İngiliz arşivlerinde yaptığı araştırmalar sırasında 371 seri numaralı dosyalar içinde ( 9518E. 5523 ) sayılı bir belge bulmuştur. Bu belge, Talat Paşa'nın, Ermeni göçleri ile ilgili gizli bir emrinin orijinal metnidir. Bu metnin ekli bulunduğu ve 22 Mayıs 1923 tarihinde, o zamanki Yüksek Komiser Nevile tarafından yazılmış bir mektupta, bu dokümanların büyük ihtimalle Mondros Mütarekesini müteakip, İngiliz istihbarat servisi tarafından ele geçirilmiş ve o tarihten beri kendi kasalarında kalmış, sonrasında Yüksek Komiserliğe yollanmış olduğu anlaşılıyor. Söz konusu talimatın son maddesi ise, soykırım iddiaları açısından son derece önemlidir. Son madde şöyle demektedir;

"....Bu talimat münhasıran Komitelerin kapatılmasına müteallik olduğundan, Ermeni ve Müslüman anasırın mukatelesine ( karşılıklı olarak birbirlerini katletmelerine ) yol açabilecek şekilde tatbikinden içtinab edilecektir." 

İngiliz Dışişleri Bakanlığı'ndan D. G. Osborne ise,  bu talimatla ilgili servis notunda şöyle demektedir,

"..... talimatın son maddesi katliama yol açabilecek tedbirlerden kaçınılmasını sarahatle ( açıkça ) kaydediyor." (FO. 371/4241/170751)

Bu konu doğal olarak aklımıza, Ermeni Katliamına Yönelik Resmi Evraklar isimli kitabın yazarı Aram Andonian'ı getiriyor. Bu kitap, Fransa-Paris'te 1920 yılında özel olarak basılmıştır. Eğer, bu kitaptaki resmi belgeler gerçek olmuş olsaydı, ve bunlar denildiği gibi General Allenby'nin Halep'e girişinde Ermenilerin eline geçseydi, her halde bundan ilk haber alacak ve onu Malta'da tutuklu bulunan Türkleri mahkum ettirmek için ilk kullanacak olanlar İngilizler olurdu.

Malta'daki bu yargılama da gösteriyor ki, İngilizler'in dahi geçerli bir delil olarak görmedikleri  Aram Andonian'ın  resmi belgeler diye yazdığı kitabı da, yalan ve iftira üzerine oluşturulmuş, sahte kanıtlar dosyasından  başka bir şey değildir.

Bu konuda ele alacağımız ikinci mahkeme , direkt olarak Ermenilerin zorla göçüne ilişkin yapılan bir yargılama olmasa da, Talat Paşa'nın katili, Ermeni terörist Sogomon Teyleryan'ın yargılanması Ermeni Tehciri ile ilişkili olarak gelişmiştir.

Sadrazam Talat Paşa'nın Berlin'de bir Ermeni terörist tarafından öldürülmesi ve katilinin Almanya'da yargılanması.

Talat Paşa. İttihat ve Terakki'nin en önemli üç kişisinden biridir. Diğerleri Enver Paşa ve Cemal Paşa'dır. Her üçü de, I.Dünya Savaşı sonrası, yurt dışına çıkmak zorunda kalırlar. Ermeni Hınçak ve Taşnak terör gurupları, zorunlu göçü bahane ederek büyük bir operasyon başlatmıştır. NEMESIS adı verilen ve Taşnaklar'ın içinde yer alan bu harekat, zorunlu göçün ( onlara göre soykırımın ) intikamını alacaktır. NEMESIS bilindiği üzere, eski Yunan efsanelerinde 'Adalet ve İntikam Tanrısı' olarak geçer. Bu harekatı başlatan Ermeniler, bu operasyonla, kendilerine yapılanlardan dolayı intikam alacaklarını ilan etmektedirler. Hedefte üst düzey eski Osmanlı yöneticileri vardır.

NEMESIS çalışmaları 1919 yılında İstanbul ve Erivan merkezli başlatıldı. Erivan'da toplanan 'Batı Ermenistan II.Kongresi'nde Talat Paşa, Cemal Paşa, Said Halim Paşa, Dr.Nazım, Bahattin Şakir ve Cemal Azmi Bey gibi eski yöneticilerin, Ermeni soykırımından sorumlu tutularak öldürülmeleri için karar alındı.

 15 Mart 1921'de Talat Paşa Almanya / Berlin'de Sogomon Teyleryan tarafından, 5 Aralık 1921'de Dışişleri Eski Bakanı Sait Halim Paşa ise İtalya / Roma'da, Arshavir Shirakian tarafından katledilir. 17 Nisan 1922'de Bahattin Şakir Bey ile Cemal Azmi Bey Berlin'de öldürülürler. Bu cinayetlerin failleri ise Arshavir Shirakian ve Aram Yerganian'dır. 25 Temmuz 1922'de ise hedefteki isim Cemal Paşa ve yanında bulunan yaverleri Binbaşı Nusret Bey ve Teğmen Süreyya Bey'lerdir. Her üçü de Gürcistan'ın Tiflis kentinde katledilirler.

 NEMESIS operasyonu bu cinayetlerden sonra rafa kaldırılır. Ta ki, 1973 yılı Ocak ayının 23.günü, ABD'de Los Angeles Başkonsolosumuz Mehmet Baydar ve Konsolosumuz Bahadır Demir kahpece suikast sonucu öldürülene kadar. ASALA kanalı ile NEMESIS operasyonu, bu cinayetle birlikte bir şekilde tekrar raftan indirilecektir.

Önce, Talat Paşa'nın Berlin'de öldürülmesinin üzerinde biraz duralım.

Tarih, 15 Mart 1921. Almanya / Berlin.

Birinci Dünya Savaşı sonrasında Almanya’ya gitmek zorunda kalan Talat Paşa, İran’dan gelen 24 yaşındaki Ermeni terörist Sogomon Teyleryan tarafından vurularak öldürüldü. Üzerinden "Mehmed Sai" adına düzenlenmiş sahte kimlik çıktı. Bu cinayetle ilgili yapılan duruşmada Teyleryan’ın avukatı, mahkemeye delil olarak Talat Paşaya ait olduğunu ileri sürdüğü ve Ermeni soykırımının yapılmasını emreden telgrafları sunacağını belirtti. Paris’teki Ermeni komitesi tarafından yayınlanan bir kitapta yer alan ve Aram Andonian adlı bir Ermeni tarafından düzenlenen bu telgrafların sahte olduğu biliniyordu. Avukat sözünü ettiği telgrafları son anda davadan çekti. Ancak Türk tarafının şahitleri ise hiç dinlenmedi. Mahkemeye sunulan kanıtlar göz ardı edildi. Sadece Ermeni iddiaları lehinde şahitlik yapanlara söz hakkı verildi. Sonuçta mahkeme Teyleryan’ın beraatına karar verdi. Böylece katil 'Ermeni Ulusal Kahramanı' ilan edildi. Cinayetin kesinliği, silahı, işleniş şekli, işleyen kişi açıkça belli olmasına rağmen, bu mahkeme Türklerin suçlandığı bir siyasi arenaya çevrilmiş ve cinayeti işleyen terörist ise, Alman mahkemesi tarafından "masum" ilan edilmiştir. Yalanlarla yönlendirilip, asılsız haberlerle işlenen Batı basınının Türkleri suçlar tavrı ise hiç değişmemiş ve günümüze kadar devam etmiştir.

Talat Paşa’nın cenazesi uzun yıllar Türkiye’ye getirilemedi. Yıllarca Almanya'da bir kilise mezarlığında sahipsiz kaldı. Adolf Hitler, Türk-Alman ilişkilerini kuvvetlendirmek amacıyla, II.Dünya Savaşı sırasında, Talat Paşa’nın naaşını 25 Şubat 1943 tarihinde Türkiye’ye gönderdi. Talat Paşa’nın cenazesi askeri törenle, İstanbul'da Abide-i Hürriyet Anıtı’nın sağ yanındaki 50 metre uzaklığa defnedildi.

Talat Paşa'nın bir Ermeni terörist tarafından öldürülmesi üzerine, I.Dünya Savaşı sırasında, Osmanlı Ordusu'nun Başkumandanlık Kurmay Başkanlığı'nı yapan General Fritz Bronsart von Schellendorf 24 Temmuz 1921 tarihinde Almanya'nın Deutsche Algemeine Zeitung Gazetesi'nin 342.sayısında "Talat Paşa için Bir Tanık" başlıklı bir yazı yazar. Bu yazısında Türk-Ermeni olaylarını şu şekilde anlatmaktadır;

"Teyleryan davasında dinlenen tanıklar, ya olay hakkında ifade veremeyecek olanlar ya da incelenecek olayları sadece 'duymuş olan' kişilerdir. gerçeği görenler, mahkemeye davet edilmemişlerdir. Ermeni zulümleri sırasında, bu olayların meydana geldiği yerde görevli olan Alman subayları, neden dinlenilmemiştir?Kendi kusurum olmaksızın ihmal edilmiş olan tanıklık borcumu, doğruların meydana çıkmasına yardım için burada ödüyorum."

"Ermeniler I.Dünya Savaşı sırasında, Türkiye'nin doğu hudutlarında tehlikeli bir isyan hareketine geçince eski nefret, yeni bir yayılma ortamı bulmuştur. Ermeniler, Osmanlı Parlamentosu'nda yer ve oya sahiptiler. Hatta, zaman zaman Dışişleri Bakanı da oldular. Osmanlı Devleti'nin diğer tebaası gibi, aynı sosyal ve politik haklara sahiptiler."

"Ermenilerin bulundukları her yerde ele geçen sayısız basılı bildirilerin, tahrik edici broşürlerin, silah-cephane-patlayıcı maddeler ve diğerlerinin ispat ettiği gibi isyan uzun zamandan beri hazırlanmış, Rusya tarafından planlanmış, kuvvetlendirilmiş ve finanse olunmuştur."

"Eli silah tutan Müslümanların hepsi, Türk ordusunda bulundukları için, Ermeniler tarafından, savunmasız kalan halk arasında korkunç bir katliam yapmak kolaydı. Çünkü Ermeniler cephede Ruslar tarafından bağlanmış olan doğu ordusunun yanlarına ve gerilerine sarkmakla yetinmeyerek, bu bölgedeki Müslüman halkı silip, süpürüyorlardı."

"Tanık olduğum Ermenilerin zulümleri, Türklerin yaptığı iddia edilen zulümlerden çok daha kötü idi. Ermeni vahşetlerinin kökleri çok eskiye dayanır."

"Acele edilmesi gerekiyordu. Çünkü ordunun cephe arkasındaki hassas bağlantıları, büyük tehdit altındaydı ve Müslüman halktan binlercesi Ermenilerin vahşetleri karşısında umutsuzluğa kapılmış olarak kaçıyordu. Bu kritik durumda Bakanlar Kurulu Ermenilerin devlet için büyük bir tehlike arz ettiklerini açıklayıp, onları ilk olarak sınır bölgelerinden uzaklaştırmaya yönelik zor bir karara vardı. Savaştan uzak, nüfus yoğunluğu az ve verimli toprakları olan Kuzey Mezopotamya'ya yerleştirileceklerdi. İçişleri Bakanlığı ve ona bağlı Fransız General Baumann tarafından meslekleri için özel olarak yetiştirilmiş jandarmanın tek görevi bu kararın yerine getirilmesini sağlamaktı."

"Talat dengesiz ve intikam peşinde olan bir katil değil, uzun vadeli düşünen bir devlet adamı idi. Onun gözünde Anadolu'daki Ermeniler, her ne kadar şimdiki durumlarında, Rus ve Rus Ermeniler tarafından galeyana getirilmiş olsalar da, barış zamanlarında son derece yararlı vatandaşlar idi.Rus etkisi ve Kürt anlaşmazlıklarından uzak, bu yeni verimli ve gelecek vaat eden topraklara, çalışkanlıkları ve zekaları sayesinde yeniden hayat vereceklerini umuyordu."

"Talat, ayrıca dış basının Ermenilerin sınır dışı edilişini Türklere karşı sözde bir 'Hıristiyan Avı' propagandası için kullanacaklarını önceden görmüştür ve bundan dolayı her türlü şiddetten uzak durmak istemiştir. Haklıydı! Propaganda devreye girdi ve gerçekten de yurt dışında bu aptallığa inanılması sağlandı! Düşünülmeli ki, bu olaylar, Hıristiyan devletleri ile yakın müttefik olan, ordu bünyesinde çok sayıda Hıristiyan subay ve asker barındıran bir ülkede oluyor güya."

"Binlerce mülteci Müslüman dışında, aynı sayıdaki Ermenileri, iskan bölgesine ulaştırıp onları beslemek, onlara barınak sağlamak gibi alışılmadık ve zor olan bu görevi yerine getirmek, az sayıdaki eğitimsiz memurların güçlerini aşıyordu. İşte burada Talat, büyük bir özveri ve her türlü imkanları kullanarak olaya el attı. Onun tarafından valilere ve jandarmaya gönderilen emirler hala mevcut olmalıdır. İçişleri Bakanlığı'nın , Savaş Bakanlığı'na yolladığı bir çok yazışmada, ki ben görevim gereği bunların varlığından haberdardım, ordudan acil yardım isteniyordu. Askeri durum elverdikçe, bu çağrıya kulak verildi. Ordu, kendisinin bile eksikliğini hissettiği gıda, taşıt, barınak, doktor ve tıbbi teçhizatları yardıma sunmuştur. Ne yazık ki bütün çabalara rağmen binlerce Müslüman göçmen ve tehcir edilen Ermeniler, yürüyüşün zorluklarına dayanamayıp ölmüşlerdir."

"Ayrıca Ermenilerin ayaklandıkları bölgelerde devlet tarafından uzaklaştırılmaları gereğini onaylamak lazım. Ayrıca bunun da sonuçlarına katlanmak gerekiyordu. Şimdi günümüz Almanya'sının durumunu ele alalım. Eğer şu talimatları verebilecek yetkiye sahip bir bakanlık olsaydı ve, 'Bütün Polonyalı isyancılar, Oberschlesien'den uzaklaştırılıp tutsak kamplarına götürülecekler!'  Ya da 'Bütün şiddet yanlısı komünistler gemi yolu ile Sovyet-Rusya kıyılarına bırakılacaklar!' şeklindeki emirler çıkarsaydı, bütün Almanya'dan mutluluk çığlıkları yükselmez miydi?"

"Belki davaya bakan yargıçlar, kendilerine bu soruları iyice sorarlar. Talat askeri kanat tarafından dile getirilen, Akdeniz'deki bütün Yunanlıların (Rumların), sınır dışı edilmesini içeren isteğe karşı direnmiştir. Çünkü orada sadece casusluk yapılıyordu. Ermeniler gibi tehlikeli bir ayaklanma akla yatkın olmasına rağmen gerçekleşmedi. Talat bir devlet adamıydı, bir katil değil."

"Müslüman Kürtler, nefret ettikleri ve Müslümanlara karşı o kadar vahşet olaylarına girişmiş olan Ermenileri, yürüyüşleri sırasında soyup, gerektiğinde de öldürmüşlerdir. Ermenilerin çile yolculuğu, bir çok gün ve hafta boyunca Kürt yerleşim bölgelerinden geçiyordu. Mezopotamya'ya başka bir yol yoktu. Ermeni topluluklara bölük halinde eskort eden Türk jandarmalarının davranışları hakkındaki duyumlar bir birinden değişiktir. Bazen Ermenileri Kürt çetelere karşı kahramanca savunmuşlardır, bazen de onları bırakıp kaçtıkları söyleniyor. Ayrıca, ya Kürtlerle işbirliği yapıp ya da kendi başlarına Ermenileri öldürüp soydukları bir çok kez iddia ediliyor. yüksek mevkilerdeki emirler doğrultusunda böyle hareket ettiklerine dair bir kanıt gösterilememiştir. Talat bu olaylar için sorumlu tutulamaz. Üsler böyle vakalardan haberdar edilince, hemen sert cezalara başvurulmuştur. Doğu ordusunun kumandanı Vehip Paşa, bu nedenlerden dolayı iki subayı, askeri mahkemede yargıladıktan sonra kurşuna dizdirtmiştir. Enver Paşa, Ermenilerden yararlanan Halep Valisi bir Türk Generali, anında görevden alarak cezalandırmıştır. Bu örneklerin Ermeni olaylarının istenilmediğini kanıtlayacağını düşünüyorum.Ama savaş vardı ve gelenekler vahşileşmişti.Fransızların bizim tutsaklara ve yaralılarımıza yaptıkları vahşilikleri anımsatmak isterim."

Alman General Schellendorf'un yukarıdaki açıklamaları aslında her şeyi gün gibi ortaya çıkarmaktadır. Ancak, amaç gerçeği bulmaktan ziyade, haksız bir şekilde kin ve nefret duyulan bir toplumu yani Türkleri suçlu ilan etmek olursa ve bir de Türklerin sahip olduğu topraklar üzerinde, Ermenistan Devleti kurma hayalinin dayanılmaz çekiciliği olursa, tabii ki yalan ve iftiraların yapılması son derece meşru ve geçerli olmaktadır.

Alman kaynaklarında, Ermenilerin neden oldukları isyanlara, katliamlara, baskınlara, yağmalara ve olaylara ilişkin binlerce farklı belge yer almaktadır.

Bunlardan bazıları aşağıda kısaca ifade edilmiştir,

18 Mayıs 1915'te Erzurum Konsolosluğundan gelen haberleri, Almanya Dışişleri Bakanlığı'na Büyükelçi Hans von Wangenhaim şu şekilde iletmişti;

"Van Ruslar tarafından işgal edildi. Türklerin askeri durumu son derece yetersiz. Ruslarla işbirliği yapan Ermeniler Müslümanları katlediyor. Olaylar nedeniyle 80.000 Müslüman Bitlis'e doğru kaçmakatdır."

Kaynak: Der K. Botschafter an Auswartiges Amt, Pera, den 18 Mai 1915. PA-AA, Armenien, R.14085, Bd.36, Türkei, Nr.183

Şam'dan Alman Başbakanı'na yazan Max von Oppenheim, 29 Ağustos tarihli detaylı raporunda; savaşın başlaması ile birlikte Ermenilerin Türkiye ve Almanya'nın düşmanlarının yanında yer aldıklarını, Türklerin savaşa girmesinin öncesi ve sonrasında çok sayıda Ermeni gönüllünün Fransız, İngiliz ve Rus tarafına geçtiğini, Rusları Kafkasya'da desteklemek için ellerinden gelen her şeyi yaptıklarını; Ermenilerin Van ve çevresinde Müslümanlara tiksindirici bir vahşet uyguladıklarını bildiriyordu.

Kaynak: Baron Max von Oppenheim an den R. Hern von B.Hollweg, Damascus, 29 August 1915. PA-AA Armenien, R.14087, Bd.38, Türkei, No.183

Almanya Dışişleri Bakanlığı Siyasi Arşivi'nde kayıtlı bazı gazete kupürlerinde de Ermenilerin İtilaf Devletleri ile işbirliğine girdiklerini, Osmanlı topraklarında isyanlar çıkardıkları, silahlı Ermeni çetelerinin birçok yerleşim bölgesinde Türklere karşı katliam yaptıkları gerçeği açıkça dile getiriliyordu. 

8 Eylül 1916 tarihli "Norddeutsche Allgemeine Zeitung" da yayınlanan "Die Armenischen Anschlage ( Ermeni Tecavüzleri-Saldırıları )" başlıklı yazıda; Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesinden önce Ermeni Komiteleri Taşnak, Hınçak ve Ramgavar'ın resmi kurum ve binalara silahlı, bombalı saldırılarda bulunarak, ülke genelinde büyük bir ayaklanma çıkarılması için ortak karar aldıkları yazıyordu. Gazetede şu ifadeler yazılmıştı;

"Türk seferberliğinden hemen sonra Ermeni komiteler tarafından İtilaf Devletleri ile işbirliği yapılması ve her ne pahasına olursa olsun Rusların desteklenmesi için Ermenilere ateşli çağrılarda bulunuldu. Fransız ve İngiliz ajanları, Ermeni ileri gelenleriyle birlikte Osmanlı Ermenilerini askerden kaçmaya özendiriyordu. Şubat 1915'te silahlı Ermeni birlikleri oluşturuldu. Bu çeteler tarafından Muş'ta ve diğer yerlerde katliamlar yapıldı. Ermeniler, İngiltere hesabına casusluk yapmaları için Anadolu kıyılarına çıkarıldı. Bunlar Dörtyol ve İskenderun'da yakalanarak savaş mahkemesine gönderildi. Develi'deki Ermenilere ait okul, kilise ve mezarlıklarda silah, cephane, bomba gibi savaş teçhizatları ve ihtilalci yazıların yer aldığı Ermenice-İngilizce-Fransızca bir şifre kitabı bulundu. Bu isyana develi'deki Ermeni Metropoliti'nin ön ayak olduğu belirlendi. Ayrıca suçlular, bombaların kurulacak olan Ermenistan'ın bağımsızlığı için planlanan isyana ait olduğunu da itiraf etmişlerdi."

Kaynak: Die Armenische Anschlage-Norddeutsche Allgemeine Zeitung, 08.09.1916, PA-AA, Armenien, R.14094, Bd.45, Türkei, Nr.183

Aynı gazetenin 9 Eylül tarihli sayısında yayınlanan "Die Umtriebe in Armenien ( Ermenistan'daki Entrikalar )" başlıklı yazıda da; Ermenilerin Van ve Şebinkarahisar'da isyan ettikleri, her iki yerleşim bölgesini yakıp yıkarak, Müslüman halkı ve jandarmayı katlettikleri, ardı ardına patlak veren isyanların ülkenin her yerine kısa sürede yayıldığı, cephe gerisinde asker ve sivillere yönelik saldırılar, ulaşım ve iletişim ağlarına yönelik sabotajlar, casusluk faaliyetleri, gün geçtikçe artan kıyımlar üzerine Türk hükümetinin, Ermenileri bulundukları bölgelerden ülkenin diğer yerleşim yerlerine göç ettirmek mecburiyetinde kaldığı yazılıyordu.

Kaynak:  Die Umtriebe in Armenien- Norddeutsche Allgemeine Zeitung, 09.09.1916, PA-AA, Armenien, R.14094, Bd.45, Türkei, Nr.183

 

DÖRDÜNCÜ BÖLÜMÜN SONU / DEVAM EDECEK

 

google