Avrupa’nın Zangocu Micro Macro(n), Fransa ve Avrupa Birliği - 2
11 Kasım 2020, Çarşamba 21:28Avrupa’nın Zangocu Micro Macro(n), Fransa ve Avrupa Birliği - 2
17. yüzyıldan itibaren Anadolu toprakları üzerinden Doğu Akdeniz’i kontrol etmek isteyen ve bu amaçla Ermenileri kullanan Fransa devleti, İngiltere, ABD ve Rusya ile birlikte, Kurtuluş Savaşı öncesi ve sonrasında içimizde bizlerle birlikte yaşayan Ermenileri Müslüman Türk Milletine karşı kışkırtarak, yüzbinlerce Türk’ün Ermeniler tarafından katledilmesine sebep olmadı mı?
Bu Fransa, Ermenilerin bağımsızlık ve toprak talepleriyle isyan etmelerinde önemli bir rol oynamadı mı? Ermenilerin de yaşanan bu ihanet sürecinde, bütün bir millet olarak yaşadıkları dramların en büyük sorumlusu İngiltere, ABD ve Rusya ile birlikte bu Fransa değil mi? Fransa, Ermenilere verdiği desteği ve Ermenilerle işbirliğini Kurtuluş Savaşı boyunca sürdürerek, Anadolu’dan tahliye ettiği isyancı Ermenilerden oluşan üç taburluk askeri gücü, Kıbrıs’ın Monarga köyünde eğitip, silahlandırdıktan sonra Urfa, Antep ve Maraş’ın işgalinde ve yerel halka karşı yapılan katliamlarda kullanmadı mı?
Fransa, bütün bu tarihi düşmanlıklar ortada dururken, güya yapılan Lozan Barış Anlaşması ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü tanıyan ve kendilerinin de imzası olan bu anlaşmayı, son 50 yıldır “bilinçli-istekli ve fiili olarak” tanımadığını gösteren her türlü siyasi, politik, askeri ve terör organizasyonlarının içinde bilfiil planlayıcı, destekleyici ve yönlendirici olarak yer almadı mı?
Fransa, Avrupalı diğer devletlerle birlikte ASALA Ermeni Terör Örgütü’nün, Türkiye Cumhuriyeti’nin yurtdışı temsilciliklerinde görevli büyükelçi, konsolos, ateşe, güvenlik görevlisi vs. vatan evlatlarına ve onların eşleri, çocukları, aile bireylerine karşı yapılan kanlı terör saldırılarına, onların şehit edilmelerine göz yummadı mı? Yakalanan Ermeni teröristlerinin çok düşük ceza almalarını, çoğunun da serbest bırakılmasını sağlamadı mı? Fransa 1937 yılında ilk Ermeni soykırım anıtını açmadı mı? Sömürgeci ve soykırımcı Fransa, Anadolu’da istediği düzeni ve sömürge yapısını kuramadığı için aynı hırs ve histeri ile günümüze kadar 40’dan fazla soykırım anıtını kendi topraklarında dikmedi mi? Türkiye’nin Paris Büyükelçisi İsmail Erez’in, 1975 yılında ASALA (Ermenistan’ın Kurtuluşu için Ermeni Gizli Ordusu) tarafından şehit edilmesiyle başlayan süreçte, ASALA’nın gerçekleştirdiği 37 eylemle Fransa ASALA’nın Türklere karşı en çok terör eylemi gerçekleştirdiği ülke değil mi?
Fransa, 1998’ten başlayarak günümüze kadar Parlamentosunda Türkiye’yi soykırımla suçlayan birçok karar çıkarmadı mı? Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğini engellemek adına 1987’de Avrupa Parlamentosu’nda ilk Ermeni Soykırımı kararını çıkartmak için bütün siyasi altyapıyı hazırlayıp, kararın çıkmasını sağlamadı mı? Fransız Anayasa Mahkemesi Fransız Parlamentosunda alınan bazı kararları iptal etmesine rağmen, Fransız Anayasa Mahkemesinin verdiği iptal kararlarından ve AİHM’nin Perinçek davasında verdiği karardan sonra Fransız yönetiminin geri adım atması beklenirken, gerçek soykırımcı ve sömürgeci bir ülke olan uygarlığın ve insanlığın yüzkarası Fransa yönetimi, hukuki ve tarihi gerçekleri görmezden gelerek yüzyılı aşkın bir süredir Ermeni tezlerine desteğini sürdürmeye devam etmiyor mu?
Fransa, kendi topraklarında Dünya Ermeni Kongrelerinin toplanmasına her türlü siyasi ve ekonomik desteği vererek, Ermenilerin Türkiye’den toprak talep etmeleri için, Türkiye ve Türklere karşı her türlü düşmanlığı yapmadı mı? Türkiye’mizin Doğu Anadolu Bölgesi’ni Ermenistan’a veren Sevr Anlaşması’nın imzalanmasının 100. yıldönümünde yani bu yıl 10 Ağustos 2020’de, anlaşmanın imzalandığı Paris’e 3 km mesafede bulunan Sevr kentindeki, Seramik Müzesi'nde (Musée National de Céramique) kutlama programı yapmadı mı?
Aynı Fransa devleti kendi toprakları-sınırları içinde, Türkiye’nin Doğu Anadolu Bölgesi’ni kendi sınırları içinde gösteren sözde Batı Ermenistan Cumhuriyeti’nin aktif olarak çalışmalar yapmasına, her türlü siyasi desteği ve izni vermiyor mu?
Burada Azerbaycan’a karşı yapılan haksızlığa değinmeden olmaz.
Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın ve Rusya’nın desteğini arkasına alan Ermenistan, 30 yıldır Azerbaycan Türkleri’nin kendi toprakları olan Dağlık Karabağ’ı işgal ederken, buralarda Ermeniler tarafından Azerbaycan Türkleri’ne karşı yapılan katliamlara, bütün bir Avrupa ve ABD sessiz ve seyirci kalmadılar mı? 1989-1992 arasında, Ruslar tarafından Azerbaycan ordusu dağıtılıp, silahları ellerinden alındıktan sonra, Ermenistan’ın silahlandırılıp Dağlık Karabağ’ı işgal etmesini sağlayanlar, Fransa, Rusya değil mi?
Birleşmiş Milletler tarafından Ermenistan, Dağlık Karabağ ve Azerbaycan’da işgalci devlet olarak anılıp, alınan kararlarla kınanıp, işgal ettiği topraklardan çekilmesi gerekirken, bu terörist devleti koruyan, kollayan Fransa, ABD, Rusya ve Avrupa Birliği değil mi?
26 Eylül 2020’de Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ dışındaki topraklarına, özellikle Bakü-Tiflis-Ceyhan doğalgaz boru hattının ve Bakü-Tiflis-Kars demiryolu hattının geçtiği bölgeye saldırmasına ses çıkarmayanlar Fransa-ABD-Rusya ( sözüm ona 30 yıldır sorunu çözecek olan MİNSK Grubu) değil mi?
Ermenistan bu kirli savaşta, üç defa ateşkes isteyip, üçünü de bozarak, gece saatlerinde Azerbaycan’ın savaş bölgesi dışındaki kentlerine, sivil insanlar kadın, çocuk, yaşlı, genç bütün bir halk uykudayken, uzun menzilli füzelerle saldırıp, onlarca Azerbaycan Türkü’nü katledip, yüzlercesini yaralarken, hiçbir kınama ve yaptırım uygulamayan, bunlara adeta gözlerini kapayan, Avrupa, ABD ve Rusya değil mi? Bu ateşkesleri fırsata çevirip, füzesi biten Ermenistan’a, sivil kargo uçakları ile, mühimmat ve terörist savaşçıları Suriye, Lübnan ve Kıbrıs’tan taşıyan Yunan kargo uçakları değil miydi? Dağlık Karabağ’da Ermenistan askerlerinin başında Güney Kıbrıs Rum Ordusu’nun bir Korgenerali de bulunmadı mı?
Türkiye’nin başına adeta Bermuda Şeytan Üçgeni gibi, köşe başlarını Yunanistan-Ermenistan-Güney Kıbrıs Rum Bölgesi’nin tuttuğu, şer ve şeytan üçgeninin oluşması için her türlü siyasi, askeri ve ekonomik altyapıyı başta Fransa olmak üzere AB, ABD ve Rusya hazırlayıp, destek vermedi mi?
Bütün Dünyayı 100 yıldır yaptıkları gibi soykırım yalanı ile aldattıkları şekilde, yine yazılı ve görsel medyayı kullanarak, Ermenistan’ın başkenti Erivan’a CNN, BBC, ITN, France 24, DW, Fox TV, CNBC vs. bütün önemli TV kanallarını ve gazetelerini gönderip, bir Türk saldırısı daha doğrusu bir Türk karşı cevabı beklemediler mi? Bu cevap verilseydi, onların da sivil yerleşim yerlerine füze saldırısı yapılıp, sivil can kayıpları olsaydı, bu ahlaksız oyunu tüm Dünyaya, “yetişin ey Dünya Türkler Ermenileri yine soykırıma uğratıyor” diye feryat figan sahte gözyaşları ile algı operasyonları yapılmayacak mıydı? Ki Ermenistan Başbakanı Paşinyan, ilk günlerde bu yalan haberi yayarak, tüm Dünyadan yardım istemedi mi? Bu yalan rüzgârının en büyük destekçileri Fransa ve Avrupa değil miydi?
Aynı şekilde, Ermenistan’ın günlerdir uluslararası hukuku çiğneyip, savaş suçu işleyerek gece insanlar uykularındayken sivil yerleşim alanlarına yaptığı onlarca füzeli saldırıyı, bu saldırılarda işlenen katliamları görmezden gelenler, gerek televizyonlarında gerekse gazetelerinde hiçbir şekilde göstermeyenler, Dünyanın sözde insan hakları savunucusu, demokrasi havarileri, sözüm ona kalemlerini satmayan doğru-dürüst gazeteleri, televizyonları sömürgeciliğin renkli PR’ını yapanlar CNN, BBC, France 24, DW, ITN, CNBC, Fox TV, vs. değil miydiler?
ASALA’nın, matruşka kardeşi olan PKK terör örgütünün asıl kurucu ve planlayıcı üst aklı ABD ile birlikte Fransa değil mi? 40 yıldır Türkiye’yi terör eylemleri ile kan gölüne çeviren PKK’ya her türlü siyasi, ekonomik, askeri ve lojistik desteği ABD ve Fransa başta olmak üzere Avrupa Birliği sağlamadı mı? 1987’den itibaren göreve gelen bütün Fransa başkanları, üç harfli terör örgütleri PKK-YPG-PYD’nin elebaşlarını, üst düzey teröristlerini, Fransa Devleti’nin başkanlık sarayı olan Elysee Sarayı’nda, çıkarları doğrultusunda kullanmak istedikleri farklı tarihlerde ağırlayıp, misafir etmediler mi? Avrupa Birliği’nin merkezinde Brüksel’de, ayni teröristler için toplantılar yapılmadı mı? Türkiye aleyhine her türlü kirli propagandanın bu örgütler tarafından yapılmasına izin vermediler mi? Suriye’nin kuzeyinde PKK-YPG-PYD’nin işgal ettiği yerleşim alanlarında irtibat sağlayabilmesi, teröristlerin rahat hareket edebilmesi, vur-kaç eylemlerini yapabilmesi için, yeraltı tünellerini inşa eden, Fransa devletinin izni ve desteği ile çalışmalar yapan Fransız La Farge çimento şirketi değil mi?
Fransa, hem ASALA’nın hem de matruşka kardeşi PKK-YPG-PYD’nin Türkiye’den toprak taleplerini destekleyen toplantılara ev sahipliği yapmadı mı? Bu toplantılarda Türkiye’den koparılmak istenen topraklar sözde Büyük Ermenistan ve Kürdistan haritaları içinde gösterilip, asılmadı mı? NATO toplantılarında bu haritalar asılarak-açılarak askeri brifingler verilmedi mi?
NATO tatbikatlarında, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın resimleri silahlı atışlarda hedef olarak gösterilmedi mi?
Doğu Akdeniz’de uluslararası deniz hukukuna uygun olarak hesaplanan koordinatlar dâhilinde “Mavi Vatan” sınırlarımızı belirleyerek yaptığımız Libya Anlaşması’nı tanımayan, başta Fransa olmak üzere Avrupa Birliği değil mi? Bu anlaşmayı, Fransa’nın bütün kirli oyunlarına, engelleme çabalarına ve entrikalarına rağmen, Birleşmiş Milletler yasal ve uluslararası deniz hukukuna uygun bularak onayladığı halde, bu onayı görmezden gelerek, hala haydutluk peşinde koşan, Doğu Akdeniz’de hem Türkiye’nin hem de Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ulusal haklarına “çökmeye çalışan”, Avrupa’yı da yanına alarak, Yunanistan’ı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni ve Mısır’ı Türkiye aleyhine kışkırtan ve ateşin içine atmak isteyen, aynı sömürgeci ve ikiyüzlü Fransa değil mi?
Libya’da Birleşmiş Milletler tarafından tanınan Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni tanımayıp, Libya’nın adeta ikiye bölünmesini isteyen, ABD tarafından korunup, ileri plan safhasında Fransa’nın kucağına verilen Hafter’e her türlü silah yardımını yapan Fransa değil mi? Bu bölgede oynanan kirli oyunda, kuruluş karakterleri gereği kullanışlı İngiliz kumaşı olarak görev yapan BAE ve S.Arabistan’a silah satıp, aynı silahların Libya’da Hafter’e ulaştırılması talimatını veren ve bu silahlar yakalanıp, kirli oyun açığa çıkınca, Micro Macro(n)’un pişkin gülme edası ile, o silahları BAE’ye satmıştık diyen sahtekar Fransa değil mi?
Ve daha onlarca haksız, hukuksuz, insan haklarını daha doğrusu insanlığı ve vicdanı ayaklar altına alan sahtekârlık ve ikiyüzlülükle perdelenmiş, önyargılara dayalı kin ve nefret dolu Avrupa’nın gerçek yüzüdür bu. Ne 1995’te Bosna Hersek’te, Hollanda’nın gözetiminde Sırplar tarafından Müslüman Boşnaklara yapılan Srebrenitsa katliamını, ne de 1992’de Ermenilerin ve Rusların Azerbaycan Türklerine karşı birlikte yaptığı Hocalı katliamını unutmak mümkün değildir. Bu katliamlar aslında bugün Doğudan, Batıdan ve Güneyden hem karadan hem de denizden kuşatılmaya çalışılan ülkemizin, Türkiye’nin sınırlarının ve savunmasının aslında nereden başladığının kanıtıdır aslında.
Bütün bu yaşananları, birbirinden kopuk ve her birini kendi içinde ayrı ayrı değerlendirme gafletine ve saflığına düşenler, gerçeklere gözlerini kapayıp kafalarını kuma gömerek, açıkta kalan yerleri ile sadece gaz çıkarıp ortalığı bozarak, belli bir süre yarattıkları sisli hava ile meşgul etmiş olurlar. Halbuki düşünülmesi gereken sadece yaşanılan anlar değildir. Asıl düşünülmesi ve tedbir alınması gereken Devletimiz, milletimiz, birlik ve beraberliğimiz, geleceğimiz ve çocuklarımızdır. Tıpkı, sömürgeci Batı’nın ve onların dâhili ve harici uşaklarının, kendi çıkarlarını düşündükleri, kendi çıkarlarına sahip çıktıkları gibi.
Dolayısıyla, Micro Macro(n)’a verilen cevap eksik kalmıştır. Bu genç ergene verilen cevap, “ülkemizin demokrasisine ve milletimizin iradesine yapılan büyük saygısızlık” şeklinde kısa ve klişe şekilde olmuştur.
Halbuki yukarıdaki ifadeye ek olarak ve daha gür bir sesle şunların da dile getirilmesi ve bütün Dünya kamuoyuna aktarılması gerekirdi. Şöyle ki;
“Fransa, her daim olduğu gibi, Avrupa’nın sözde liderliğine soyunarak, boyundan büyük işlere kalkmaktadır. Ve tarih boyunca süre geldiği gibi, Türk Milletine ve Türk Devleti’ne karşı kin ve nefretle kutsadığı ön yargılarla, görünürde sadece Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanına karşı değil, aslında Türk Milletine ve Türk Devletine karşı düşmanca tavırlar sergilemektedir. Türk Milleti’nin bağımsızlığının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının hazımsızlığını 100 yıldır çekmektedir. Bu milletin ve bu devletin asıl düşmanı, ülkemiz ve milletimizin aleyhine Fransa ve iş birlikçileri tarafından kurulan terör örgütlerini kullanarak, uluslararası hukuku hiçe sayarak teröre ve teröristlere açıkça destek veren Fransa Devleti başta olmak üzere, sömürgeci Avrupa ve onun eteğindeki çocuklarıdır.”
Gazi Mustafa Kemal Atatürk şu sözüyle aslında, Lozan Barış Anlaşması’ndan sonra Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl davranması gerektiğini çok açık dile getirmiştir.
“Bugün vardığımız barışın ebedî barış olacağına inanmak saflık olur. Bu o kadar önemli bir gerçektir ki, ondan bir an bile gaflet, milletin hayatını tehlikeye sokar. Şüphesiz, hukukumuza, şeref ve haysiyetimize saygı gösterildikçe, mukabil saygıda asla kusur etmeyeceğiz. Fakat ne çare ki, zayıf olanların hukukuna saygının noksan olduğunu veya hiç saygı gösterilmediğini çok acı tecrübelerle öğrendik. Onun için, her türlü ihtimallerin gerektireceği hazırlıkları yapmakta asla gecikmeyeceğiz.”
Ancak, 1938’den sonra, bu söz ve öğüt adeta unutulmuş, unutturulmuş, özellikle Atatürkçülük maskesi altında gardrop Atatürkçülüğü’nün yılmaz savunucuları tarafından, “Yurtta barış Dünyada barış” klişe sözü içine adeta Türkiye hapsedilmiştir. Bu sözün bana hatırlattığı en acı gerçekler ise, Türk Milli Savunma Sanayi’sinin ve Türk ekonomisinin hangi tarihlerde, hangi gerekçelerle, hangi ülkelerin planlı-programlı faaliyetleri ile bilinçli bir şekilde önünün kesildiğidir.
Bütün bunların yanında, elbette ki en önemlisi de gaflet ve dalalette olmamak. Çünkü bir devleti yönetmek için, bütün bir milletin sorumluluğunu almak için, yüksek ahlak sahibi ve yüksek sorumluluk bilinci olmazsa olmazdır. Siyasi, ekonomik ve askeri bütün tedbirleri ve bütün ihtimalleri göz önüne alarak planlı ve programlı bir şekilde ilerlemek zaruridir. Çünkü her mevki ve makam bir şekilde hatayı kaldırabilir. Ama bir devleti yönetmek, devlet kademesinde sorumluluk almak, değil hatayı, hata ihtimalini dahi kaldırmaz. Kaldıramaz. Çünkü, bu topraklar, hata ihtimaline dahi izin vermiyor. Bu ihtimale izin vermeyecek kadar değerli. Ne de olsa, yüzyıllardır yaşananlar ortada.
Bu da ayrı bir yazı konusu tabii ki.
11/11/2020
Ömer Faruk ERTEM
