Allah Türk'ü korudu. Benim Kahramanım Başbakanım
24 Temmuz 2016, Pazar 15:2415 Temmuz akşamı Anadolu yakasından karşıya Beşiktaşa gidecek olan yeğenim akşam saat 9 sularında beni aradı. Amca ne oldu? Köprü kapanmış. Askerler otobüsü geri çevirdiler dedi.
Bende bir bomba ihbarı, bir terör girişimi diye düşünmüştüm önce. Önemsemedim. Ama sosyal medya hareketliydi. Özellikle köprüde kalanlar cep telefonları ile çektikleri fotoğrafları paylaşmaya başlamışlardı. Durumun öyle sanıldığı gibi basit bir polisiye olayı olmadığını anlamıştım.
Saat gece 22 den sonra gelen haberler ise bir felaketin başlangıcını anlatıyordu. Özellikle sosyal medya üzerinden gelen resimler akıl alacak gibi değildi. Asker halka ateş açmıştı. Hemen Tv'yi açtım Tv'ler olayı vermeye başlamıştı. 2 darbeyi yaşamış oan ben, durumun tam bir darbe girişimi olduğunu açık seçik anlamıştım.
Ama anlayamadığım şey köprü neden tek taraflı kapatılmıştı.?Asker neden halka ateş açmıştı? Bu arada uçaklar da üstümüzde dolaşmaya başlamıştı. TRT'de bir bildiri okunarak TSK yönetime el konulmuştur deniyordu. Tamam dedim kendi kendime yeni bir kaos başlıyor.
NTV Televizyonunda birden Başbakan Binali Yıldırım göründü. Yumuşak, kendinden emin ve otoriter bir sesle Başbakanımız, Doğrusu bir kalkışma ihtimali üzerinde duruyoruz. Belli ki emir komuta zinciri olmadan asker içerisindeki bazı kişilerin kanunsuz bir eylemi söz konusu. Vatandaşlar şunu bilsin ki demokrasiye zarar getirecek hiçbir faaliyete izin verilmeyecek. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, vatandaşın milletin seçtiği, milletin iradesi ile iş başındadır. Dedi. Birden içim rahatladı. Anladım ki FETÖ'nün canavara dönmüş asker ayağı başaramayacaktı.
Hemen arkasından da CNN televizyonuna cep telefonundan görüntülü bağlanan Cumhurbaşkanımız da Herkes meydanlara ben de geliyorum diye çağrı yapınca bu gişimin başarısız olacağı artık kesindi.
Türk Milletinin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı ayaktaysa, Millet de arkasından koşar gelir. Öyle de oldu. Partili, partisiz, oncu, buncu herkes bu devlet millet işidir diye meydanlara çıktı. Tek yürek, tek bilek oldu. FETÖ eşkiyalarına karşı polise askere yardım etti.Yeri geldi canı pahasına kendi direndi,
Bir korkum kalmıştı bu Canavarlar ellerindeki ağır silahlarla çok kan dökmesinler inşallah diyordum. Çünkü gözleri dönmüş. Cinnet içinde saldırıyorlardı.
Neyseki bu felaket, bir milleti yok etme girişimi, Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, halkımız ve güvenlik güçlerinin el ele vermesiyle ucuz atlatıldı. Bundan sonra bu canavarların uzantıları ve kalıntıları temizlenecektir.
Kim ne derse desin benim kahramanım Tv'de ilk konuşan benim milletin yüreğine su serpen, ilk güveni veren, Başbakanımız Binali Yıldırım
Cumhurbaşkanımızın gösterdiği cesaret, kararlılık ve verdiği direktifler ve bu direktiflere uyarak meydanlara koşan, canı pahasına direnen milletimiz ile kahramanca göğsünü siper eden güvenlik güçlerimiz tarihe imza attı.
Bu vahim olayda devletini, milletini korumak için canlarını veren Türk Milletinin aziz evlatlarına rahmet, Bu olayda yaralanarak bence gazi olmuş olanlara sağlık dilerim
Bu kez gerçekten Allah Türk'ü korudu.
*****
Ülkenin üstüne kabus gibi çöken önceki 2 darbeyi de yaşadım. İkisinde de yara aldım.
Birinci darbe ile 10 yaşında tanıştım. 27 mayıs 1960, Kadıköy'de ora okul 1ci sınıf öğrencisiydim. Okula gitmek için sokağa çıktığımda etrafı satmış askerin bana Çabuk evine gir dışarı çıkmak yasak dediği an koşa koşa eve döndüm. O zamanlar günümüzdeki Tv'ler radyolar yoktu. Dışarıda da kimseler yoktu.
Babam da evde yoktu. Zaten bu aralar haftada bir eve gelir olmuştu. Annem babanız nöbette diyordu sorduğumuzda da. Babamızın işi gereği eve bir kaç günde bir geldiğini biliyorduk. Babam emniyet amiri Zeki Şahinle birlikte Şimdiki Çevik Kuvvetin temeli olan Hazır Kuvveti, Çırağan Sarayının karşısındaki Yıldız parkının girişindeki yerde yeni kurmuşlar. Hemen karşılarında da atlı polis var. Arada bir babamla gittiğimde bende atları seyre giderdim. Onun için babamızın eve gelmeyişini fazla yadırgamadık. Okula da gitmiyorduk. Evin yanındaki arsada oynuyorduk. Nihayet bir gün, galiba 10 veya 15 gün sonra okula gideceğimizi söyledi annem. Bende okula gitmeye başladım
Mayıs bitmiş Haziranın ortalarına gelmiştik babam hala eve gelmemişti. Annem. babamızın bu kadar uzun süre eve gelmeyişini bize, Babanız istanbul dışına tayin edildi. Onun için gelemiyor daha sonra gelip bize de götürecek diye anlattı. İnandık
Atık okulun tatile girmesine günler kalmıştı. Sene sonu sınavları başlamak üzereydi. Matematik dersi için yine zil sesiyle sınıflara girdik. Öğretmen kürsüdeki yerini aldı. Merhaba çocuklar demeden Yamaç ayağa kalk dedi. Kalktım. Öğretmen en bet sesiyle seni bundan sonra sınıfda istemiyorum. Sen vatan haininin oğlusun. Babanı asacaklar. Çık dışarı dedi.
Ağlaya ağlaya eve koşup anneme sordum babamı asacaklarmı? Diye, o zaman anlattı. Babam Yassıada da 2 idam ile yargılanıyormuş.
Bu çocukken geçirdiğim ilk darbe travmasıydı. Netice 20 gün ateşlenip kendinden geçmiş şekilde hasta olmuşum ve o senemi kaybedip sınıfta kaldım.
Aradan geçen 20 yıl sonr yine bir sabah darbeyle uyandık., 12 eylül 1980. Bir gazetenin ekonomi müdürü iken, Gazeteciliği bırakıp Maliye müfettişi olmayı istemiştim. Açılan sınavlara da katılmıştım. Netice de Maliye müfettişliği imtihanını kazanmış olduğumdan 11 eylül 1980 günü. atama için Ankara'ya gitmiştim Ertesi sabah da evraklarımla Maliye Bakanlığına gidecektim. Ama sabah sokağa çıktığımda yanımda bir askeri cip belirdi. Yine 20 yıl önceki gibi sokağa çıkma yasağı var içeri girin sesiyle uyardı. Mecburen girdik içeri. Açtık tv'yi öğrendik ki darbe yapılmış. Tabii atamalar durdu..
Tekrar İstanbul'a binbir zorlukları aşıp dönüp gazetedeki masamın başına geçtim. Benim Maliye Müfettişliği hayali de böylece biti. Ama darbe bitmiyordu. Gazetenin içinde subaylar her şeye karışır durumdaydı. Onları atlatıp gece baskılarıyla haberler verilmeye devam ediyordu. Bu darbe de bir Atatürk'çülük sevdası her yeri sarmıştı. Herkes her konuşmasının ya başında ya sonunda sözü mutlaka Atatürk'çülüğe veya Kemalizm'e getiriyordu. Bende bir yazıyı kaleme alıp şapka giymekle Kemalist olunmaz diye yazmıştım. Yazının yayınlandığı gün, İstanbul emniyet müdürlüğü 1.şubeden davet edildim Ertesi sabahtan bekliyoruz dediler. Gittim. 4 günü kapkaranlık hücre nezarethane geçirdim. Oradan Selimiye'ye 1 Ordu karargahına gönderdiler. Selimiye Kışlasının en alt katındaki hava almayan hapishane koğuşlarında tam 90 gün bekledikten sonra mahkemeye çıkardılar. Mahkeme Beraat dedi ama arkasından askeri hakim ekledi. Bak ben beraat veriyorum ama, durum başka sıkıyönetim kanunları geçerli bunu unutma, paşa doğrudan hapis verebilir. Şimdi serbestsin çıkabilirsin dedi. Beni mahkemeye getiren askerler beni kışlanın çıkış kapısına getirdiler. Gidebilirsin dediler elimde beraat kararı olmasına rağmen tereddüler yaşıyordum. Serbestsin dedikten sonra, ben giderken kaçıyor diyip arkamdan ateş ederlermiydi.? Bu duygular içinde selimiye Kışlasından hareme kadar arkama baka baka yürüdüm.
Eve geldim ama kendime gelememiştim. 2 gün sonra yeniden gazeteye döndüm. Aradan üç ay geçtikten sonra Sıkıyönetim Komutanlığından bir sarı zarf geldi. Zarfın içinden çıkan yazıda 1. ordu komutanı emriyle 3 ay hapis verildiği yazıyordu.
İmza da !. Ordu Komutanı Necdet Uruğ!a aitti
Bu yazıdan sonra bana Bayrampaşa ceza evi yolu gözüktü. 3 ay da Bayrampaşa Ceza evinde kaldım.
Bu sadece benim yaşadığımdan bir kesit. Milletin yaşadıkları. Binlerce insanın hapishanelere tıkılması. Bir sağdan bir soldan diye idam edilerek genç yaşta canlarından olanlar. İşlerinden atılanlar. Öğrenim hayatlarının bitmesi. Duran ticaret. Ülkenin hali perişan. Her darbe ülkeyi en az 50 sene geriye attı.