sohbet odalarıdini sohbetleromegle tvtürk sohbetdini sohbetcinsel sohbet
medyum

İstanbul
15 Ocak, 2025, Çarşamba
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

Çarkçıbaşımın Fötr Şapkası (1. Bölüm)

06 Kasım 2023, Pazartesi 12:15

Devlet Demiryollarının Haydarpaşa Limanı römorkörlerinden emekli çarkçıbaşım Hacı Hüseyin Çelik nev-i şahsına münhasır bir kişiydi. Beş vakit namaz kılar, oruç tutar, kuran okur, içki sofralarımıza oturup rakı kadehlerimize kola veya ayran bardağı ile eşlik eder, muhabbete katılır, mezelerimizden yerdi. Yaşı yetmişi aşmış Şile’nin  Ahmetli köyünden, ahşap motorlardan yetişmiş ameli bir makinistti. Elinden gelmeyen iş olmadığı gibi anlamadığı iş de yoktu. Eğer çakrçıbaşın Hüseyin Çelik, kısaca hacı ise korkma denizde kalmazdın. Ne eder, ne yapar arızayı giderir ve gemiyi selamete çıkartırdı.

İki metreyi mütecaviz bir boy, kocaman elli ayaklı devasa bir gövde. Normalden uzun kollar ve yıllarca en ağır işleri yapmaktan demir gibi adeleler ve bu kolların bileklerinde normal bir insan elinin hilafsız bir buçuk misli büyüklüğünde eller. Bu yürüyen çınar ağacı gibi bedenin üstünde bembeyaz saçların taçlandırdığı, muzip ve saf bakışlı gözleri havi devamlı gülümseyen pamuk gibi bembeyaz sakallı saf bir sima. Ne kadar yazarsam yazayım hacıyı anlatmaya benim kalemim kifayet etmez.

Dedim ya, Hacı nev-i şahsına münhasır dindar ama asla yobaz ve bağnaz olmayan hakiki ve inaçlı bir Müslüman ve sıkı bir Atatürkçüydü. Her cuma akşamı muhakkak bütün ölmüşlerin ruhu için Yasin okur bilhassa Atatürk ve silah arkadaşlarına uzun uzun dua eder ve Cumhuriyetin erdemlerine her daim şükür ederdi.

Gemi içinde daima arkası basık makosen ayakkabı ve tulumla gezer, bu tulumun cebinde de tamirhane gibi İngiliz anahtarından üstüpüye kadar ne ararsanız bulunurdu. Gemiden çıkarken de grand tuvalet giyinir, kravat takar, sakalını düzeltir ve fötr şapkasını başından eksik etmezdi.

Hacı Baba derdim seni anlayamıyorum. Şapka giyip, kravat takarsın, içki masasında muhabbet edersin, sonra da namaz kılarsın. Yahu ne biçim Hacısın diye sorunca ‘’Süvari Bey, ben dindar bir insanım. Yobaz değilim ki. Hacı olmak, namaz kılmak, oruç tutmak benim Allah’a olan borcumdur. Digerleri için ise Müslümanlık dünya zevklerine bigane kalın demiyor ki. Biliyorsunuz içki içmiyorum ama sofralarınıza oturup sohbetlerinizden mütenevvir oluyorum.’’ der ve her seferinde beni şaşırtmaya muvaffak olurdu.

İkinci kaptanım Hanefi ağabey, Hacı ile aynı işletmeden aşağı yukarı aynı anda emekli olmuş, kankası hacı ile aynı gemide çalışarak medar-ı maişet motorunu döndürüyorlardı. Hacı ve Hanefi ağabey kanka olmalarına karşı mizaçları birbirlerine yüz seksen derece zıt karakterde arkadaşlardı. Hanefi ağabey sigara hariç her türlü zevkle hemhal bir kişiydi. Yani tabiri avami  ile tam bir sefa düşkünüydü. Ama tam bir efendi, işini bilir, mesleğinde de oldukça başarılı bir kaptandı. İkisinin devamlı atışmaları, şakalaşmaları neşe kaynağı idi.

İlkbahar aylarıydı. Kuzey Kıbrıs Denizciliğin D.B.Cargo forsu altında çalışan Preveze kosteri ile Venedik’ten yüklediğimiz de monte bir fabrikayı İspanya’nın Cebelitarık yakınlarında ki bir limanına tahliye etmek üzere hareket etmiştik. Tahliye limanı bilahare msg. ile bildirilecekti. Adriyatik’i çok rahat geçtik. Sicilya’yı sancakta bırakıp vurduk Boon Burnu’na. Hava ufaktan kıpırdamaya başladı. Barometre çok ağır düşmeye başladı. Gemiyi son defa gezdim. Anbarları gezdim, laşhingleri kontrol ettim, kaporta ve lumbuzların kör kapaklarını kapattırdım. Akşam geç vakit Boon Burnu’nu bordaladık, tebdil rota ettim, şimdilik bir problem yok.

Ertesi sabah öğlen saatlerine doğru acayip bir durgunluk vardı denizde. Hani fırtına öncesi sessizliği derler ya aynen öyle. Sessizlik kalın bir duvar gibi sardı dört yanımızı. Deniz bir havuz gibi sakinleşti, rüzgar tamamen durdu. Barometre süratle düşmeye başladı. Bu şiddetli bir rüzgarın çıkacağına delalet ediyordu. Ter vücudumuzun bütün gözeneklerinden fışkırırken sancak kırlangıca çıktım. Kıç gönderdeki sancak bile sarkmış duruyordu. Havada bir tek kuş, denizde devamlı gemiyle yarışan ve bu sulardan hiç eksik olmayan yunuslar bile görünmüyordu. Göreceklerimi bildiğim için barometreye bile bakmaktan çekiniyordum. Yalnız Hanefi ağabeyin çehresinden pek de hoş olmayan bir değer gösterdiğinden emindim. O sırada Derviş geldi, başını okşatıp elimi yalayarak hesap kanepesindeki iki kişinin zor sığdığı daracık kanepeye çıktı, başını ileri uzattığı ön ayakların üzerine koyup gözlerini dikti ileriki bir noktaya ve beklemeye başladı. Derviş bir önceki sefer Valensi’ya limanından gemicilerin gemiye getirdiği danua cinsi beyaz, siyah ve gri damalı daha doğrusu alacalı devasa bir köpekti. Azman görünüşüne göre ufacık bir süs köpeği kadar uysal ve sessiz bir hayvandı. Güvertelerde gezer dolaşır, gemide pek bol olan mutfak artıkları ile beslenir, baca dibinde kendisi için özel olarak yapılmış karyolasındaki yatağında yatar, tuvalet ihtiyacını sancak baş omuzluğunda ki bir frengi deliğini kullanan akıllı bir hayvandı. Boynunda bir tasma vardı. Belli ki sahipli bir hayvandı, bizim çocuklar sokakta bulmuşlar, tutup tasmasından getirmişlerdi gemiye. Önce benden çekinmişler, saklamışlar vinç platformuna. Hareket edip denize çıkınca bana söylediler. Karaya bırakma imkanım yoktu, denize de atamayacağıma göre görelim bakalım şu kaçağı dedim. Vinç platformunun kaportası açılınca güverteye bir köpek değil azman bir canavar çıktı. ‘’Ulan bu ne, bu köpek değil azman. Bizi yer de gene doymaz bu be!’’ dedim ama başını okşayınca, elimi yalamaya başlayınca anladım ondaki bellek safiyetini.

Köpek zekası ile benim gemideki her şeye hakim olduğumu, her şeye benim karar vereceğimi, kısaca geminin sahibi olduğumu anladı ve biat etti resmen. Ve de  hala anlayamadığım bir hissi kablelvuku ile havanın bozacağını anlar, davlumbaza gelip ufacık divana uzanır ve fırtınanın geçmesini beklerdi. İsterse iki gün sürsün yerinden kalkmaz, o güzel gözleri  ile takip ederdi etrafında olup bitenleri. Sonra birden kalkar, gerinir çıkıp giderdi davlumbazdan. O vakit anlardım ki barometre yükseliyor, fırtına ölmek üzere.

Devam Edecek

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.

google