yeni
İstanbul
29 Nisan, 2025, Salı
  • DOLAR
    32.30
  • EURO
    35.15
  • ALTIN
    2406.9
  • BIST
    10401.67
  • BTC
    67490.92$

AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE

14 Aralık 2020, Pazartesi 14:10

AVRUPA BİRLİĞİ VE TÜRKİYE

10 Aralık 2020 Avrupa Birliği Liderler Zirvesi sonuç bildirgesinde, Türkiye’ye her zaman olduğu gibi, üst katlardan bakan ev sahibi modunda, kendilerine göre dikkate alınması gereken ve son şans olduğu vurgulanan “Suriye’de, Libya’da, Kıbrıs’ta, Ege ve Doğu Akdeniz’de, Karabağ’da demokratik teamüllere uygun, insan haklarına saygılı, barış ortamını bozan kışkırtıcı davranışlardan kaçınılması ve uluslararası hukuka uygun davranmasına” yönelik uyarılar, parmak sallamalar çıktı. Aldık, yan cebimize koyduk.

Yunanistan Başbakanı Miçotakis geçen hafta ne demişti?

“Türkiye ile olan sorunlarımızı, Avrupa Birliği-Türkiye sorunu haline getirmeyi başardık!”

Bu açıklamadan birkaç gün önce Türkiye, MSB kanalı ile bir açıklama yapmıştı. Neydi bu açıklama?

“Yunanistan NATO kapsamında yapılması planlanan toplantılara katılmamaktadır. Toplantıları akamete düşürmek için sürekli sorun çıkarmaktadır. İstikşafi görüşmelerine gelmemektedir.”

AB liderleri bütün bu gelişmeleri görmüyorlar mı?

Elbette görüyorlar.

Ege’de ve Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuku hiçe sayanların hangi ülkeler olduğu, biliniyor. Yunanistan’ın kendilerine ait olmayan adaları hiçbir hak ve hukuki dayanağı olmadan fiilen işgal ettiği biliniyor. Lozan ve Berlin Anlaşmaları’na aykırı olarak silahlandırdığı, askeri üsler kurduğu biliniyor. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de kendi yetki alanlarında arama ve sondaj faaliyetleri yaptığı halde, buna karşı çıkanlar hangi ülkeler biliniyor.  Libya’da Birleşmiş Milletler’in tanıdığı resmi ve tek yetkili UMH (Ulusal Mutabakat Hükümeti)’yi devirmek, etkisiz hale getirmek ve Türkiye ile olan ilişkilerini ve yapılan anlaşmaları akamete uğratmak için, terörist ve darbeci, katil, hırsız Halife Hafter’i kimlerin koruduğu, kolladığı, son derece modern silahlarla desteklediği biliniyor. Ve en önemli nokta da; Libya’nın resmi temsilcisi UMH ile Türkiye arasında yapılan “Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Mutabakat Muhtırası” anlaşmasının Birleşmiş Milletler tarafından onaylanması ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de Libya ile olan deniz sınırının kesinlik kazandığı biliniyor. Suriye’de oldu-bitti oyunları ile PKK-YPG-PYD-İŞİD-DEAŞ-SDG vs. alfabe zincirli “Matruşka Terörist Örgütler”in oluşumların hangi ülkeler tarafından kurulup, gerek askeri, gerekse finansal açıdan desteklediğini ise, dışarda top koşturan çoluk çocuk dahi biliyor. En önemli itiraf ABD Başkanı Trump’tan gelmişti. Ne demişti Trump?

“İŞİD’i Barack Obama kurdu ve bu duruma neden oldu!”

Suriye’de, bütün bu matruşka terörist örgütlerin kurşun askerleri tarafından yıllardır “doldur-boşalt” oyunu ile, kurulması planlanan “terör devleti” için saha temizliği, alan temizliği, nüfus ve demografik yapı temizliği yapıldı. 30’dan fazla ülkenin ama 1, ama binlerce askerle dahil olduğu koalisyon gücü altındaki, uyur-gezer askeri birlikleri, güya bu alfabe terör örgütleri ile yıllarca mücadele etti. Yıllarca bir sonuç alınamadı. Çok zor dendi. Uzun yıllar alacak dendi. Türkiye, tek başına Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Fırat Kalkanı harekatları ile, 10.000’den fazla alfabe sıralı, matruşka terör örgütlerinin kurşun askerlerini yok etti. Yüzbinlerce sivilin hayatını kurtardı. Terör devletinin oluşumunu engelledi. Bütün bu süreçte, başta ABD, Fransa olmak üzere hangi ülkelerin bu alfabe terör örgütlerine binlerce tır silah ve malzeme yardımı yaptığı biliniyor. Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, BMGK, AGİT vs, alfabe çadır tiyatroları tarafından, bütün bunlar bilinmiyor mu?

Elbette biliniyor!

Azerbaycan, yaklaşık 30 yıldır Ermenistan işgali altında bulunan kendi topraklarını kurtarmak için, kendi sınırları içinde “Ermeni teröristlere” karşı, askeri operasyon yaptı. 44 gün içinde işgal altındaki topraklarını temizledi ve geri aldı. Yapılan tüm operasyonlar başlamasından, bitişine kadar ve bu süreç boyunca tüm askeri birliklerin harekât ve davranış fonksiyonları, “savaş şartlarında uyulması mecburi insan hakları ve uluslararası hukuk kurallarına” göre tam ve noksansız bir şekilde dikkatle uygulanarak yerine getirildi. Azerbaycan, bu operasyonu yaparken tamamen kendi finansal ve askeri gücünü kullandı. 30 yıl önce, Ermenistan’ın kendi askerinin kanı dökülmesin, kendi yurttaşlarının canı yanmasın diye, SSCB döneminde Azerbaycan’ın ordusu ortadan kaldırılmıştı. Silahları ellerinden alınmıştı. Askerleri terhis edilip, savunmasız bir ülke haline getirilmişti. Ermenistan, bu hali ile Azerbaycan’a ait toprakların %20’sini işgal edip, yüzlerce Türkü katledip, milyonlarca Türkü sürgün etmişti. Azerbaycan, 30 yıl boyunca, önce ordusunu kurdu. Askeri personelini eğitti. Silah alımı yaptı. Bunları kullanacak askerini yetiştirdi. Kendi parası ile, Rusya’dan, İsrail’den, Türkiye’den ve diğer devletlerden aldığı silahları ve araçları kullandı. Tıpkı, her “onurlu ve haklı” devletin yaptığı gibi.

Buna karşılık, Ermenistan devletinin adeta bu operasyonun başlamasına neden olmak için ve hiçbir geçerli ve mantıklı sebep ortada yokken, Azerbaycan’ın topraklarına durup dururken saldırması, topçu ateşleri ile tahrik etmesi, Azerbaycan’ın karşı operasyonu başladığı andan itibaren de, Ermenistan tarafından “tamamen insanlık dışı ve savaş suçu olan”, “ahlaksızca ve soysuzca bir davranışla” sivil yerleşim yerlerinde gece uykularında olan sivilleri hedef alarak, füzelerle yüzlerce kişiyi katledip, yaralaması görmezden gelindi. Ve bu “savaş suçları” işlenirken, sözüm ona “insan hakları ve demokrasinin beşiği Avrupa”nın yazılı ve görsel basın kuruluşlarında, gazetelerinde, televizyonlarında bu konular gündeme getirilmedi, Görmezden gelindi. Bu insanlık dışı savaş suçları Azerbaycan topraklarında işlenirken, Erivan’da bulunan dünyanın gözü kulağı, güya dürüst ve ilkeli basın kuruluşlarından hiç kimse, ne Bakü’ye, ne de diğer Azerbaycan şehirlerine gittiler. Olup bitenleri görmezden, duymazdan geldiler. Yıkılan binlerce evden, parçalanmış bedenlerden, feryatlardan, ağıtlardan hiç bahsetmediler. Bir kare görüntü dahi vermediler. Hâlbuki niyetleri farklıydı. Bu saldırıları Ermenistan yaparken, hep birlikte Azerbaycan’ın da tıpkı Ermenilerin yaptığı gibi, Ermeni şehirlerini bombalaması için, uyuyan Ermeni sivilleri füzelerle vurması için duaya çıkmışlardı. Hatta, devlet adamı kimliğinden yoksun Ermenistan Başbakanı Paşinyan, adeta bunun için taklalar attı. AB’yi, NATO’yu, BM’yi, AGİT’i Türkiye aleyhine aynı cephede buluşturmak için Avrupa’da gitmediği kapı, ağlamadığı mekân kalmadı. Oysa, karşısında Türkiye değil, Azerbaycan halkı ve ordusu vardı.

Hal böyle iken, AB ne dedi?

“Türkiye’nin Karabağ’daki tutumu endişe verici ve Türkiye bölgede çözümü güçleştiriyor!”

Türkiye’nin, Doğu Akdeniz, Suriye, Libya, Kıbrıs ve hatta Kafkasya’da adeta kuşatılması için, uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve menfaatlerinin görmezden gelinerek, siyasi, ekonomik ve askeri yönden kıskaca alınarak, zayıflatılması ve ülke olarak bir kaosun içine sürüklenmesi için başat rol oynayan ikiyüzlü ülkelerden biri olarak karşımıza sürekli Fransa çıkıyor.

Bu ülkenin hem senatosu hem de ulusal meclisi Dağlık Karabağ’ı bağımsız cumhuriyet olarak tanıdılar.

Dağlık Karabağ, tarihinin hiçbir döneminde bir yerel otonom bölge veya bağımsız devlet, ülke, vs olmamıştır. Bu bölge Azerbaycan’ın kadim topraklarıdır. Tıpkı Türk İrevan Hanlığı’nın Çarlık Rusya tarafından, bölgenin asıl sahipleri Azerbaycan Türkleri katledilerek, sürgün edilerek yıkılıp, yerine Erivan kentini kurup, Ermenistan devletini yapay olarak oluşturduğu topraklar gibi.

Birleşmiş Milletler’in, Ermenistan işgali başladığı tarihten itibaren farklı tarihlerde Dağlık Karabağ’ı Azerbaycan toprağı olarak ilan etmesi ve bunun da tüm Dünya tarafından kabul edildiği ortadayken, Ermenistan’ın bu topraklarda işgalci olduğu açıkça belirtildiği halde, Fransa’nın bu kararı alması hangi hukuka, hangi hakka ve hangi devlet geleneğine sığmaktadır?

Fransa, aldığı bu kararla açıkça terörün ve savaşın destekçisi olduğunu ortaya koymuştur. Fransa bu pervasız ve sorumsuz bir şekilde, adeta bir çadır devleti olduğunu gösteren kararı alırken, insan hak ve hürriyetinin, demokrasinin, devletlerarası hukukun, ülkelerin sınırlarının zorla ve hukuk dışı bir şekilde değiştirilemeyeceğinin farkında değil mi? Elbette ki farkında!

Peki, bu alınan karara AB, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, BM, NATO, AGİT, vs alfabe çadır tiyatrolarından herhangi bir tepki, bir kınama, bir uyarı, bir ses çıktı mı?

Elbette ki hayır?

Başta Fransa olmak üzere, birçok Avrupa ülkesi, PKK/YPG terör örgütüne yıllarca destek vermediler mi? Hala bu destekleri devam etmiyor mu? Fransa devleti sınırları içinde “Batı Ermenistan Cumhuriyeti” isimli bir tiyatronun kurulmasına izin vermediler mi? Ülkemizin parçalanması için bu saldırgan ve düşmanca davranışı sürekli göstermediler mi? Ermeni teröristleri sürekli besleyip, koruyup, gözetmediler mi? PKK/YPG terör örgütü liderlerini başkanlık saraylarında, parlamentolarında ağırlayıp, meclislerinde söz vermediler mi?

Bütün bu ahlaksızca yapılan saldırgan ve düşmanca davranışlara sözüm ona demokrasi beşiği, insan hakları savunucusu Avrupa’dan bir ses çıktı mı?

Elbette ki hayır!

Veya tersten bakalım konuya.

Türkiye Büyük Millet Meclisi, Avrupa Birliği, BM, AGİT, NATO üyesi ülkelerden Fransa’nın yönetiminde olan Korsika’yı bağımsız bir cumhuriyet olarak tanısa veya İspanya’nın Katalonya bölgesini bağımsız bir cumhuriyet olarak tanısa sizce buna sessiz kalırlar mı? Bu duruma kör ve sağır kalırlar mı? Elbette ki hayır!

Ama neden tepki göstersinler ki?

Senin Gazi Meclisinin içinde, bu devletin, bu milletin bağımsızlığının mimarı meclisinin içinde, TBMM’de, kürsü dokunulmazlığı adı altında, sürekli vurdumduymazlıklar yapılıyor. Kıbrıs’taki Rum yönetimi için, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti diyenler var. Güya bu milletin vekili Rum tarafına Kıbrıs Rum Cumhuriyeti derken, bu ifadeye ses çıkarmayan, sıralarında sessizce oturup dinleyen vekiller var. Türkiye Cumhuriyeti’mizi Kıbrıs’ta işgalci devlet, Türk askerini ise işgalci güç olarak görenler var. Bu ülkede, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki uluslararası hukuktan kaynaklanan, vatan toprağı ile aynı kutsal bütünlüğe sahip yetki alanlarındaki hak ve hukukunu korumak için Libya UMH ile yapılan anlaşmaya karşı çıkıp, bu anlaşmayı ayakta tutabilmek için, sömürgeci emperyalist ülkelere boyun eğmemek için Libya’ya gönderilen Mehmetçiklerimiz için, “Kaç para karşılığı gittiler?” diyen, Mehmetçiğe “Lejyoner-Paralı Asker” diyen, “Libya’da ne işimiz var?” diyecek kadar basiretsiz ve ülkenin milli çıkarlarından, vatan sınırlarının nerede başlayıp bittiğinden bihaber olan siyasilerimiz var. Bu ülkede, organik-yapısal bağları deşifre edildiği halde, yakalanan üyeleri tarafından açıkça itiraflar yapıldığı halde, “YPG terör örgütü değildir” diyen bu düşünce ve kafa yapısı ile, güya bu ülkenin yönetimine, geleceğine, varlığına ve bağımsızlığına, birlik ve bütünlüğüne yön verecek, kurulu devletimize sahip çıkacak siyasiler var. Ermenistan’a karşı Azerbaycan’ın haklı operasyonları başladığı gün, “Maalesef Türkiye üzerinden İslami cihadçılar Azerbaycan’a gidiyor. Türkiye Azerbaycan’a silah gönderiyor” diyen, güya bu sözleri ile bu ülkeye sahip çıktığını düşünen siyasiler var.  Ki bu ifadeler anında hem Türkiye hem de Azerbaycan tarafından yalanlanmıştır. Ancak, yapılan bu açıklama adeta, Avrupa ve ABD basınında anında kabul görmüş ve bu “basiretsizce, pervasızca ve bu ülke ve milletin evladına yakışmayacak şekilde” yapılan bu yalan ve iftira temelinde, Türkiye de bu sorunun içine çekilmek istenmiştir. İşte AB Liderler Zirvesi’nde Türkiye için Dağlık Karabağ paragrafının açılmasının asıl nedeni bu ifadeler ve bu ifadelerin peşinde koşan, ön yargılı ideolojik kör bakış açısı ile, iktidar partisine vurmak istenirken, aslında ülkemize vurulan darbedir. Birkaç gün önce, YPG/PKK/KCK’nın kadın yapılanmasının sözde yöneticilerinden Layika Gültekin, örgütün yayın organında itiraf gibi açıklamalar yaparken şu ifadeleri de kullandı; “Karabağ’a kadar gidip Ermeni askerlerle beraber savaşıyoruz. Ermenistan halkının istediği her zaman yanlarında oluruz” diyen Gültekin, YPG/PKK’lı teröristlerin Azerbaycan’a karşı savaştığını ifade etti. Bu desteği vermelerinin tek nedenini de şu şekilde dile getirdi; “Ermenistan’a destek vermemizin tek nedeni, Kuzey Irak’da yeniden oluşturulan yeni yapılanmamızda, Ermenistan’ın desteğini almak istememizdir”. Şimdi bütün bu açıklamalar, itiraflar ortada iken, ideolojik ön yargılı kör bakış açısı ile düşünce dünyasını oluşturan ( en azından ben böyle görüyorum-görmek istiyorum), bu ülkenin yönetimine talip olduklarını dile getiren siyasilere, ; “Siz ne yapmak istiyorsunuz?” diye bir kez daha sormak gerekmez mi?

İktidara karşı eleştiri elbette olacak. Şeffaflık konusunda takındıkları kısıtlayıcı, açık olmayan tutumları, Sayıştay raporlarının açık ve dürüst bir şekilde incelenmesine ve TBMM çatısı altında Milletin gözü önünde sonuçları ile beraber açıklanmasına destek vermemeleri, Türk siyasetinin, politikacılığı meslek haline getiren çıkarcı ve rant peşinde koşan kişiler nedeniyle, maalesef hastalığı haline gelmiş, eş-dost-akraba kayırmalarını, nepotist davranışın artık el insaf denecek boyuta vardığı, liyakatli yetişmiş kişilerin görmezden gelinerek, ben yaptım oldu şeklinde davranışlar sergilenmesi, ekonomik açıdan zor bir sürecin içindeyken, hala ayağı yere sağlam basan bir plan ve programın oluşturulamaması, 20 yıla yaklaşan iktidar süresince, iktidarın dahi itirafta bulunduğu milli eğitim noktasında istenilen seviyede, çağdaş-akılcı-milli kültür ve değerlerimize sahip, geleceğimiz olan dinamik neslin yetişmesi için gerekli ve zaruri yapılanmanın yapılamaması ve en önemlisi de, göz bebeğimiz Türk Ordusu’na yönelik yapılan hain operasyonları görmemek, görememek, bu hain girişimleri engellemek için gerekli tedbirleri zamanında ve yerinde almamak, bu tedbirleri almak için görevi layıkıyla yapacak “Vatan ve Millet” sevdalısı, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde, silah arkadaşları ve binlerce Mehmetçiğin kanları ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti’mizin kuruluş felsefesine sahip liyakat sahibi değerleri, yine ideolojik ön yargılı kör bakış açısı ile görmemek de elbette demokrasi kuralları içinde eleştirilecek. Bu eleştirilerle, bir daha kanmamak, kandırılmamak için, doğru yol bulunacak, ders alınacak.

Bu ülke, bu devlet, bu millet; hiçbir kişi, kurum, yapı ve ideolojik körlük içindeki oluşumların deneme-yanılma tahtası değildir. Bu etmenler kendileri için “demokrasi” içinde bir yaşam, bir hayat sebebi bulabilirler. Olabilir. Ancak demokrasi, “kurgulanmış oyun düzeni içinde”, milletin %50,01’i ( Bu oran doğru olandır, herkesin dediği %51 değil) oranında, ortak görüşü dâhilinde, ortak değerlerimizin bütünleştiricisi olduğu sürece, ortak paydamız bu ülke, bu devlet, bu bayrak ve bu millet olduğu sürece, birlik ve beraberliğimizin teminatıdır. Yoksa demokrasi; bölünmemizin, parçalanmamızın, iç savaşların ve bu kurgulanmış oyun düzeninin evrensel mimarı emperyalist sömürgeci ülkelerin ve onların kurucu akıl babalarının planlarının bir detayı olamaz.

Ama tüm bu demokratik eleştiriler, ister sağdan olsun, ister soldan olsun, ister ilerici-aydın, ister muhafazakâr, ister milliyetçi, hepsi de bu ülkenin, bu milletin ve bu devletin, milli birlik ve beraberliğine sahip çıkan, devleti ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne sahip çıkan, vatanın sınırlarının ve hatta tek bir karış toprağının, karası, denizi ve havası ile parçalanamayacağı şiarı ile olmalıdır. Bunu siyaseten yapabilenlere “Devlet Adamı” denilmektedir. Bu hedeften sapanlara, ülkemiz ve milletimiz için, devletimiz ve bayrağımız için böylesi hassas ve kırılgan dönemlerden geçerken, devleti ve milleti parçalamaya yönelik her türlü söz, söylem ve girişimlerde bulunanlara ise biz “vatan haini, satılmış, emperyalist uşağı” diyoruz.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’taki şu ifadeleri, devletini ve milletini önemseyenler için önemlidir.

Birlikte bir kez daha okuyalım.

“Şurada acıklı bir hakikat olmak üzere arz ediyorum ki, memleketimizde külliyetli ecnebi parası ve birçok propagandalar dolaşıyor. Buradaki gaye pek aşikârdır ki, milli hareketi neticesiz bırakmak, milli emelleri felce uğratmak, Yunan, Ermeni emellerini ve vatanın mühim parçalarını işgal gayelerini kolaylaştırmaktadır. Bununla beraber, her devirde, her memlekette ve her zaman görüldüğü gibi, bizde kalp ve asabı zayıf kavrayışsız insanlarla beraber, vatansız ve aynı zamanda refah ve şahsi menfaatini, vatan ve milletinin zararında arayan adi kimseler de vardır. Doğu işlerini (Bu bölümde günümüzde dahi devam eden duruma dikkat çekmektedir) çevirmede ve zayıf noktaları arayıp bulmakta pek usta olan düşmanlarımız, memleketimizde bunu adeta bir teşkilat haline getirmişlerdir. Fakat mukaddesatını kurtarma gayesiyle çırpınan bütün millet, işbu azim ve mücadele yolunda her türlü güçlükleri muhakkak ve mutlaka kırıp süpürecektir.”

Bütün bu gerçekler gün gibi ortadayken, Avrupa ve ABD’nin yüz yıllara dayalı kalıplaşmış katı ve kinci ön yargılı tutumları ortadayken, var olma kavgası veren bu ülke ve milletinin, Avrupa Birliği ile, herhangi bir müşterek birliği, kader birliği, gelecek kurgusu olmaz, olamaz. Türkiye’ye ve Türk Milleti’ne karşı böylesi hasmane ve düşmanca tavır takınan bir “faşist ve ırkçı dinsel kulübün” üyesi  olmaz, olamaz. Demokrasiyi, insan haklarını, uluslararası hukuku kendi keyfi anlayışları ve sömürgeci çıkarları için kullanan ikiyüzlü ve sahtekâr Avrupa ile yol arkadaşlığı olmaz, olamaz. Şu anki mevcut zenginlik ve gelişmişliğini, yüz yıllardır süregelen ve günümüzde de devam eden, özellikle Afrika, Ortadoğu, Güney Amerika ve Uzak Doğu ülkelerinin kaynaklarını sömürerek, bu bölge halklarını köleleştirerek yapan, kendi çocuklarının refahı ve geleceği için, sömürdükleri ülkelerin geleceklerini ve nesillerinin hayatını çalan, yok eden sömürge zengini Avrupa ile bir birliktelik olmaz, olamaz. Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde binlerce şehidimizin kanları ile kurulan Türkiye Cumhuriyeti’mizi, Lozan’da attıkları “şerefleri” olan imzalarına rağmen, hala kabul etmeyen, milletimizi parçalamak, devletimizi bölüp, yok etmek için her türlü kirli oyunu tezgâhlayıp, bu milletin evlatlarını birbirine düşürmek için canla başla çalışan, sömürgeci topluluğu Avrupa ile aynı masa etrafında birlik içinde olmaz, olamaz. Sevr Haritası’nı diri tutmak için, NATO’da, Avrupa Parlamentosu’nda, Avrupa Konseyi’nde ve kendi ülke parlamentolarında Anadolumuzu parça parça eden sözde Büyük Ermenistan, Büyük Kürdistan haritaları asan-astıran, bölücü terör örgütlerinin bebek katilleri, hırsız, çapulcu ve tecavüzcü elebaşlarını, sözde yöneticilerini ağırlayıp, misafir eden bu arsızlıklarını tüm uyarılara rağmen on yıllardır devam ettiren sinsi ve kalleş Avrupa ile sarmaş dolaş olmaz, olamaz.

Bunlarla birlik isteyenlerde ne yüz vardır, ne haysiyet, ne de vicdan. On binlerce şehidimizin, vatan evladımızın kanları bunların da üzerindedir, ellerindedir. Her Allah’ın günü, senin değerlerine küfreden, varlığını sorgulayan, devlet olarak sahip olduğun haklarını görmezden gelip, adeta müstemleke gibi görmek isteyen, kendisi ne derse o yönde gitmeni isteyen, kısacası seni ne devlet, ne de millet olarak yanında görmek istemeyen bir “faşist, gerici, kendileri dışında herkese anti demokrat zihniyet ürünü” Avrupa ile karşı karşıya olduğumuzu ne zaman göreceğiz?  Avrupa seyahatlerimizde, çok sevdiğimiz, kafeleri, sokakları, tiyatro ve konser salonlarını, renkli ve ışıltılı yolları, bulvarları, vs. burada da yaparız. Yapıldı da. Ancak, bunları yapmak iş değil. Asıl iş, bu yapıları kullanacak bireylerin donanımı, kültürel gelişimi ve toplamda ortaya çıkacak toplumsal fikir ve yaşam düzeyi, toplumsal gelişmişliğidir. O da ancak, kendi milli ve manevi değerleri dışlamadan, kendi uygarlık tarihinden kopmadan, emperyalist zihniyete dayalı köleleştirici fikir ve yapıları bireysel ve toplumsal bünyeye almadan-ikame etmeden, öz değerlerin temelinde olabilir. Dünya milletleri arasında onurlu ve haysiyetli var olmanın tek şartı budur. O özlediğimiz insan haklarını, demokrasiyi, düşünce özgürlüğünü kendi değerlerimizle burada da uygularız. Yeter ki, bu düşünceleri, bu argümanları, bu değerleri, bu ülkeyi ve milleti bölüp, parçalamak için malzeme, payanda yapmayalım. Bu ülkenin bölünmez bütünlüğüne riayet edelim, sahip çıkalım. Yoksa o çok sevdiğimiz değerlerin batağında, emperyalizmin kulu, kölesi oluruz.

Bu ülkenin ve milletinin geleceğinin; iktidara gelen her siyasi partinin kendi programım diyerek yamalı bohça haline getirip, çıkar ve rant haline getirdiği yap-boz politikalar yerine, TBMM çatısı altında bütün siyasi partilerin görüşleri alınarak ve hiçbir görüşü ve fikri dışlamadan, milletin menfaatleri doğrultusunda, günün şartları doğrultusunda oluşturulacak, “Globalizm, sermayenin evrenselliği vs sömürgenin günümüzdeki söylem araçlarının yerine” ülkenin milli hedefleri doğrultusunda, bütün alanlarda milli bir politika belirlenmesi ile, ancak ve ancak, üretime dayalı milli bir ekonomisiyle, milli bir sanayisiyle, milli bir tarım politikasıyla, milli bir dış politikasıyla, üretimden ve gelişimden kaynaklı refahın adil ve hakça dağıtıldığı milli bir sosyal hayat politikasıyla, temel insan hak ve hürriyetlerinin kısıtlanmadığı, sosyal ve ekonomik statüsüne bakmadan sade vatandaşından en üst makamdaki kişiye kadar adalet karşısında herkesin eşit olduğu hukuk ve adalet sistemiyle, milli ve manevi değerleri ile hür ve bağımsız var olabileceğini unutmayalım. Bunun dışındaki her türlü yol, yordam, fikir ve görüş bizi sürekli iç karışıklığa sürükleyecek, tam da emperyalist sömürgenlerin istediği gibi müstemleke devletler ve milletlerin “haysiyetsiz ve onursuz” bir üyesi yapacaktır.

Bugün Batı diye tutturanlara, teknoloji, gelişmişlik, sanayi, ticaret diye tutturanlara Japonya’ya, Güney Kore’ye, Malezya’ya, Çin’e, Rusya’ya, Hindistan’a, Singapur’a bakmalarını öneririm. Bu ülkeler Doğuda. Doğudaki medeniyetin temsilcileri bu ülkeler. Her ülkenin ve toplumun medeniyeti, kendi şartları, kendi reel doğruları ve gerçeklikleri üzerine kurulur, inşa edilir. Kaldı ki, biz bırakın bu ülkelere bakmayı, kendi soy bağımız olan Orta Asya Türk Devletleri’ne dahi şaşı bakıyoruz. Hala yapılması gereken işbirlikleri için ayak sürüyoruz. Kendi medeniyet ve uygarlık tarihimizin ne olduğunu bırakın sokaktaki vatandaşımızı,  siyasete girmiş politikacılığı kişisel çıkarları için meslek edinmiş kişiler, aydın dediğimiz “kendi milletine ve değerlerine yabancı, milletinin kendi medeniyet çizgilerinde daha da yükselmesi için yol gösterecek, fikir üretebilme ve fikri rehberlik yeteneğinden yoksun, Batılı taklit mankurtlaşmış hayat bakış açısına sahip, emperyalist kalemşörler” dahi bilmiyor. Ya da bilmemezlikten, görmemezlikten geliyor. Kendisine ezberletildiği gibi davranıyor.

Allah bir daha bu Millete, yeni bir İstiklal Savaşı yaşatmasın. Yaşamasına sebep olabilecek, hainlere ve işbirlikçilere fırsat vermesin. Özellikle geleceğimiz olan gençlerimizin Sevr Haritası’na her gün bir kez bakmalarını isterim. Hatta bu haritanın tüm okullarda, öğrencilerin her gün her ders görebileceği şekilde tam karşılarında asılı durmasını isterim. Zira hala bu haritanın ne olduğunu, hangi süreçlerden geçilerek bu noktaya gelindiğini, bu devletin ve cumhuriyetin hangi şartlar altında nasıl kurulduğunu bilmeyen hem gençlerimiz, hem yetişkinlerimiz, hem de –söylem ve demeçlerine bakarsak-siyasilerimiz var.

Devleti ve milleti ile, vatanı ve bayrağı ile Türkiye’nin tek bir beka sorunu vardır. Tek bir kızıl elması vardır. O da şudur;
 
"AKIL VE BİLİMİN IŞIĞINDA DEVLETİNİ TÜM KURUM VE KURULUŞLARI İLE ÖRGÜTLEYEBİLEN, SİYASİ GÖRÜŞLERİ DEVLET POLİTİKASI HALİNE GETİRMEYEN, DEVLETİN TBMM ÇATISI ALTINDA OLUŞTURULUP, KABUL EDİLECEK DEĞİŞMEZ MİLLİ POLİTİKALARINA SAHİP ÇIKAN, EKONOMİK, ASKERİ, SİYASİ VE BEŞERİ GÜCÜNÜ ÇAĞIN GEREKTİĞİ ŞEKİLDE SÜREKLİ GELİŞTİREN, REEL POLİTİK GERÇEKLERLE MİLLİ DIŞ POLİTİKA GELİŞTİREN, MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK İÇİNDE, MİLLİ VE MANEVİ DEĞERLERİNDEN GÜÇ ALAN, TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE" dir.

Tüm siyasilerin bu gerçekleri görmesi ümidiyle, Dede Korkut’un aslında tam da günümüzü tasvir ettiği, gençlere öğüt verdiği bilge deyişlerinden bir bölümü burada tekrar belirtmek isterim.

 

Hey oğul!

Azını gören, çoğunu bilen, sözünü diyen oğul...

Sen sen ol, el sözüyle yola çıkma...

El sözüyle yola çıkan, el yolunda yorulur.

El ağzıyla söz deme, duyan sana değil ele inanır.

El elini tutanın, eli zayıf düşer...

Elin eli tutar da, senin elin tutamaz.

Birlik, el ele vererek olur. Doğrudur.

Ama elin eline el verenin birliği de, dirliği de bozulur.

El atına binen tez iner...

Elin kulağıyla duyma.

Onlar duyacaklarını duyurmaz sana...

Kendi duymak istediklerini duyurur…

El olma.

Elin olma.

Elden olma.

El olan, elin olan, elini de, kolunu da,

Vatanını, bayrağını, dinini, namusunu

Ve dahi devletini kaybeder…

 

Ömer Faruk Ertem

14/12/2020

google