sohbet odalarıdini sohbetleromegle tvtürk sohbetdini sohbetcinsel sohbet
medyum

İstanbul
15 Ocak, 2025, Çarşamba
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

BABAKA

05 Şubat 2019, Salı 15:24

        

         Bir zamanlar Türkiye’nin en büyük, dünyanın ise sayılı gemilerindendi M/S GERMİK. Acaba şimdi hatırlayan, bilen kaldı mı? Çoktan anılar denizinde kaybolup gitti her güzel şey gibi. Bir yıl çalıştığım o güzel gemi ile ilgili bir anımı paylaşmak istedim affınıza mağduren.                                                                                                                                                                                                                                                             

        

 

         Polis vizelerimizi Karaköy yolcu salonunun altındaki  5 şb. müdürlüğünün ofisinden alıyorduk. 1990 yılının bahar aylarının başlarıydı. Hafif bir yağmur altında kuyruğa girmiş vize sırasının bana gelmesini bekliyordum. Biri erkek ve biri kadın iki polis memuru kayıtlarımızı alıyordu. Bir ara arkama baktım, onu gördüm ve anında tanıdım tabi. Aradan geçen 22 yıl onu çok değiştirmişti. Saçları beyazlaşmış, bıyıkları kırlaşmış, ateş saçan gözlerinin feri sönmüştü. Sırtında eskice bir pardesü, ona uygun bir pantolon ve yıpranmış mokosen ayakkabıları vardı. Sırada durmuş dalgın ve mütevekkil sırasını bekliyordu. İşlemlerim bitti. Hemen yanına gittim. ‘’Babaka, Merhaba’’ dedim. Bir an baktı, tanıyıp tanımamakta tereddüt etti ise de sonunda tanıdı tabi.     

         ‘’Nasılsın Babaka?’’ dedim. ''Ne yapıyorsun, nerede çalışıyorsun?''

         ‘’Nakliyattan emekli oldum torun, armatöre geçtim, iş buldukça çalışıyorum ya şu ara işsizim.’’ dedi.

         ‘’Babaka’’ dedim. ‘’Bugün pazartesi. Vizeni al, şu adresi de al perşembe sabahı Aliağa’da Sarıkız tankerine gel ve işbaşı yap.’’ İnanmaz gözlerle baktı. ‘’Babaka’’ dedim. ‘’Yol paranı vereyim mi, gemide mi alırsın?’’  ‘’Yok oğul’’ dedi. ‘’Gemide alırım.’’

 ‘’Babaka’’ dedim. ‘’Fişini al, en iyi otobüse bin gel, benim işim var gitmek zorundayım, gemide görüşürüz.’’

         1966 yılının ilkbahar aylarıydı. Şamandıralarda bir dev, her iki bordasına yanaşmış şehir tipi iki gemiye buğday limbo ediyordu.           

İzindeydim ve o gün iznim bittiği için idareye gidip teslim olacak ve tayin edileceğim gemi için tayin ordinosunu alacaktım. Ordino katibi Asım Kaptanlar tayinimi şamandıradaki dev’e kesti. Öğlen servisini yapan Çalmaz motoru ile de tayin olduğum dev’e gittim.

         Adı geçen dev idareye yeni katılan Türkiye’nin en büyük, dünyanın da sayılı gemilerinden biriydi. 242 metre boy, 35 metre en, 12 metre draft, 64.902 Dw. ton ile süper tankerlerin bilinmediği. Panamax gemilerin düşünce aşamasında bile olmadığı  zamanlar da yüzen bir devdi hakikaten. Zamanımızda sıradan bir gemi, normal bir tanker addedilecek olan M/T GERMİK o zamanlar olağanüstü bir gemiydi.

         Germik, Amerika’dan buğday çekiyordu. Draftı kurtarmadığı için Haydarpaşa siloya yanaşamıyor, önce Salıpazarı açıklarındaki şamandıralarda limbo ile yükünün belirli bir kısmını boşaltıyor, draftı müsait olunca Haydarpaşa’ya yanaşıp kalan yükünü tahliye ediyor ve gene düşüyordu Amerika yollarına müteakip sefer için. Gemiye çıkınca vardiyacı direkt Gv. Lostromosunun yanına götürdü beni. Salona. Orada tanıdım İslam Reis’i. İslam Sarı. Gemideki lakabı Babaka’ydı. Babadan kalan bir lakap işte. Hoş geliş etti, bir çay ısmarladı bana. Bir yandan da çaktırmadan sorguya çekti beni. Ona telsiz zabiti olduğum ancak kaptan olmak istediğimi ve bu sebepten hayatı bahriyemi doldurabilmek için mecburen gemicilik yaptığımı ve 18 ay sonra hayat-ı bahriyemi doldurup kıyı kaptanı imtihanlarına girmeye hak kazanacağımı anlattım. Müstehzi bir şekilde bıyık altından güldü. ‘’Taman torun’’ dedi. ‘’Bir saate kalmaz servis motoru gelir. Git evine, yarın öğlen vardiyana gelirsin, baş postadasın. Şimdi gel, kamaranı da göstereyim sana.’’

         Beraberce indik personel katına. Geminin sancak tarafı güverte personeline ayrılmıştı. Personel kamaraları şiyar güvertesine koşullandırılmış olup birer kişilikti ve bu o zamanlar için harika bir lükstü. Gemi şimdi denizlerde görülmesine imkan bulunmayan vasattan davlumbazlı dediğimiz kıçta muazzam bir  personel yaşam mahalli ve gene vasatta gv. zabitleri, kaptan, telsiz zabiti, revir, doktor, armatör kamaraları ve davlumbazı ihtiva eden bir ikinci yaşam mahalline sahipti. Bu iki yaşam mahallini bir kedi köprüsü birbirlerine bağlardı. Ayrıca vasattan da baş üstüne giden bir kedi köprüsü daha mevcuttu. Bu kedi köprüleri üzerinde de çullanan denizlerden korunmak için üstleri kapalı mahaller mevcuttu.

         Gemi o kadar büyüktüki her personel tek yatıyordu ve bu o günler için inanılmaz lükstü. Babaka, bir kamara gösterdi. Baktım tertemiz bir kamara, yatağın üstünde tertemiz bir takım nevresim ve havlu mevcut. ‘’Ha uşağum buraya yatarın ha’’ dedi. Verdi kamara anahtarlarımı. Biraz sonra gelen servis motoru ile gemiden ayrılıp Karaköy’e oradan da Bostancı’ya eve geldim. Ertesi sabah da elimde valizim döndüm gemiye. Geldim gelmesine ama geldiğime de geleceğime de bin pişman oldum.

         Tam bir yıl çalıştım o gemide. Senelik izin hakkımı hak edinceye kadar. Tam üç Amerika seferi yaptık. Doldur buğday, boşalt buğday. Seyir problem değildi. Yalnız buğday temizliği hele dip postaların iki metreyi bulan yüksekliklerini göz önüne alınca bir işkence halini alıyordu. Bu temizlikler günümüz gemicilerinin değil zabitlerinin ve belkide genç kaptanlarının bile bilmediği bir olgudur ki onlarda kendi açılarından haklıdırlar. Sanıyorum bizden sonra da tankerlerle tahıl taşımacılığı yapılmadı. Dediğim gibi her gün 8 saat, bazı ahvalde 12 saat, 20 metre derinlikteki tanklardan buğday temizlemek gece 00.00-04.00 vardiyası tutmak, bunlar normal bir insanın katlanabileceği işler değildi ama mecburduk.  Gemi limana temiz ve yüke hazır tanklarla girmek zorundaydı. Evet, çok iyi para alıyorduk. Maaş, ambar temizliği, fazla mesai ücreti hemen çift maaşı geçiyordu aldığımız para. Allah için Babaka fazla mesaimizi hiç kesmezdi. İdarenin altın çağını yaşıyor; sarı bacanın, sarı bacada  çalışmanın zevkini çıkartıyor, safasını sürüyorduk.

         Babaka şişeden çıkan cin gibi kısacık boyu, ufacık vücudu ile hemen her yerde ve her zaman karşımıza çıkıyordu. Ve bilhassa benimle çok ilgiliydi. Geminin bütün angarya işlerini ben yapıyordum. Miçonun yapması gereken işleri bile. Hilafsız beş dakika boş vaktim yoktu. Bir kere devamlı 00:00-04:00 vardiyası tutuyordum.

Çalışmaktan bitap düşen vücudun dinlenmeye ihtiyacı vardı ama dinlenebilirsen. Babaka sağ olsun, devamlı peşimdeydi. Direk boyanacak, Kaptan. Ha bu arada gemide lakabım Kaptan’dı. Bordaya inilecek, tel dikilecek, filikalar temizlenecek, koridorlar pas pas edilecek, tuvaletler yıkanacak Kaptan, Kaptan, Kaptan…

         Dayanamıyordum artık kararımı verdim. Zaten üçüncü seferimdi ve iznim de gelmişti. İstanbul dönüşü izine ayrılacak, dışarıda da Babaka’yı çevirip yaptığı eziyetin hesabını soracaktım.

         Bu arada bütün bu yorgunluktan artan zamanlarımda da uykumdan fedakarlık ederek  ders çalışıyor, uygun zamanlarımda da vardiyaya çıkarak  zabitlerden seyir dersleri alıyordum. Beybaba Ekrem Savat eski Türkçe öğretiyordu. Bütün zabitlerim de seyir, gemici arkadaşlarım ise gemiciliğin ve tankerciliğin bütün inceliğini ve orostopolluğunu öğretme çabası içindeydiler.

         Houston’dan buğday yükleyip İstanbul’a dönecektik. Mississippi Nehri ağzına demirlemiş, yanaşma talimatı bekliyorduk. Tanklar temizlenmiş, tahmilata hazırdık. Alargada geminin rutin bakımını yapıyorduk. Gemi balast basmış boştu. Pruva iyice havaya kalkmış kıçlanmıştı gemi. Pruva tahminen 20/23 metre filan havaya kalkmıştı. Babaka, bana pruvaya tahta atıp pruva forsunu boyamamı söyledi. Mississippi Nehri’nin deltasında, nehrin denize kavuştuğu yerdeydik. Bayağı bir akıntı vardı. Boz bulanık bir su demirli geminin pruvasının iki yanından bayağı hızlı bir şekilde akıp gidiyordu. Pruvadan aşağıya baktım. Korktum açıkçası. O kadar yüksekte sallanan bir ip iskele üzerinde üstelik 25 cm’lik bir kalas üzerinde çalışmak kolay değildi. Aşağıya düşsem akıntı kim bilir nereye sürüklerdi. Ancak itiraz hakkım yoktu. Usta gemiciydim ve tahtaya inmek benim görevimdi. Gözlük takıyordum o zamanlar. Çıkardım gözlüğümü bilamecburiye. Babaka bir emniyet kemeri taksam dedim. O niye ki kemeri ne edeceksun, ha oraya can ipi var ya dedi. Emir demiri keserdi. Ulan ben senin diye titrek bacaklarımla dik durmaya çalışarak indim tahtaya bin müşkülatla.

         Epey bir zaman sonra bir baş uzandı küpeşteden. Rahmetli Çakal Mesut Kaptan 2.cimiz.

         Kulak kabarttım. Babaka ile konuşuyordu. Normalde konuşulanları duyamazdım ama pruva kurt ağzı megafon gibi sesi büyültüp aksettiriyordu.

         ‘’Yahu Reis’’ dedi, ikinci kaptan. ‘’Dikkat ediyorum bu çocuğa haddinden fazla yükleniyorsun. Kaç sefer baktım devamlı 00:00-04:00 vardiyasında, kanal geçişlerinde pruvada, nehirde serdümen, angaryaların hepsini ona yaptırıyorsun, hayırdır’’ deyince Babaka  ‘’2. Bey’’ dedi. ‘’Haklısın. Elimden geldiğince eziyorum, zorluyorum. İmkanım olsa da keşke daha da fazlasını yapabilsem. Adam telsiz zabiti telsizcilik yapmıyor. Kafaya koymuş kaptan olacak, hem de iyi bir kaptan olacak. Onu eziyorumki anlasın gemiciliği. Yarın kaptan olanda gemicilerin ona oyun edip etmediklerini anlasın. Gemici bir şey dedi mi, bir şey sordu mu cevaplayabilsin. Gemicinin önünde küçük düşmesin. Bu uşak üç türlü tel dikiyor, gemide bunu bilen yok. Demin gagaya inerken korktu. Emniyet kemeri istedi, vermedim. Korksun da kendini kollamayı öğrensin istedim. Adam limanda dışarı çıkmıyor. Daha toprağa adım atmadı. Geceleri uşakların iskele başı vardiyasını alıp, lumbar ağzında hem vardiya tutuyor, hem ders çalışıyor. Benim ettiğim onun iyiliğinedir. Varsın bana kızsın, isterse küfür de etsin ama elbet bir gün anlar beni’’ dedi.

         2. kaptan ‘’Tamam Reis’’ dedi. ‘’Bildiğin gibi yap.’’ O zaman utandım Babaka hakkında düşündüklerimden. Bir daha da hiçbir sözüne itiraz etmedim. Zaten itiraz hakkımda olamazdı ya. İstanbul’a gelince de izin sıram geldiği için ayrıldım senelik iznime.

         Sonra yurtdışına gittim ve ayrıldım sarı bacadan. Ama gönül bağım hiç kopmadı. 1970 yılında kaptanlığın ilk basamağına adım attım. Kıyı kaptanı ehliyetini aldım. O yıllarda nakliyatta sendikada çok büyük değişiklikler oldu. Sendika adeta devlet içinde devletti. Hiç bir işe alma, işten çıkartma, tayin sendikanın haberi ve izini olmadan yapılmaz oldu. Sendika ağalığı kuruldu resmen. İslam Sarı’nın kardeşi Hüseyin Sarı sendika ağası oldu. Despot bir kişiliğe büründü. Onun bu astığı astık kestiği kestik durumu 1980 askeri darbesine kadar sürdü. Bu arada da tabi üç kardeş Sarı’lar çok ah ve beddua aldılar. Ben yurt dışında olmam hasebi ile hiç ilgilenemedim ama duydum ve gördüm olayları. Fakat Babaka’nın rahmetli 2.miz Çakal Mesut Kaptan’la olan konuşması hiç aklımdan çıkmadı ve Babaka’ya olan minnetim azalmadı.

                  Perşembe günü sabahı Aliağa’da iç limanda tabakçı restoranın karşısında sahile yakın bir mesafede demirliydim. Kamara da oturmuş baş makinist Ali ağabey ile çay içip muhabbet ederken bir gemici geldi. Süvari Bey sahilden biri bağırıyor gemiye gelmek için gidip alayım mı dedi? Tabi oğlum fırla dedim. Gemici bordaya bağlı bota atladı. Çala kürek gitti sahile. Bizde Ali ağabey ile güverteye çıktık. Gelen tahminim üzere Babaka’ydı. Çok sevindim. İlk ağızda eski bir ustama iş vererek ona olan  mihnet borcumu ödemiş oluyordum. Ayrıca meslek açısından gemide bir gemicilik duayeninin bulunması benim için bir şanstı. Çünkü Babaka’nın meslek bilgisi hepimizin fevkinde idi gemicilik açısından.

         Bot bordaya yanaştı. Babaka’nın valizini bizzat kendim çekip aldım güverteye ince ile. Güverteye ayak basınca elini öptüm ,kamarama götürdüm. Kahvaltı istemedi, çay söyledim. Hala müteredditti. Benim gemideki konumumu bilmiyor veya bilmiyor görünüyordu. Öte yandan personel de bir tuhaf bakıyordu bu ufak tefek ihtiyara. Gemi kaptanının gösterdiği saygıyı anlayamıyorlardı.

         ‘’Torun’’ dedi Babaka. ‘’2. Kaptan kimdir?’’

 ‘’Tanımazsın Babaka’’ dedim. ‘’Yenilerden bir tıfıl, İzmirli. İzin verdim, yarın gelecek.’’ Bir baktı yüzüme. Sen kimsin diyecekti, diyemedi, bocaladı. Bende dedim hasbelkader bu geminin süvarisiyim işte.

         Sevinçle ışıldadı gözleri. ‘’Eh torun’’ dedi. ‘’Çok çaluştun, çok uğraştın amma elhamdülillah sonunda Kaptan oldun da. Allah hayırlı etsun. Ben de zamanında sana çok eziyet etmiş idum ha’’ deyince, ‘’Ustam dedim senin o eziyetlerin beni bugün kaptan etti.         Allah razı olsun. Gönlünü ferah tut. Ben senin rahmetli Çakal Mesut Kaptan ile konuşmalarını da duydum. Senin ne sebeple bana öyle davrandığını bilmiyorum sanma. Sağol Babaka’’ dedim. Sevindi ihtiyar.

         Ertesi gün izinden gelen ikinci kaptana da Babaka’yı tanıtıp gereken talimatı verdim.

         Armatöre; Süvari, gemiye gelen Reis’in elini öptü. Valizini kendi taşıdı diye anlatmışlar. Nüktedan adamdı rahmetli armatör. Bir gün olayı sordu bana. Anlattım. ‘’Biliyorsunuz, ben mektepli değil, ameliden yetişmiş bir kaptanım. O adam benim ustamdı’’ dedim. ‘’Daha ne tür davranmalıydım?’’ Rahmetli yüzüme baktı, gülümsedi ve ‘’Vefalı insansın Kaptan, çok vefalı’’ dedi.

         Sonradan öğrendim Babaka’dan ki bir kardeşleri vardı ben tanımazdım nakliyatta gemici. Kanada açıklarında deniz almış güverteden. Nehir tipi gemilerden birindeymiş. HÜSEYİN Sarı ise sendikanın lağvından sonra lostromo olarak çalışırken hap olan bir ambarın kapaklarının kapatılmasına nezaret ederken kopan çeki telinin yol açtığı kapak kayması esnasında iki kapak arasında kalarak ezilip hayatını kaybetmiş.

         Babaka emekli olmuş. İş buldukça çalışıyormuş işte. Kızı kocasından ayrılmış, iki çocuğu ile sığınmış baba evine. Velhasıl bir aile dramı.

        

          Ayrıldım beş ay kadar sonra gemiden. Babaka devam etti. Sonra duydumki hastalanmış. Oda ayrılmış. Uzak seferlere başladım. Aradan  üç - dört yıl geçti. Bir gün piyasada öğrendim Babaka’nın bir yıl kadar önce illet-i seretandan gök gemisine tayin olduğunu. Şimdi orada da Kaptan adaylarını eğitiyordur eminim.

         Pruvan neta, rüzgarın kıçtan olsun Babaka.

                                                                  09.10.2007 M/T Prinkipo

                                                                           Bata Adası/Afrika     

 

google