© © 2024 Deniz Ticaret Gazetesi

Yeni Soğuk Savaşın ön cephesi Baltık Devletleri

YENİ SOĞUK SAVAŞIN ÖN CEPHESİ VE BARUT FIÇISI: BALTIK DENİZİ BÖLGESİ, BALTIK DEVLETLERİ VE KALİNİNGRAD

YENİ SOĞUK SAVAŞIN ÖN CEPHESİ VE BARUT FIÇISI: BALTIK DENİZİ BÖLGESİ, BALTIK DEVLETLERİ VE KALİNİNGRAD
 
 Teoman Ertuğrul TULUN

Atlantik Okyanusu’nun bir denizi olan Baltık Denizi, sahildar ülkeler olan Danimarka, Estonya, Finlandiya, Almanya, Letonya, Litvanya, Polonya, Rusya ve İsveç ile çevrilidir. Kıyıdaş olmayan Belarus, Çek Cumhuriyeti, Norveç, Slovakya ve Ukrayna bölgeye komşudur. Baltık Denizi Bölgesi’nin üç ülkesi olan Estonya, Letonya ve Litvanya Baltık ülkeleri veya Baltık devletleri olarak bilinmektedir. Baltık Denizi kıyısında yer alan, Polonya ve Litvanya ile çevrili Rusya’nın federal birimi Kaliningrad Eyaleti’nin (Oblast) Rusya ana karası ile doğrudan bağlantısı bulunmamaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Doğu Prusya’nın bölgesel merkezi Königsberg olarak bilinen Kaliningrad, söz konusu savaşın sonunda Sovyetler Birliği’nin bir parçası haline gelmiştir.
Baltık devletleri Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra bağımsızlığa kavuşmuş olmalarına rağmen İkinci Dünya Savaşı sırasında Sovyetler Birliği’nin işgaline uğramışlardır. Bu devletler, SB’nin dağılması sırasında yeniden bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. Sovyetler Birliği’nin bağımsızlıklarını 6 Eylül 1991 tarihinde tanıması ile bu devletlerin yeni bağımsızlık dönemi resmen başlamıştır. Avrupa kurumları ile bütünleşmek, bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra anılan devletler için stratejik bir hedef olmuştur. Baltık devletleri 2002 yılında üyelik için NATO ‘ya ve AB’ye başvurmuşlardır. Bu devletlerin üçü de 29 Mart 2004 tarihinde NATO’ya üye olmuşlar, 1 Mayıs 2004 tarihinde ise AB’ye katılmışlardır. NATO’ya katılmış olmalarına rağmen Baltık devletleri, uzun zamandan beri ve özellikle son yıllarda Rusya’dan kendilerine yönelik bir tehdit olduğu algısı içerisindedirler.[1]
Bu bağlamda, Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra Kaliningrad’ın Rusya’nın önemli bir hudut bölgesi, askeri üssü ve Rus askeri planlamasının önem taşıyan bir unsuru olduğunu belirtmek gerekir. Hatırlanacağı üzere, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin Orta ve Doğu Avrupa’daki o dönemdeki müttefikleri olan Bulgaristan, Çekoslovakya, Doğu Almanya, Macaristan, Polonya ve Romanya ile arasındaki ortak savunma anlaşmasına dayanarak oluşturulan Varşova Paktı 1991 yılında dağılmıştır. Rusya, Sovyetler Birliği’nin ve Varşova Paktı’nın dağılmasını takiben Polonya ve Baltık devletlerinde bulunan kuvvetlerini geri çekmiş, bazı kara, deniz ve hava kuvvetleri birliklerini Kaliningrad’da konuşlandırmıştır. Bu konuşlandırma yapılırken Sovyetler Birliği dönemindeki Baltık Askeri Bölgesi lağvedilmiş ve Kalinigrad Özel Savunma Bölgesi oluşturulmuş ve bölge, Rus Baltık Filosunun ana üssü olmuştur. Polonya’nın ve Baltık devletlerinin NATO’ya katılmaları ile Kaliningrad’ın Rusya bakımından önemi artmış, bölge Rusya için hayati bir ileri askeri üs haline gelmiştir. Bölge 2010 yılında Leningrad ve Moskova askeri bölgeleri ile birleştirilmiş, bu birleşme sonucu Rusya Batı Askeri Bölgesi oluşturulmuştur.[2]
Rusya 2016 yılı Ekim ayında gelişmiş S-400 hava savunma sistemleri ile birlikte nükleer silah taşıma kapasitesine sahip yüksek teknoloji İskender-M füzelerini Kalinigrad’a göndermeye başlamıştır. Konvansiyonel ve nükleer silah başlıkları taşıma kapasitesine sahip, yer değiştirebilen, 500 km menzilli balistik füze sistemi olan İskender-M füzelerinin ulaşabildiği mesafe INF Antlaşmasına (Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Antlaşması) uygundur. Bu füzelerin Kaliningrad’da konuşlandırılmasından sonra bazı NATO ülkeleri yetkilileri ve basını tarafından ciddi endişeler dile getirilmiştir. Hatta bu konuşlandırma Küba Füze Krizine benzetilmiştir.[3]
Kaliningrad’daki bu konuşlandırma ile bağlantılı olarak, ABD’nin Polonya ve Çek Cumhuriyeti’nde füze savunma sistemi kurulmasını devre dışı bırakması karşılığında Kremlin’in 2009 yılında İskender-M füzelerini Kaliningrad’a göndermeme sözünü verdiği öne sürülmüş, Polonya ve Baltık devletlerine çok yakın mesafede bu füze sistemlerinin konuşlandırılması NATO’nun tüm doğu kanadı için istikrar bozucu bir gelişme olarak telakki edilmiştir. NATO Rusya’yı “saldırgan askeri davranışla” suçlamış, ABD Dışişleri Bakanlığı sözcüsü John Kirby , S-400 hava savunma sistemlerinin ve İskender füzelerinin Kaliningrad’a konuşlandırılmasını gereksiz ve Avrupa güvenliğini istikrarsızlaştıran bir davranış olarak nitelendirmiştir.[4]
Bu tepkilere cevaben Rusya Savunma Bakanlığı resmi temsilcisi Igor Konashenkov, TASS Ajansının 22 Kasım 2016 tarihli haberine göre, “Bugün güvenliğe karşı gerçek tehlikeyi Rusya değil, Avrupa’nın Avrupa menşeli olmayan askeri teçhizat ve personel ile doyma noktasına getirilmesi oluşturmaktadır” şeklinde bir açıklama yapmıştır. Adı geçen, Kaliningrad bölgesinin Rusya’nın ayrılmaz parçası olduğunu, Rus tarafının kendi güvenliğini sağlamak durumunda olduğunu da belirtmiştir. Bu konuda ayrıca, Kaliningrad’daki konuşlandırmanın Polonya ve Romanya’da NATO füze savunma sistemi ve Baltık devletlerine ek NATO birlikleri konuşlandırılmasına cevap olduğu şeklinde yorumlar mevcuttur.
Bu gelişmelerden sonra ABD 2016 Aralık ayının ikinci yarısında Avrupa’ya tank ve zırhlı savaş aracı sevk etmiş, bu yıl Ocak ayında Avrupa’da konuşlandırmalar başlamış, gönderilmesi vaat edilen 4000 personelden 1000 adedi Polonya’ya varmıştır. Bu bağlamda, 4000 ABD personelinin ve 2000 askeri aracın, Polonya, Romanya, Bulgaristan ve Baltık ülkelerinde rotasyon esasına göre konuşlandırılmalarının öngörüldüğü belirtilmektedir. ABD birliklerinin Polonya’ya intikali Rusya tarafından tehdit olarak algılanmış, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in sözcüsü Dmitry Peskov, “Bunu tehdit olarak algılıyoruz. Bu tür hareketler çıkarlarımızı ve güvenliğimizi tehdit etmektedir. Bu husus özellikle üçüncü tarafların sınırlarımızın yanında askeri varlıklarını artırması ile ilgilidir. Bunu yapan bir Avrupa devleti bile değildir” şeklinde açıklamada bulunmuştur. ABD’ye ek olarak Birleşik Krallık da doğu Avrupa’da NATO güçlerinin artırılmasına katkıda bulanmaktadır. Bu çerçevede Birleşik Krallık, 3000 kişilik kendi kuvvetlerine ek olarak ABD, Danimarka, İspanya, Norveç ve Polonya’dan kuvvetlerin oluşturduğu, birkaç gün içinde konuşlanma yapabilecek şekilde daimi hazırlık durumunda bulunan NATO mukabele gücünün komutanlığını devralmıştır.[5]
Bu gelişmeler Baltık Denizi Bölgesi’nde katlanarak artan bir çatışma çıkma olasılığına işaret etmektedir. Esasında, Baltıklar’daki gerilimin tırmanmasının Ukrayna’nın doğusundaki durumla ve Kırım’ın artan şekilde askeri bir bölge haline gelmesiyle birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu hususlar dikkate alındığında, ortaya çıkan risklerin NATO ile Rusya arasındaki diyalog yoluyla azaltılmasına muhakkak surette ihtiyaç bulunduğunu söylemek mümkündür.
Bu tür bir diyalog için temel belge 1997 tarihli NATO-Rusya Kurucu Senedi’dir. 8-9 Temmuz 2016 tarihinde Varşova’da yapılan NATO Zirvesi’nde NATO Devlet ve Hükümet Başkanları “Baltık ve Karadeniz dahil NATO sınırlarına yakın bölgelerdeki kışkırtıcı askeri faaliyetlere” ve Baltık Denizi Bölgesi’ndeki kötüleşen güvenlik durumuna dikkat çekerek, “Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya’da  ileri bölgede varlığı genişletilmiş güç bulundurulması” kararını açıklamışlardır. NATO liderleri ayrıca, “ileri bölgedeki varlık geliştirilmesi” çerçevesinde, dört adet tabur düzeyinde savaş grubunun “rotasyon esasına göre” konuşlandırılacağını belirtmişlerdir. Rusya bu konuşlandırmaların 1997 NATO-Rusya Kurucu Senedi’nin aşağıdaki hükmünün ihlali anlamına geldiğini öne sürmüştür:
NATO, mevcut ve görülebilir gelecekteki güvenlik ortamında İttifak’ın ortak güvenlik ve diğer görevlerini, büyük çapta ilave muharebe gücünü daimî olarak bulundurmak yerine; gerekli olan birlikte çalışma, bütünleşme ve takviye kabiliyetlerini temin etmek yoluyla sağlayacağını yineler. Buna bağlı olarak, bu görevlerin temini için İttifakın yeterli altyapıya dayanması gerekecektir.[6]
Buna karşılık NATO söz konusu konuşlandırmaların “rotasyon” esasına dayandığını, dolayısıyla 1997 Senedi uyarınca NATO’nun “büyük çapta ilave muharebe gücünü daimî olarak bulundurmaktan” kaçınmaya ilişkin sözünün lafzının ihlal edilmediğini savunmaktadır.[7]
Konunun bu şekilde tartışılmasının oldukça teknik ve akademik nitelikte olduğunun altının çizilmesi gerekir. Bu tür tartışmalar Baltık Denizi Bölgesi’nde bir çatışma çıkma olasılığının düşürülmesine katkı sağlamamaktadır. Benzer bir eğilim Karadeniz Bölgesi’nde de mevcuttur. Avrupa’daki güvenlik durumu günbegün kötüleşmektedir. Rusya , Avrupa’da Konvansiyonel Silahlı Kuvvetler Antlaşmasını (AKKA) 2014 yılında askıya almış, Antlaşmanın danışma grubundan 2015 yılında çekildiğini açıklamıştır.[8]
Konvansiyonel silahların kontrolü belgelerinin ve güven/güvenlik arttırıcı önlemlerin neredeyse tümünün lafzının ve ruhunun tam olarak uygulanmadığı bir ortamda, Avrupa’da silahlanmanın kontrolünün sağlanması adına yeni bir çerçeve oluşturulması için görüşmelere başlanması en iyi seçenek olarak görünmektedir. Bu bağlamda Almanya eski Dışişleri Bakanı (yeni Cumhurbaşkanı) Frank Walter Steinmeier’in 2016 yılının ikinci yarısında yaptığı öneriler ve daha sonra AGİT’in 9 Aralık 2016 tarihindeki Hamburg Bakanlar Konseyi’nde kabul ettiği AGİT uygulama alanında güvenlik riskleri konusunda diyalog başlatılmasına ilişkin karar umut vericidir.
 
http://avim.org.tr/tr/Yazar/Teoman-Ertugrul-TULUN
 
 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER