Yorum / Analizz ddosya haaber
İstanbul
21 Kasım, 2024, Perşembe
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

BİR MİLLET UYANIYOR

01 Nisan 2024, Pazartesi 18:00
BİR MİLLET UYANIYOR

“Bir Millet Uyanıyor” adını verdiğim eserim 285 sayfadır ve üç yıldan beri Academia-edu’da yayınlanmaktadır. Deniz Ticaret Gazetesi sekmesinde yayınlanan makalem, bu eserden alınmış olan bazı bölümlerden oluşmaktadır.


Ulaştığımız uygarlık, ileri sanayi, ekonomi ve eğitim alanlarındaki başarılarımızı Türkiye Cumhuriyeti ile açılan engin ufuk sayesinde kazandık. Bizlere bu engin imkanları sağlayanlar Mustafa Kemal Paşa-Atatürk ve arkadaşları ile canlarını bu vatan için feda eden atalarımız oldular. Bu çalışma Cumhuriyet kazanımlarının kıymetini ve faziletini anlamak adına da birbelgedir.


Annuaire Oriental yıllıklarını, Levant Trade Review sayılarını ve esas alarak çalışma yaptım. “Bir Millet Uyanıyor” adını verdiğim eserimin içeriği, çok yalın gerçekleri ortaya koymaktadır. Cumhuriyet öncesinde Türkler kendi vatanlarında perişan halde idiler. Devlet kapısında memur olmak, kızına damat olarak bir memuru tercih etmek
güvence ve itibar sayılırdı. “Kâtibime kolalı da gömlek ne güzel yaraşır” diye şarkılar ün salmıştı.Osmanlı topraklarında yabancılar sanayide, ticarette, sanatta bir örümcek ağı gibi tüm Osmanlı yaşamını sarmıştı.. Belge çalışmalarım için Raphael Cesar Cérvati’nin “Grand Annuaire Oriantalé- Annuaire Oriental du Commerce de l’Industrie et de la Magistrature” ve Joseph L. Nalpas, Jacobs de Andria’nın “Indicateur Commercial-Annuaire des Commerçants de Smyrne” başlıklı yıllıklarından alıntılar yaptım.


Bu belge yıllıkların bazı kısımlarını sabırla çalışarak kaydettim. “Mucize” koskoca bir devletin ve milletin düşürüldüğü zavallılığı anlatır.Yabancılara verilen imtiyazlardaki tavizlerin özü şöyleydi: Frenkler, Osmanlı İmparatorluğu'nun her yerinde seyahat etme özgürlüğüne sahip olacaktı.
Ticareti kendi kanunlarına ve adetlerine göre yapacaklardı. İbadet özgürlüğüne sahip olacaklardı. Gümrük vergileri dışındaki tüm vergilerden muaf olacaklardı.
Konut dokunulmazlığından yararlanacaklardı. Büyükelçileri ve konsolosları, onlar üzerinde sınır ötesi yargı yetkisine sahip olacaktı. Suç işleseler bile, ancak
kendi ülkelerinin konsolosluk veya diplomatik görevlisinin huzurunda bir Osmanlı yetkilisi tarafından tutuklanmaları mümkün olabilirdi.
Yabancılar imparatorlukta kendilerine tanınan tuhaf denecek kadar sınırsız ayrıcalıklara sahip bir şekilde, Türkiye’de toplumun geniş ve önemli bir unsurunu meydana getiriyorlardı. Sahip oldukları imtiyazlar sayesinde sorumlu oldukları yabancı hukuk kurumları bir ayrıcalık değil, aksine bir zorunluktu. Bu hukuk kurumlarına İmparatorluk karışımazdı. Hatta postalarını dahi kendipostahanelerinden göndermek ve almak gibi imtiyazlara sahiptiler.

Ayrıcalıkları öylesine benisemişerdi ki, İngiliz ve Amerikan gazetelerinde sahip oldukları imtiyazları gözardı eden beyanatları görülürdü. Hukuk kavramında, cezai suçlar da dahil, Osmanlı mahkemeleri yetkisizdiler ve sadece kendi memleketlerinin İstanbul’daki mahkemeleri davalarına bakardı. Levantenler bu ülkede yaşadılar, kazandılar ve büyük varlıklara sahip oldular. Çocukları Türkiye’de dünyaya gelmelerine rağmen Türk vatandaşı değildiler. Yargılama konusunda İstanbul’daki İngiliz mahkemesinde, İngiliz savcı ve İngiliz hakim huzurunda İngiliz yasalarına göre sorgulama yapardı. Ayni durum, Alman, Fransız, Rus, Amerikan veya Türkiye’de yerleşik diğer ülke mensupları için de
geçerliydi. O kadar ki, Osmanlı İmparatorluğu’nda tamamiyle bağımsız hükümetler “İmperia” gibiydiler. Böylesine sınırsız haklar Avrupadaki hiçbir devletde
mevcut değildi. Bunun en doğru adı “İmtiyazlar- Kapitülasyonlar”dır. Levantenlere ait yazılı kaynaklara ulaştığınızda Osmanlı İmparatorluğu'nun son yüzyılındaki perişan halini kahrolarak görebilmektesiniz. Değil ki, soy ağacı ve belge koruma geleneğine sahip olan Batılılar sayesinde bizler için son derece önemli olan ve önemsenmesi gereken yazılı ve görsel belgelere ulaşılmaktadır.
Osmanlı Türkiyesi’nin son yüzyılında tüm yaşam hakları elinden alınmış, uygarlık yolunda ticaretten ve sanayiden adeta menedilmiş bir ulus vardır ve memleketin efendisi değil, aksine “Tutsaklar gibi kullanılan efendiler”den oluşan bir imparatorluk son devrini tamamlamaktadır. Bu gerçekler, Osmanlı Türkiye’sinin son çeyreğinde tüm ticaret, sanayi, hatta sanat ve kültür haklarının yanında siyasetin bile sessizce Levantenlerin ve Ermeni, Rum ve Musevi tacirlerin gözetiminde olduğunu ortaya göstermektedir. Bu gerçekler Osmanlının son yüzyılı için pek öyle iftihar edilecek bir tablo değildir. Levantenler konusunda Levantine Heritage Foundation ile benzersiz Yıllıklarda, firma reklamlarının hemen hiçbirisinde bir Türk müteşebbisin reklamına rastlanılmayan bir devirdir. Bu reklamlardan örnekleme yapmak isterim; Öndegelen ayakkabı, çizme imalatı yapanlar Osmanlı tebaası Rumlar veya Ermenilerdir.

1896 yılındaki reklamlardan birinde Ayakkabıcı ve çizme imalatçısı Théodre Koumanios, “Ölçü üzerine Erkekler, kadınlar ve çocuklar için en lüks ve özel çizme ve yakkabı imalatı” yaptığını duyurmaktadır. Annuaire Oriantale İstanbul’da yayınlanmaktadır. Hitap edilen müşteriler Osmanlı vatandaşlarıdır. Ama bu yanının dili Fransızcadır, Rumcadır, Ermenicedir; Bu reklamda olduğu gibi.

Théodore Koumianos’un Bottier mağazası Grand Rue Pera- Beyoğlu Büyük Caddesi, Cité Roumeli No. 26’dır. Bir diğer Ayakkabıcı Kalyoncu Kulluk Sokak No.58 Pera’daki Jean Dertouziadis’tir. “Lüks imalat yaptıklarını ve garantili” olduklarını ilan etmektedir.

Demirci Hacı Serkis Mahjarian’ın sadece adresini belirten Olası kısalıkta Osmanlıca duyurusu yanında, Fransızca, Ermenice ve Rumca reklamı. 1896 Anuaire Orientale.

8,20,24 Azapkapı, Galata adresinde Demir işleri atölyesi olan Hacı Serkis Madjaryan, ondüle kepenkler, asansörler, ve her türlü demir işleri yaptıklarını Fransızca, Ermenice, Rumca ayrıntılarla duyurmaktadır.Kuruluş Tarihi 1887 olan Artaki A. Kumaryan’a ait Fil d’Or (Altın İplik) Mağazası. (Sağda) Francois Riccoli ve Michel ve Jean B. Kölemenoğlu’na ait dökümhane reklamları. Türkçe açıklama yok.. Adresleri Galata! Kaynak: Annuaire Oriental 1896.

Kuruluş Tarihi 1887 olan Artaki A. Kumaryan ’a ait Fil d’Or (Altın İplik) Mağazası her türlü nakış işlemeli ürünleri pazarlamaktadır. Mağazaları Galatasaray’da 214 Numarada ve Kalpakçılarbaşı 6 Numaradadır.

Kuruluş tarihi 1845 olan Francois Riccoli dökümhanesi Kalafat Yeri, No.5,6. Galata’dadır. Kuruluş tarihi 1854 olan Michel ve Jean B. Kölemenoğlu  dökümhanesi Kalafat Yeri Sokak No.4 Galata’dadır. Her iki dökümhane Değirmenler ve vapurlar için her cins makine imalatı dökmü yaptıklarını ilan etmektedirler.

Grand Hotel Continental ve Grand Hotel Français sahibi J.Agostini ve Grand Hotel de Londres (Belle Vue) sahipleri L. Adamopoulos ve N. Apergis idi. (Sağda) Dans hocası Joseph Psalty ve Maison C. Lebon ve Bourdon pastanesi reklamları.Tek kelime Türkçe yok.. Adresleri- Tepebaşı ve Beyoğlu.. Kaynak: Annuaire Oriental 1896. Petits - Champs olarak adlandırılan Asmalımescit Beyoğlu’ndaki Grand Hotel Continental ve Grand Hotel Français sahibi J.Agostini ve Grand Hotel de Londres sahipleri L. Adamopoulos ve N. Apergis idi. Her iki otel de Fransız mutfağı ve şark mutfağı yemekleri sunduklarını açıklıyorlardı. Otellerde telefon, hidrolik asansör ve sağlıklı banyolar vardı.Dans hocası Joseph Psalty’den devrin moda danslarını öğrenmek bir üstünlük sayılırdı. Joseph Psalty Pera, Polonya Sokak No.8 adresindeydi. Fakat Pera Palas Oteli’nde de çocuklara, hanımlara ve beylere ayrı saatlerde ders vermekteydi. 

C. Lebon ve Bourdon’ın kurdukları şekerleri, çukulataları ve pastaları ile ünlü De Saint Petersburg-Maison C. Lebon ve Bourdon, Grand Rue de Pera No.438 Oriental Pasajı’nda idi. Padişahın takdirini kazanmıştı.

Kabristan Sokak, Beyoğlu’ndaki Hotel Kroecker’in sahibi Paul Kroecker idi. Türkçe yazmaya tenezzül bile edilmiyor! Hotel et Pension Kreocher. Salt Arşivi. 1903.

1841 yılında İstanbul’un en lüks otellerinden biri olarak, Hotel d’Angleterre adıyla kapılarını açan Hıdivyal Palas, 1895 yılında el değiştirerek Mısır Oteli, Hıdiv Oteli gibi isimler almıştır. İlk açıldığı dönemde İlk hali Hotel D’Angleterre olup, Beyoğlu’nun ilk otellerindendir. Sonradan yıkılıp bugünkü Hidivyal  Palas yapılmıştır. Otelin mülkiyeti Kirkor Karagözyan’a ait idi. Ancak oteli Mıssiric işletmiştir. Missiric bir Mısırlı idi Hidiv ailesinin seyisliğini yaparken büyük servet sahibi olmuş İstiklal Caddesi’nde Hidivyal adıyla otel inşa ettirmiştir. Annuaire Oriental 1896 Yıllığındaki reklamda otelin sahibi Mısır’lı Philippe Hallas görünmektedir.

Kabristan Sokak, Beyoğlu’ndaki Hotel Kroker’in sahibi Paul Kroecker idi.Otel yatırımlarının tamamiyle yabancıların veya Osmanlı tebası çok varlıklı Rum veya Ermeni tüccarların yatırımları oldukları hatırlanmalıdır.

Démétracopoulo Fréres ve J. Pappi Successeurs; Grand Rue de Pera (Beyoğlu) No.430’daki Meze, içki ve gıda ürünleri ile ünlü Démétracopoulo Fréres (Kardeşler), Beyoğlu No.290’daki J. Pappi Successeurs (Vârisleri) meze, içki ve gıda ürünleri satan J.Pappi Successeurs’da İtalyan tuzu etleri, salamlar, Bordeaux Şarapları, York Jambonları, Adalara ait likörler, Mastik, Çukulata, Nuga,tümü Avrupadan ithal konserveler.. büyük taleple karşılanırdı.

Haralambopoulos- Araba karoseri ithalatçısı; Her çeşit atlı araba, payton imalatı yapan Haralambopoulos’un sahibi H.P. Haralambopoulos idi. Adresi Grand Rue Du Pera /Beyoğlu, Yeni Çarşı 42 olan H.P. Haralambopoulos Paris ve Viyana imalatı en son model Kupa ve Landon tipi lüks arabaları da pazarlamaktadı. Çok büyük bir sergilemeye sahipti. Ayrıca atların tüm koşum takımları, eğer kaliteli eğerler yanında atlar için veterinerlik hizmeti de vermekteydiler.

Jacques Jost; Çilingir ve demir işleri; Balkon ve ferforje korkuluklar, Çilingir işleri, Bahçe parmaklıkları,  merdiven korkulukları,asansörler,kapı kepenkleri, buhar makineleri, kesme makineleri, sondaj makineleri, özel nikelaj atölyesi,jer türlü kazan imalatı. Adres: Tersane Caddesi, Azapkapı 1-3, Galata.

Boucherie L’Epire / İyonya (Yanya) Kasabı Philippe Angiopoulos; Grand Rue de Pera( Beyoğlu), Hamalbaşı sSokak No.30’da olan Boucherie L’Epire İyonya (Yanya) Kasabı Philippe Angiopoulos Büyük bir üne sahipti. Kasap dükkanı hayli genişti ve İngiliz Sefareti ile Hamalbaşı sokak kısmında karşı karşıya idi. Özellikle elçilikler, saygın İstanbulaileleri, Hastahaneler, okullar ve bellibaşlı oteller, bilhassa Pera Palace ve Summer Palace tarafından aranılan bir üne sahipti. Türkçe itibarlı bir dil olmadığından, reklamlarını da Fransızca, Rumca ve Ermenice yapan o devir yüzlerce firmasından biri idi.

Kuruçeşme’deki Johann

Volkmann’ın buhar kazanları ve tesisleri imalat fabrikası; Johann Vokmann’ın Kuruçeşme’deki buhar kazanları ve tesisleri imalat fabrikası devrin buhar kazanlar ve bağlantılı olarak çalışan tesisleri imal ediyordu. Adresi: Maison a Pera, Oriental Passage (Geçidi) No.14 ve diğer ofisi Grand Rue de Pera No.177’de idi.

Johann Volkmann Prusya bölgesinden olan Volkmann ailesi kökleri bakımından Musevi asıllı idi. Adı Yehochanan’dan devşirmedir. XIX. Yüzyıl sonlarında ailece İstanbul’a yerleşmiş ve buhar kazanları imalatı için Kuruçeşme’de bir atölye kurmuştur. Johann Volkmann’ın Kuruçeşme’deki villası “Villa Volkmann”.

Beraberinde Alman ustalar çalışmaktaydı. Sanayi kuruluşları için de buhar kazanları imalatı yanında Osmanlı donanması harp gemilerinin kazanlarının yenilenmesi işlerini yaparak önemli bir varlık sahibi olmuştur. Kuruçeşme’de inşa ettirdiği köşkü Villa volkmann olarak anılır ve Cihannüma denilen kulesinin tepesinde daima Almanya bayrağı dalgalanırdı. İstanbul’un I. dünya Harbi sonunda İtilaf Devletleri tarafından işgali sırasında faaliyetine ara vermişti.

Belçika’lı Levanten tüccar Henri Maurice Rampacher;

Belçikalı bir tüccar olan Henri Maurice Rampacher 1816’da Antwerp’da doğdu. 1836 yılında İstanbul’a yerleşti ve İstanbul’da bir yine Belçikalı bir Levanten işadamı olan Leonard H. Holtermann ile ortak olarak Forwarding (Uluslar arası Nakliyat)acentesi/firması kurdu.

Bu süreçte İstanbul’da ayni şekilde faaliyet yapanlar arasında bir Türk ismi bile yoktu. Tamamı şöyle idi; George Abbot, Antonino Geraci, Parrini Freres & Co., N. Agato, G. de Giacomo,Parrini & Levi,Fratelli Albini, Fratelli Giustiniani, Pietro N. Petrocochino, Fratelli Albini, Jacques Glavany Fils & Co., Jonathan Pitts, Sgo. Albini, Henry Glavany, Giacomo Porro, Smith Allean & Co., Glavany – Zino, La Porterie E Cie, Arlaud & Co., Franco Gorlero e Figlio, Prulut & Salzani & Co., Armani Freres, I. C. V. Graviers, Rampacher & Co., Assaia Aslan, William Hadfield, Rampacher – Leonard H. Holtermann, Stefano Badetti, Henry La Fontaine & Cie, P. Rodocanachi & Co., I. Balsai & Co., Hayes, La Fontaine & Cie, Schembri & Righina, Benf & Co., Tommaso Rizzo, Gius Berisso, Jn. A. Henry Et Cie., Alessandro Schembri, Antonio Berzolese, Honeager Puntantz & Cie., Giorgio Schembri, Michele Berzolesi, Frederic Hubsch & Co., Edward Seagel, P. Bougard & Panchaud, Hubsch & Simoni, Rusti Sevastopulo & Co., Nicolo Bratio e Cie., Jn. Humphry & Sons., Zillich Sikiari & P. Argoti, Calavassy & Cie., A. Inglessis, Jean Simoni, J.S. Cartwright, William Kerr, Suppicich & Ritti, Vzo De

Candia, L. Lengnich, Suppicich Figli & Co., F. Cataroni, G. Lervi, Suppicich & Co., Chasseaud & Co., J. Libeury & Cie., Swan & Rampacher, Jean Choples Des Bordes & Comp., Magni, P. Tagliagamce & Co., G. M. Cingria & Co., N. P. Malandrachi, Paul Thoraut, Crespin Pere Et Fils, Matthieu Freres & Co., Trullet, Salzani & Cie, C. G. Cunupioti, Matthieu Freres & Co., H. Vagliano, Henry David, Ambroise P. Mavrogordato, Valsamachy Brothers, A. Diodati & Co., Mavrogordato, Petrocochino & Co., Rolland Escallon et Cie, Andre Nolaki, G. M. Valsamachy, Joachim Holland, G. M. Valsamachy, Cost G. Falicarachi, Evangelos Pahanolis, A. Th. Zigomali, La Fleche Florenville Et Cie, Pietro Jr. Parrini, Fascolo Zino, Sergio Galatti e Figli Pietro Parrini, M. Ganci, Pedemonte & Dodero.Bu muazzam listede de bir Türk ismi bulunmamaktadır!

Henri Maurice Rampacher gösterdiği başarılardan dolayı Leopold Nişanı ile ödüllendirilmiş ve Leopold Şövalyesi unvanını kazanmıştır. Ayrıca Osmanlı Devleti ile Belçika arasındaki ticareti geliştirmek için gösterdiği gayretler nedeniyle Osmanlı devletine hizmet için yabancılara verilen bir imparatorluk onuru olan Mecidiye Nişanı'nı da almıştır.

1866 yılında İstanbul’da vefat eden Henri Maurice Rampacher'in mezarı, ölümünden bir yıl sonra eşi tarafından, Napoliten sanatçı Ernesto Cali’ye yaptırılmıştır. Kaynak: A Brief Guide to İstanbul’s Ferikoy Protestant Cemetery; Brian Johnson ve Richard Wittmann.

Ticarî Türkçe yazışmalarda yoktur, Fransızca ilk planda yeralmaktadır. Mağazalara ait yazışmalar Fransızca, işyeri kartları; Fransızca, Rumca, Ermenice, İtalyanca ve bazılarında Bulgarca’dır

A.Titos ’a ait “Grande Pharmacie” Eczanesi, işyeri kartı; Grand Rue de Galata No.181’dedir. Tüm yazışmaları Fransızca, ilanları Osmanlıca, Ermenice, Rumca, Fransızca ve Bulgarca’dır.

Andrea Hobadovica ’nın “Pazar Turc” mağazası Yorgancılar Caddesi Galata’dadır. işyeri kartı ve ilanları Osmanlıca, Fransızca’dır. Yazışmaları Fransızca’dır.

Elias Caraco & Frére’e ait “Maison de Verreries Cristaux” değerli porselenler, kristal cam işleri ve gaz lambaları mağazası Tünel Caddesi No.45 Galata, ve Rıza Paşa Han, Galata’dadır. Tüm yazışmaları Fransızca, İşyeri kartı ve ilanları Ermenice İbranice, Rumca, Osmanlıca ve Fransızca’dır.

Pierre Patrinos’a ait “Grand Depot de Manufactures” İngiliz ve Fransız malları satmaktadır. Adresi; Sultanhamam No.16 Hazzapoulo Han’dır. Tüm yazışmaları Fransızca, İşyeri kartı Ermenice İbranice, Rumca, Osmanlıca, Bulgarca ve Fransızca’dır.

Payton, araba takımları, at koşumları, nal ve tüm son model Fransız paytonları satıcısı Dumas Freres mağazası Grand Rue de Pera (Beyoğlu) No.151’de, şubesi Tophane No.345,347,357’de, karasöri atölyesi Feriköy Hamam Sokak’tadır.Tüm yazışmaları Fransızca, İşyeri kartı Osmanlıca ve Fransızca’dır.

J.Tchovas’a ait “Magasin de Chaussures” ayakkabı mağazası Topçular Caddesi No.211 Galata’dadır. Tüm yazışmaları Fransızca, İşyeri kartı Osmanlıca, İtalyanca,Rumca, Bulgarca ve Fransızca’dır.

C.Nicolaides Tripo bir deri tüccarıdır. Adresi Galata 11’dir ve tüm yazışmaları Fransızdır. İşyeri kartı; Osmanlıca, Ermenice, Rumca’dır.

N.Yannacopouloya ait “Bazar Anglais, tamaiyle İngiliz mobilya, tuvalet dolaplarıi masaları ve oturma odaları eşyaları satan bir mağazadır. Bazar Anglais Mertebani So. No.17, Galata’dadır. Deposu ise Yenicami No.21 Eminönü’ndedir. Tüm yazışmaları Fransızdır. İşyeri kartı; Osmanlıca, Rumca’dır.

Bazı Rum tüccarlarTüm yazışmaları Rumca yapmaktadır. İşyeri kartı; sadece Rumca’dır.

Ticaret tamamiyle Levanten, Ermeni, Rum ve

Musevi tüccarlara ait haldedir.

Deri ve kürk ihracatı yapan Arsen & Co. Gülbekyan Han’dadır. Andrew Blattner ünlü bir deri ve kürk ihracatçısıdır. Horasanlı Han’da Parseg Esefyan, Bâb-i âli No. 38’de Coenca Kardeşler; Gülbenkyan Han’da Aslan Fresco; Ankara Han’da Emil Hecht; Germania Han No. 42/3’de S.T. Çilingiryan; yine Aynı hanın 10 ve 12’de Joseph Seferas ve Galata, Pera ve kısmen Sirkeci bölgesinde daha yüzlerce Rum, Ermeni, Yahudi ve Avrupa asıllı tüccar adı görülmektedir. Geopole Messiri, tanınmış bir gemi kumanyacısıdır. Şirketi Geo. Messiri & Co. Beyoğlu (Pera) Yazıcı Sokak No. 46-48’dedir. Et, sair gıda, şarap ve sair içkiler, içme suları, parfümler, patentli ilaçlar ve sair her türlü kumanya ihtiyacını toptan fiyatına ikmal etmektedir. Geo. Messiri & Co. aynı zamanda Amerikan Donanmasının Osmanlı Türkiyesi’ndeki genel kumanyacısıdır. Jonga de Millet, 1895’te gemi kazanları ve diğer gemi parçaları ve donanımları imal eden fabrikasında elli işçi çalıştırmaktaydı. Fabrikanın 12 beygirlik bir motoru olması, o dönem için son derece ilgi çekici bir endüstriyel büyüklük olarak görülmektedir. Fabrikanın kayıtlarına göre ayrıca dört torna ve beş matkap tezgahı olan bir fabrika. Dikkati çeken bir diğer levanten firma ise Société d’Heraclée ’dir. Yanko Bey Yoanidis, Leonidis, Zarifi, Gaston Auboyneau ve Albert Cazes bu isimler Société d’Heraclée’nin kurucularıdır ve bu şirketin çıkardığı kömürü gemilere pazarlamaktadırlar.Kömür ocaklarının imtiyaz sahipleri arasında bulunan Artin Karamanyan Vasiloğlu’nun kardeşleri Aram ve Hrant’la birlikte Kilimli’de 2, Zonduldak’ta iki kömür ocağı bulunmaktaydı. Çok zor koşullarla sahile taşınan kömür, bir nev’i mavnalara yüklenir ve açıkta demirlemiş gemilere nakledilirdi. Karamyan şirketinin Saadet ve İnayet isimli iki şilebi aynı zamanda Donanma gemileri için kömür ikmal ederdi. Özellikle kömür ticaretinden büyük varlık tesis eden Karamanyan ailesi 1875’de Heybeliada’da inşa edilmiş olan Grand Bretagne Otelini satın alarak Karamanyan Hotel adını vermişlerdir.

Toplumdaki aykırılık artarken

Levanten olarak tanımlanan Avrupalılar, bu topraklara kendi kültürlerini, bilgi ve beceri birikimlerini getirdiler. Ticarette, madencilikte, arkeolojide, limancılıkta, demiryolu yatırımlarında ve işletmeciliğinde, sanatta, sporda ve kendi ülkelerindekimimari kültürü aynen butopraklarda inşa ettirdiklerini evlerinde, köşklerinde kurmak suretiyle öncülük ettiler. Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılına damgasını vuran levantenlerin simgeseladı olarak hatırlanmalı ve anlatılmalıdır. Osmanlı tebaası Ermeniler, Rumlar, Museviler, kendi kiliselerinin de getirdiği ivmelerle Osmanlı Devleti’nin hemen tüm ekonomik yaşamının temel unsuru haline gelmişlerdir.

Askerlik ve memurluk dışındaki diğer tüm para ilişkili meslekleri aşağılayan bir devlet kavramında ekonomik yaşamın aktörleri olmaktan çıkartılan son yüzyıl Osmanlı halkınınbu nedenledir ki, kendi özünde “Efendi” olmadığı görülür.

Bu ulusa efendilik gücünü veren asıl kaynak, siyaseti yönlendiren, baskı kuran, ticareti, sanayiyi, sanatı ve bir devletin yaşamı için elzem olan her faaliyetiniarka planda biçimlendiren sayıca çok az, kudret olarak hudutsuz bir hâkimiyet tesis etmiş olanLevantenler, ve Müslüman halkın dışındaki her Osmanlı idi.

Levantenlerin Osmanlı Devleti ve toprakları üzerindeki her alanda gerçekleşen görünmeyen nüfuzunu fark etmek kaçınılmazdır vefark ettikçe Osmanlı Devleti’nin son iki asırdaki aczive zavallılığı daha da rahatsız edici şekilde ortaya çıkacaktır. Bu inceleme doğru yapıldığında efendilerin üzerindekiasıl efendilerin, simgesel biraile Whittall’ler olmak üzere levantenlerin olduğu görülür!

Belediye kavramının, İngiliz şirketleri ilk sırada olmak üzere levanten ticaret şirketlerininbaskıları sonucu şekillendiği ve Osmanlı kentleri için ancak on dokuzuncu yüzyıldaresmîleştiği bir gerçektir. Biraz daha derinliğine bakıldığında asıl etkininkaynağındalevantenlerinimzaları olduğu ortaya çıkar.

Özellikle “Levantenler” dediğimiz Avrupalılar bu topraklara zorla gelmediler.. Kaçak göçmen filan değildiler.. Onlar Osmanlı İmparatorluğu’nca yabancılara tanınmış sınırsız ayrıcalıklar olan Kapitülasyonlar nedeniyle bu topraklara yerleştiler ve bu ayrıcalıklar onlara ne haklar tanındı ise, sonuna kadar istifade ettiler ve haliyle bu ülkede refah içinde yaşadılar!

Her biri bu ülkede hemen her alanda son derece başarılı eserler meydana getirmiş, madenleri keşfetmiş, ticareti geliştirmiş, sanayide, tarımda, mimaride, deniz ticaretinde, sporda ve akla gelebilecekheralandakalıcıeserlermeydanagetirmiş levantenlere ait gerçekler bu toplumun çoğunluğunun başarılarını ortaya koysa da, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecindeki acıklı halini anlatır.

Bu ayrıcalıkların kapsamında vergi vermek suretiyle askerlikten muaf tutmayı marifet sayan bir devlet zihniyetinin refahını ticarete çevirerek,yaşamın heralanında ilerleyen Ermeni, Rum ve Musevi Osmanlı vatandaşlarına karşı, kendisine sadece asker olmak, devlet kapsında memur olmak, perişanlığın dibinde köle gibi çiftçi olmaktan başka yaşam hakkı bırakılmamış

Türkleri, atalarımızın çektiklerini bir nebze de olsa hatırlayınız!

Bu gerçekler değerlendirildiğinde Türk ulusuna millet olma yüceliğini,çalışma, üretme, çağdaş bilimlerle öğrenim görmek bilincini aşılayan Mustafa Kemal Atatürk’ün ve arkadaşlarının Cumhuriyet’le birlikte nasıl bir mucize yarattıkları görülecektir.

Yemeyeninmalınıyerler!

Ahmet BedeviKuran “İnkılap Tarihimizve İttihad ve Terakki” 3adlı eserinde Sultan Abdülmecit devrinde Kırım Harbi nedeniyle Avrupa’dan ilk defa beş milyon liralık bir istikraz alındığını kaydederek Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü mali durumun zorluklarını verilerle şöyle anlatır:“Sarayın ihtiyaçlarını karşılamak üzere daima bu yola gidilerek hiçbir vakit ekonomik durumun düzeltilmesi ve gelirlerin artırılması çaresi düşünülmemiştir.

Sultan Abdülaziz zamanındada aynı yönteme müracaat olunmuşve müteakip satırlarda vereceğimiz üzere borç toplamı kabardıkça kabarmış veiçinden çıkılamaz bir hal almıştır.

Osmanlı Devleti’nin 1854 senesinden 1871 senesi sonuna kadar mevcutborçları139milyonİngilizlirasınaulaşıyordu.Bunun 70.926.000 lirası dış borçları teşkil ediyor ve 69.043.630 lirası da iç borçlardan ibaret bulunuyordu. Böylece Osmanlı Devleti’nintoplam borcu 138.969.630 liraya çıkıyordu. Devletin eline nakid olarak ancak80.722.125 lira geçiyordu ki 58.247.505 lira sadece faiz ve komisyon olarak borçlara gitmekteydi. 1854’den 1871’e kadar katlanarak gelen borçlar, faizleri vegecikme zamlarıyla,toplam daha da kabaracak ve Sultan Abdülaziz’in hal’inde borç 250 milyon liraya çıkacaktır. Sonraları Sultan II. Abdülhamit devrinde ödenen paralarlada bu borçlar temizlenemeyecekveCumhuriyethükümeti1923LozanKonferansı anlaşması sırasında bu borcu ödemeyi kabul etmek zorunda kalacaktı.

Osmanlı Devleti’nden kalan borç 25 Mayıs 1944’te yapılan bir anlaşma ile kapanacak ve Hazinebir diğer adıyla soygunculuktan kurtarılmış olacaktı”

İş dünyası kimlerdi

Günümüzde firmaların merkezleri bir iş merkezinde yeralmakta. Bunlara “İş Merkezi” deniliyor. Daha büyük firmaların kendi iş merkezleri olmakta. Bunlar daha ziyade holdinglerden meydana gelmekte.

Cumhuriyet öncesinde, hangi alanda olursa olsun firmaların iş merkezleri Hanlar idi. Bu hanlar Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyıl başlarındaki ekonomisinin temelini Türkler değil, başkalarınınm oluşturduğunu göstermektedir.Türkler devlet kapısı dışında ekonomide, sanayide, ticarette mevcut değildiler.

Recaizade Mahmut Ekrem’in 1896’da yayımlanmış “Araba Sevdası” başlıklı romanındaki kahramanı Bihruz Bey, Üsküdar Vapur İskelesi’nde arabadan inip kayık iskelesine yürür. Otuz kadar kayıkçı etrafını kuşatarak malûm olan lisan ve hareketleriyle, çığırtkanlıklara ve rahatsız etmeye başlarlar.

Bihruz Bey, İzmir Vapuruna gideceğini söyler ve evvelce tanıdığı kayıkçıya yönelir, iskeleden açılırlar.

Bihruz Bey sorar;4

Vapurun nerede olduğunu bilir misin?”

Biz o vapurlara her saat müşteri götürürüz.. Hiç bilmeyiz olur mu?

Bugün İzmir’e gidecek var mı?”

Olmaz mı ya? Her hafta İzmir’e vapur var.. Hiç bilmeyiz olur mu?”

Kayıkçılar kürek çekmeye devam ederler..Bir vapura yaklaşınca kayıkçı;

İşte İzmir vapuru. Salıpazarı’nın önünde yatıyor..”

Hangisi?”

Nemse vapuru, (Avusturya - Macaristan) dumanı çıkıyor daha! Görüyor musun?”

Kayıkçılar Bihruz Bey’i Alman Lloyd kumpanyasına ait Galatae isimli vapuru çıkarmışlardır. İzmir’e değil, Trabzon’a gitmektedir..Nemse değil, Alman vapurudur.

Bihruz Bey aradığını bulamaz ve sonunda kendini bekleyen ayni kayıkçılarla Üsküdar’a dönmek üzere yola çıkar.

Dönüş yolunda kayıkçı sorar;

Yolcunu gördün mü?”

Hayır! Görmedim..”

Dün gitmiş olmasın?”“Dün, İzmir’e vapur var mıydı?

Vardı ya! Dün Fransızın postası idi, bugün Nemse’nin,

yarın da Moskof’un var…” 2

Türkçenin rağbet görmediği o ilk yıllarda Sermet Muhtar Alus “İstanbul Kazan, Ben Kepçe” başlıklı hatıratının bir yerinde birlikte gezmekte olduğu Fransız misafirine ait bir konuşmayı şöyle nakleder; “Etrafımızda hemen hemen herkesin Fransızca konuştuğunu gören arkadaşım hayretle:

Ne tuhaf, dedi; İstanbul’da Fransızca konuşulmıyan bir yer yok mudur?..

Olmaz olur mu, dedim… Beyoğlu’nun birçok taraflarında yalnız Rumca konuşurlar, Ortaköy’de, Hasköy’de oturanlar İspanyolca konuşurlar.

Eee… Türkçe nerede konuşulur?..

Şehzadebaşı, Fatih, Edirnekapı civarında…”

Osmanlı limanları arasında yolcu ve yük taşımacılığı yapanlar hep yabancı bayraklı gemilerden oluşurdu. Onlar, mağrur ve gururlu İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Rus, Yunan ve hatta zamanla Romanya ve Bulgar bayraklı gemilerdi. O devrin insanları yabancı bayraklı vapurla seyahat etmeyi kanıksamakla kalmamışlar, bir tercih ve övgü algısı haline getirmişlerdi.. Yabancı vapurların konforu ile övünür olmuşlardı!

Prof.Dr. İlhan Ekinci’nin 3 Osmanlıda deniz ticareti konularında çok değerli çalışmaları yayınlanmıştır. Bunlardan biri “Osmanlı'da  Yabancı  Vapur  Kumpanyaları ve İmajları Hakkında” başlığını taşır ve der ki; “Reform sürecine yapacakları katkıdan dolayı Tanzimat bürokrasisinin yabancı vapur kumpanyalarına seleflerinden daha hoşgörülü yaklaşmış oldukları bilinmektedir. Fakat, yabancı vapur kumpanyalarının Osmanlı Devleti'ndeki imajı Tanzimat'la değil, yirminci yüzyılın başında olgunlaşmıştır ve deniz ticaretini kapitülasyonlar, siyasî, ekonomik zaaf ve boşluklardan dolayı ele geçirmiş, Osmanlı gemicilik şirketlerinin gelişmesini önlemiş, kabotaja egemen olmuş, adeta 1926’lı yılların Cumhuriyetinin ‘Milli’ bakışıdır.

Yüksek kâr sağlayan Osmanlı limanları arasındaki ticaret dışındaki tüm deniz ticari faaliyetleri de  Avrupa'ya doğru ve yönelik yapılmaktaydı. Osmanlı limanları arasındaki ulaşımda, İmparatorluk yıkılıncaya kadar artan yabancı hakimiyeti söz konusuydu.Bu faaliyetlerin aracı olan buharlı gemiler Osmanlı ülkelerinin veya sahillerinin birbirleriyle olan bağını değil, sahillerin Avrupa'nın

önemli limanlarıyla olan bağını güçlendiriyordu. Bir yabancılaşma aracıydılar. Bu gelişmelerin yoğun olarak yaşanmaya başladığı dönem Tanzimat devriydi ve sonuçları itibarıyla da merkeziyetçiliği güçlendirmeyi hedefleyen devlet adamlarının amaçlarının tam tersi yönünde bir gelişmeydi.

Medeniyetin sembolü olarak yabancı vapurlar başka bir dünyaydı. Osmanlı sularında hatta limanında olunsa bile vapurlar, binildiğinde serbest (farklı) davranılan (davranılması gereken), adeta hukukî konumlarını ifade eden bayrağı çekilen ülkenin toprağı haline geliyorlardı. O ülkenin kültürü, medeniyeti olan bu gemiler, binenlerin özenli davranışlar sergilediği, halkın, içinde uygulanmakta olan adet ve geleneklerine hazırlandığı, başka ülkelerin toprakları, özgürlük alanları gibi algılandı. Hatta duyulan hayranlıkla, özellikle büyük sahil şehirlerinde ekonomik, siyasî etkileri bir yana, popüler kültürün bir parçası haline geldiler. Başlangıçta, ilgi, hayranlık, uyandıran bu gemiler,yüzyılın sonunda tepkilere, boykotlara maruz kalan, hareketleri sınırlandırılmaya çalışılan,kabotaj düşmanı, ekonominin önünde engel, posta tekelini ve güvenliğini zedeleyen unsurlar olarak algılanmaya başladılar.”

Ahmet İhsan, 4 “Matbuat Hatırlarım” başlıklı eserinde; “Meşrutiyet sonrası Türklerin iktisat gözlerini kapayan kalın perde kaldırmamış ise de, o karanlık perdenin arasını 1908 intiklabı açmıştır ve Cumhuriyet devri bu perdey sıyırmıştır. Perde sıyırılınca etrafımızı saran ateşi çok iyi gördük,anladık Tehlike anlaşıldıktan sonra çaresini bulmak mümkündür. Uğraşa uraşa, sıkıntılar çeke çeke mutlaka bu fırtınadan kurtulacağız, benim inancım budur” diye yazmıştır.

Yaşadığı devri şöyle resmeder; “İstanbul Başdefterdarlığı’nda bulunmuş olan büyükbabam Muhtar Efendi’den kalma Vaniköy’deki yalımızda ben dünyayı ilk görüp anlamaya başladığım vakit aile doktorumuzun adı Andonaki, eczacımızın adı Petraki idi. Babamın sarrafı Artin idi. Bakkalımız Bodosaki, terzimiz Karnik, kuyumcumuz Garbis, berberimiz Yani idi. Yalımızın önünden kayıkla geçen tefeci Mişon, gevrekçi Yanko, yemişçi Vasil bize her gün mal satardı. Yalıda sandalcımız Dimitri idi, ayvazın adı İstapan idi; Bohçacımız Mannik Dudu idi.

Biz, bu bir sürü yabancılardan alışverişi çok doğal buluyorduk. Paralarımızı onlara düşünmeden verirdik. Çünkü İstanbul’un Türkleri ya Mevleviyet Tahsisatı veya Arpalık Parası alan başı sarıklılardan, yahut maaşlı olarak kalemlerdeki memurlardan ve zabitlerden ibaret idi. Ticarete, sanayie, esnaflığa hakaretle bakardık. Bu işleri İstanbullu Beyler kendilerine lâyık görmezlerdi. İstanbul Türkleri hemen hep hazır yiyici idiler. Anadolu’dan ve Rumeli’den şehre gelen Türkler ise hamal, küfeci ve rençberlikten ileri geçemezlerdi ve bu zavallılara “Kaba Türk”, “Leblebici Türk” derlerdi. Bizi Boğaziçi’inden İstanbul’a indiren vapurların kaptanlarının hiç birisi Türk değildi..”

Türkiye’ye ne satabiliriz?

200 sayfa atlayarak son sayfalara geliyorum;

Binlerce mihnetten ve zulümden sonra şan ile gururla devletini kuran ve yeniden doğan Türkiye Cumhuriyeti, kendi kaynaklarından yararlanarak, kendi müteşebbisleriyle bu aziz vatanı sanayide, ticarette ve kültürde, sanatta ileriye götürmek için inançla mücadele vermektedir. Böylece 1931 yılına kadar gelinmiştir.

Türkiye çağdaş dünyada var olmak için mücadeleye vermeye devam etsin, Prof. Leland J. Gordon’un American Chamber of Commerce for the Levant- Amerikan Ticaret Odası’nin yayınladığı Levant Trade Review’un Ocak 1931 sayısında “What Can we Sell in Turkey?- Türkiye’de ne satabiliriz?” başlıklı bir makalesi yeralmıştır.

Wharton School of Commerce öğretim üyelerinden Prof.Leland J. Gordon hazırlamakta olduğu “American Relation with Turkey” başlıklı eseri için Türkiye’de sekiz ay kalmıştır. Bu sürede Türkiye’yi hemen baştan başa gezmiş, iş insanlarıyla ve resmî otoritelerle görüşmüş ve Türkiye’nin ekonomik ve politik alanlardaki ilerlemesine ait çok yakın gözlemler elde etmiştir.

Makalesinin başlığı şöyledir; “Turkey Takes a Census -Türkiye Nüfus Sayımı yapıyor.”

Prof. Leland J. Gordon’un yoğunlukla Pazar imkanlarına yönelik ve verilerden oluşam bu makalesinin bir kısmını aktardım. Fakat son birkaç cümlesini de ekledim. Prof. Gordon, Lozan Konferansı’nda Türk heyetinin karşısında yeralan devletlerin aslında nekadar düşmanca, kibirli olarak genç Türkiye’yi ezmeye çalıştıklarını işaret etmektedir;

Türkiye’de Nüfus Sayımı

1 Ekim 1927'de Türkiye'de her sokak boştu. Ulusal düzene göre, o gece saat on birde top atışları zorunlu olarak Türkiye'de yapılmış ilk resmi nüfus sayımının tamamlandığını duyurana kadar herkes evde kaldı. Bu sayıma göre, Türkiye’de 294.416 mil karelik bir alana yayılmış 13.648.270 kişi var. Eskiden "Hasta adam" olan bir devletin tüm ayırt edici işaretlerini ortadan kaldıran bir süratle ve eksiksiz şekilde batılılaşma hareketi dünyanın dikkatini çeken ve agresif bir şekilde üstlendiği bir ulusu içeriyor.

Nüfusun yaklaşık yüzde 70'i tarımla uğraşıyor, ancak beş kişilik bir ailenin ortalama geliri yaklaşık 99 dolar. En elverişli bölgelerde yaşayan aileler için en yüksek gelir 195 dolardı. Bazı ailelerin çok az 34 dolar aldığı doğrudur. Bu rakamların fındık, meyve, hayvancılık ve diğer tarım dışı kaynaklardan elde edilen parasal geliri içermediği ve 1927'nin kurak bir yıl olduğu doğrudur. Ancak rakamlar şüpheli olsa bile, nüfusun yüzde 70'i için son derece küçük bir geliri temsil etmektedir.

Cumhurbaşkanı'nın konutunda çay veya kahve ikramı ve benzer bir ikramda, geleneksel Türk içeceği Türk kahvesi yerine ıhlamur ikram edilmektedir. Bu ve diğer örneklerin bir sonucu olarak Türk giyiminin, Türk mobilyalarının ve Türk yemeklerinin, Türk malının kullanımına yönelik bir coşku dalgası oluşmuştur. Fikir bir yıl önce ülkeyi kasıp kavurmuştur ve böylelikle ayni zamanda ithalat hacminin azaltılması hedeflenmiştir.Bu Bu milletin yeniden doğuşudur.

.. Lozan Konferansı'nda, Türk delegeleri siyasi ve ekonomik özgürlük taleplerinde inatçı olduklarında, Avrupalı ​​gücün bir temsilcisi, ancak bu zavallı ulusu yeniden sıkıntıya düşürecek kadar külfetli koşullarda verilecek bir dış borç öngördü. Yaptığı aslında siyasi ve ekonomik esaret demekti!

Esaret yılları artık tarih olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında kalmış Osmanlı Devleti’ne ait hangi vilayet var ise, Halep, Şam, Beyrut, ve Hicaz’a kadar, Ege Denizi’ndeki tüm  Osmanlı adalarına varıncaya dek, aktarılacaklar hep ayni insan manzaralarını verecektir. Bunun içindir ki devam etmenin bir faydası yoktur. Zaten Osmanlı Devleti’nin çoğu toprakları Emperyalist devletler tarafından işgal edilmiş ve buralarda başka devletler yaratılmıştır. Bunların bazıları da müstemleke yapılmıştır.

Onun içindir ki, Türkiye Cumhuriyeti bir mucizedir.

Bu mucizeyi yaratanlar Türkiye Cumhuriyeti’nin kuran ve Türk gençliğine armağan eden Mustafa Kemal Atatürk ve onun arkadaşları olmuştur. Bu mucizenin asıl öncüsü Mustafa KemalAtatürk’tür, O’nun dehasıdır.

Bu çalışma; Türkiye Cumhuriyeti’nin başarılarını idrak etmek için, bu vatanın son yüzyılında düştüğü perişanlığı görmek insafına ve idrakına sahip olanlara ithaf edilmiştir.

Bu perişanlık bir işgal ile sürecek sanılsa da, onurlu Türk ulusu tüm zincirleri kırarak yücelmektedir… Bir millet şanıyla, şerefiyle her zaman engelleri aşmıştır ve yeniden doğmaktadır!

 

Yorum Yazın

E-posta hesabınız sitede yayımlanmayacaktır. Gerekli alanlar ile işaretlenmişdir.