BATI İLE DOĞUNUN KAVGASINDA ANADOLU VE TROYA
29 Ağustos 2020, Cumartesi 16:39
Batı ile Doğu sürekli savaşmışlardır. Yüzyıllar boyu yaşanan savaşları, tarih yazıcılar kayda almış ve almaya da devam etmektedirler. Bu kayıtlar yapılırken, insanlığın tarihindeki birçok sosyolojik ve dini gerçeklikler de hem belgelere hem de hafızalara nesillere aktarılmak üzere yazılır.
Batı ile Doğunun savaşlarında en önemli meydan Anadolu toprakları olmuştur. Ve bu topraklar, yüzyıllar boyu olduğu gibi, bugün de Batının hedefindedir.
Ağustos ayı, Batı ile Doğunun birçok savaşında önemli yer tutar. Yapılan bu savaşların sonuçlarını görseydi, muhtemelen Ağustos ayına isim babalığı yapan Roma İmparatoru Caesar Augustus, kendi isminin kaldırılmasını isterdi.
Bize öğretilen tarihe göre yani 1071 yılının 26 Ağustos günü Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun ikinci hükümdarı, gerçek adı Muhammed (Mustafa) olan fakat savaşçı ve cesur kişiliğinden dolayı adı Sultan Alp Arslan olarak anılan büyük Türk komutan, ordusunun başında atı üstünde askerleriyle birlikte savaşarak, Malazgirt Meydan Muharebesi’nde Bizans İmparatoru Romen Diyojen ve ordusunu yenerek, Anadolu’nun kapılarını Türklere açmıştır. Hâlbuki Türkler, bu zaferden yüzyıllar önce de Anadolu topraklarında yerleşik uygarlıklara ve şehirlere sahiptiler. Ki bu tarihi gerçekliği ortaya koyan birçok “Batılı” eser tarihin tozlu raflarında gerçeği bilmek ve görmek isteyenleri bekliyor.
Malazgirt Meydan Muharebesi, Anadolu’da Türklerin kazandığı ilk meydan savaşıdır.
Bir diğer Mustafa, Mustafa Kemal Atatürk ise bu topraklarda Türklerin kazandığı son meydan savaşının, 30 Ağustos 1922’de yapılan Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin ve Türk İstiklal Savaşı’nın kahramanıdır. Tıpkı Sultan Alp Arslan gibi, Mustafa Kemal Paşa'da ordusunun başında savaşı yönetmiş ve Bizans’ın günümüzde mirasçısı olduğunu savunarak topraklarımıza göz koyan Yunanlara, kendi ifadeleri ile “Küçük Asya Felaketi”ni yaşatmış ve Türk Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasını sağlamıştır.
Batı ile Doğu bu topraklarda, Anadolu’da, elbette ki sadece bu iki büyük savaşla karşı karşıya gelmedi.
Tarihe bakacak olursak, ilk karşılaşma Troya (Truva)’da olmuştur. Batı ile Doğunun ilk ayrımının yapıldığı yerdir Troya. Batı’nın barbar savaşçıları olan Akhalar (Yunanlar) ile Anadolu’nun uygar toplumu Truvalılar arasında olmuştur bu savaş. Yunanların komutanı Miken Kralı Agamemnon’dur. İzmir’de veya Sakız Adası’nda doğduğuna inanılan Anadolu ozanı olan Homeros, İlyada Destanı isimli eserinde Truva Savaşı’nı detaylı olarak anlatır. Homeros bu destanında, Batıyı temsil eden Akhaların kahramanı Akhilleus (Aşil) ile Doğuyu temsil eden Truvalıların kahramanı Hektor’un dövüşünü de anlatır, Aşil’in Hektor’u öldürmesinde de “Batı Doğuyu yendi” ifadesini kullanır.
Yapılan bu savaşların aslında derin tarihi kökleri olduğunu bilen “askerler-komutanlar-liderler-imparatorlar-devlet adamları”, savaşlarda elde ettikleri zaferlerden sonra, derin köklere atıf-gönderme yaparak, tarihe önemli notlar düşmüş, gelecek nesillere köşe taşları bırakmışlardır.
Örneğin, Osmanlı İmparatoru Fatih Sultan Mehmet, 1462 yılında Midilli Adasını aldıktan sonra, Çanakkale’deki eski Truva kentinin bulunduğu araziye gelerek Truvalı kahramanların mezarlarını arar. Truva ile ilgili bütün yazılanları bilen Fatih Sultan Mehmet, son peygamber Hz. Muhammed Mustafa (SAV)’nın İstanbul’un fethedileceği müjdesine de atıf yaparak, arazide başını aşağı eğerek şunları söyler;
“Allah beni bu ilin ve ulusunun dostu olarak bu güne değin koruyup sakladı. Biz bu ilin düşmanlarını yendik ve onların yurtlarını aldık. Yunanlıların biz Asyalılara karşı yaptıkları kötülüklerin öcünü, aradan uzun süre geçmesine karşın onların torunlarından aldık”(1).
Fatih Sultan Mehmet’in bu ifadeleri de gösteriyor ki, O İstanbul’un fethedilmesini ele geçirme değil, Asyalı köklerine bağlı olan Truvalıların devamı bir milletin karşılık vermesi olarak görmüştür. Yüzyıllar önce, Roma ve Bizans’tan da önce, Yunanların ele geçirdiği bu yurdu geç de olsa kurtardığını dile getirmişti.
Fatih Sultan Mehmet bu detay bilgilere, şehzadeliği döneminden başlayarak aldığı yüksek düzeyli eğitimde eski Yunan filozoflarıyla ilgili kitapları, Heredot'u, Homeros’u ve eserlerini, Romalı tarihçi Titus Livius'u, Quintus Curtius Rufus'u, Büyük İskender'in, papaların, imparatorların, Fransa krallarının ve Lombardlar'ın tarihlerini kendi dillerinde yazılmış şekliyle okuyarak öğrenmişti. Rönesans dönemi tarihçileri de yazmış oldukları birçok eserlerinde, Türkleri Truvalıların soyundan kabul edip, Asya'ya giden Truvalı bir grubun, yani Türklerin geri dönerek Yunanlılardan tekrar intikam aldığını anlatmışlardır.
Yapılan araştırmalar da göstermiştir ki, Akdeniz Bölgesinde, Ön Asya’da, Kafkasya’da ve öteki bölgelerde Tiras, Turis, Tursi gibi adlarla aynı kökten olan eski Türk ulusları var olmuşlardır. Belirlenen birtakım eski Türk ulus adları ve bulundukları kaynaklar aşağıda verilmiştir.(2)
Eski Türk Ulus Adı ve Bulunduğu Eski Kaynak:
Tiras / İskandinav kaynaklarında Traklar ve Türkler
Tirs, Turis / Hazar kaynaklarında Türkler
Tirsen / Yunancada Etrüskler
Turski /Latincede Etrüskler
Truse / Avrupa kaynaklarında Truvalılar
Trausi / Avrupa kaynaklarında Traklar
Turşa / Mısır kaynaklarında Truvalılar
Turuşka / Sanskritçede Türkler
Tursili / Ermeni kaynaklarında Turanlılar
Tarh, Tark / Çeşitli kaynaklarda Türkler ve Etrüskler
Turki, Turukki, Turukka / Sami kaynaklarında Türkler
Turyana, Turan, Troya, Truva / Çeşitli kaynaklarda Türkler ve Truvalılar
Batının Doğuya olan hırsının ve saldırganlığının diğer önemli tarihi göstergeleri Büyük İskender’in seferi ve Haçlı Seferleri’dir.
Batı, Anadolu’ya ilk büyük saldırısından yani Truva Savaşı’ndan yaklaşık 3.600 yıl sonra, denizden gelerek yaptığı bir diğer saldırı ise Çanakkale Deniz Savaşı’dır. Bu savaşta Batı hem Boğazları hem de İstanbul’u tekrar Batının hükümranlığına almak için savaştı. Batı bu savaşa gelirken, yenilmez armada denilen bir donanma gücü kurmuştu. Savaş gemilerinden biri de Agamemnon ismini taşıyordu. İngiltere donanmasının en büyüklerinden biriydi. Batı her zaman olduğu gibi, tarihte olanları sürekli hatırda tutarak, simgeler üzerinden mesajlar vererek tarih yazmak ister. Çanakkale Savaşı’nı kaybeden, Çanakkale’yi geçemeyen Batı, I.Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti’ne yani Türklere mağlubiyeti kabul ettirdi. 30 Ekim 1918’de Limni Adası’nın Mondros Limanı’nda, Osmanlı Devleti Mondros Ateşkes Anlaşması ile mağlubiyeti kabul ederek, 600 yıldan uzun süren hükümranlığını kaybediyordu. Ateşkesin imzalandığı yer ise Agamemnon Savaş Gemisi’ydi. İngiltere’nin adeta Truva Savaşı’nı hatırlatmak ve Batının Doğuya olan sözde üstünlüğünü bir kez daha tarihe not düşmek ister gibi, bu ismi taşıyan gemiyi kullanması başka nasıl açıklanabilir ki?
Ancak bu toprakların, Anadolu’nun Mustafaları bitmez!
Mustafa Kemal Paşa’nın Mondros Ateşkes Anlaşması sonrası, Osmanlı Devletine imzalatılan Sevr Anlaşması ile Anadolu’nun Batılı güçler tarafından işgal edilerek parçalanmasına ve Türk Milletinin esaret altına alınmasına karşı verdiği Kurtuluş Savaşı zaferle sonuçlanır. Anadolu’nun birçok yerinde yapılan savaşların Türk İstiklaline ve zaferine taşıyan süreç, Sakarya, Dumlupınar ve Başkomutanlık Savaşları ile nihayete erer. Mustafa Kemal Paşa, savaşın zaferle sonuçlanması üzerine şöyle der;
“Ben burada Yunanlıları yenmekle, Truvalı Hektor’un intikamını aldım”.(3)
Bu ifade, İngiltere’nin dolayısıyla Batının Agamemnon ismini taşıyan savaş gemisinde Türklere imzalatılan esaret belgesine, Doğunun dolayısıyla Türklerin cevabıydı.
Anadolu’yu birçok millet, toplum, halk istedi. Bu topraklarda çok kan döküldü. Bu topraklara saldıranların hedefi, sadece topraklar değil, üzerinde yaşayan millet de hedef oldu. Yüzyıllar içinde bu hedefin felsefi temeli bazen “oryantalizm” oldu, bazen “Doğu Sorunu” oldu. Ama hep oldu. Hem de içlerindeki yüzlerce yıldır birikmiş tarihi hırs ve algılarla kemikleşmiş düşmanca düşüncelerle oldu.
Günümüzde Anadolu’da yaşayan Türk Milleti, bu topraklara 1071’de gelmedi. Binlerce yıl öncesinden bu topraklarda kurdukları uygarlıklarla, şehirleriyle, kültürleriyle göçebe olarak değil, yerleşik olarak vardılar.
Batının Doğuyla son büyük Truva Savaşı olan Türk Kurtuluş Savaşı, Batının mağlubiyeti ile sonuçlandı. Fakat bu savaşın karşılığını vermek, mağlubiyetlerini ortadan kaldırmak için Batı, günümüzde de gayret ve çabasını artırarak sürdürüyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu günden itibaren, bu topraklar üzerinde yaşanan bütün siyasi, ekonomik, toplumsal olaylara, isyanlara, çatışmalara dikkatli bakabilenler bu sürecin birbirlerinden bağımsız ve her bir olayın kendi içinde farklı olduğunu söyleyemez.
Aslında hepsi, birbirini tamamlayan halkalardır. Darbeler, suikastlar, politik çatışmalar vs. tıpkı Truva Savaşı’nda Batının zaferi kazanmasında uyguladığı “bir oyun ve hile” gibi.
Nasıl kazanmıştı Batı o ilk Truva Savaşını?
Doğunun yani Truva’nın sahillerine, Çanakkale’nin Ege kıyılarına sanki kaybetmişler gibi, savaşta başarılı olamamışlar gibi, tüm gemileriyle Truva kıyılarından geri çekiliyormuş gibi yaparak. Her şeylerini alıp ayrılmışlardı. Sadece tek bir şey bırakmışlardı geriye.
Tahtadan yapılmış büyük boyutlu bir at.
Kıyıda, Truva kentinin surları dışında duruyordu. Truvalılar, Kral Agamemnon’un ordularının, Akhalılar’ın ayrıldığını, tehlikenin bittiğini sanarak büyük bir sevinçle kutlamalar yaptılar. Akhalılar’dan geriye kalan o büyük atı da, kıyıdan hep birlikte, el birliği ile, kendi elleri ile ite ite Truva kentinin surlarından içeri aldılar. Eğlendiler, kutlamalar yaptılar. Gece ise doğal olarak herkes uyudu. Herkes kendi evlerine çekildi. Nöbet tutan askerler dahi.
Gecenin ilerleyen saatleri, o tahta atın içine saklanan, Kral Agamemnon’un askerlerinden birkaç tanesi dışarı çıkar ve kentin sur kapısını açarak, gecenin karanlığında açık denizde bekleyen gemilerden kıyıya çıkan Akhalıları içeri alırlar. İşte bu hile, Truva’nın ve Truvalıların sonu olur. Agamemnon ve askerleri kenti yakıp yıkarak yok eder. Truvalılar karşı koyamaz. Binlercesi ölür, kaçabilenler Anadolu’nun içlerine kadar gider. Böylece Batı Doğuya karşı bu savaşını kazanır. Hile ve oyun ile. İçlerine girerek. Truva halkının uyuduğu ve boş bulunduğu bir anda, onların zaaflarını kullanarak. Bu hilenin sonunda Truvalılar, hem uygarlıklarını, hem topraklarını hem de varlıklarını kaybettiler.
Batı kurnaz. Batı hilesini, oyununu iyi kurar. Batı zaafları bilir, kullanır. Buna ister akıl deyin, ister sahtekârlık. Aslında savaş da bir hile ve oyun sanatı değil midir?
Bu yüzden, “Truva Atı” tehlikelidir. En büyük tehlike saflık ve zafiyetin bir arada olması ile hedefte olan milletlerin, ite ite, ısrarla, tarihten ders almadan, Truva atlarını kendi elleri ile içeri almalarıdır.
Tarihteki ilk ve tek tahtadan yapılan en büyük at, Truva Atı olmuş. Truva atları artık tahtadan olmuyor.
Günümüzde ise insan görünümlü, iki ayaklı, yuları yine Batının ellerinde, üzerindeki eyere başkaları binen, arpasını başkaları veren, modern Truva atları var. Daha kullanışlı, daha faydalı, istenildiği gibi koşulabilen, istenildiği gibi koşturulan. Cinsleri de var. İngiliz atı, Arap atı gibi.
Dikkat etmek gerek!
KAYNAKLAR:
(1) Erhan Afyoncu, Truva’nın İntikamı, Yeditepe Yayınevi, İstanbul-2011
(2) Prof.Dr. Çingiz Garaşarlı, Troyalılar Türk İdiler, Kömen Yayınları, Konya-2014
(3) Sabahattin Eyüboğlu, Mavi ve Kara, T.İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul-2018
Ömer Faruk Ertem
29/08/2020
