© © 2024 Deniz Ticaret Gazetesi

Osman Öndeş, Vurun Osmanlı'ya

Osmanlı tuğra ve kitabelerinin kazındığını, kırıldığını ve çalındığını anlatan Öndeş, 1057 sayılı bu kanunun neden halen yürürlükte?

Araştırmacı yazar Osman Öndeş, Vurun Osmanlı'ya isimli son kitabında unutulan bir konuyu gündeme getirdi. Pek çok insan bilmez; 1927 yılında, dönemin Rize milletvekili Ekrem Rize'nin kişisel çabasıyla 1057 sayılı bir kanun çıkarıldı. Tam adı: Türkiye Cumhuriyeti Dahilinde Bulunan Bilimum Mebani-i Resmiye ve Milliye Üzerindeki Tuğra ve Medhiyelerin Kaldırılması. Bu kanuna dayanılarak onlarca tarihi binada bulunan Osmanlı tuğra ve kitabeleri kaldırıldı, silindi ya da kırıldı. Bu yazıların tarihi eser niteliğine bakılmaksızın kıyım yapıldı.

Öndeş kitabında, tuğra, medhiye ve kitabelerin kazındığı binaların bir listesini veriyor, bunların hikayelerini anlatıyor. Söz ettiği binalar arasında İstanbul Valiliği, İstanbul Üniversitesi, Sirkeci Tren Garı, Darülaceze, Çırağan Sarayı gibi çok bilinen yerler var. Bunlardan bazıları kırılıp bir kenara atılmış, hatta bazıları çalınmış. İşin ilginç yanı şu ki bu kanun halen yürürlükte. Birkaç kez gündeme geldiyse de şimdiye dek kaldırılmadı. Osman Öndeş 'hafıza kaybına yol açtığını' düşündüğü bu uygulamayı bir utanç vesilesi olarak görüyor ve yetkilileri uyarıyor: "1057 sayılı kanun halen geçerli olduğundan birçok resmi makam bu kanuna karşı suç işlemektedir.

Bu son derece trajikomik bir durumdur. Birkaç örnek vermek gerekirse Gümüşsuyu Asker Hastanesi, Milli Savunma Bakanlığı İstanbul Asker Alma Daire Başkanlığı gibi birçok binada bu tuğra ve kitabeler halen ve son derece iyi muhafaza edilmektedir. Buraları kullanan kurumlar 1057 sayılı kanunu ihlal etmektedir. Ya bu kanun kaldırılmalıdır ya da söz konusu kitabeler."

EKREM RİZE'NİN ATATÜRK'LE TANIŞMASI
Bu sözde 'devrimci' kanun teklifini hazırlayan kişi Rize mebusu Ekrem Rize'ydi. Onu sonraki sütunda tanıtacağız ama işe Atatürk'le tanışmasını anlatarak başlayalım. Ekrem Rize, 1. Meclis'in dağıldığını ve kurulacak yeni meclisin Cumhuriyet ilan edeceğini düşünmektedir. Savaş durumunda kendini 'başkomutan' olmak üzere ayarlamıştır ama artık savaş bittiğine göre politikaya atılmaya karar verir.

Bunun için Atatürk'le tanışmanın yollarını arar. Bu fırsat nihayet bir tüfek vasıtasıyla çıkar. Rize'li bir usta mavzere benzeyen bir tüfek yapmayı başarmıştır. Rize Müdafa-i Hukuk Cemiyeti bu tüfeği Atatürk'e hediye etmeye karar verir.

Hediyenin Ankara'ya götürülmesi işini Ekrem Rize üstlenir. Rize bu olayı sanki başka birinden söz ediyormuş gibi kaleme aldığı 'Ekrem Rize'nin Atatürk'le Mahrem Bir Görüşmesi' başlıklı yazısında anlatır. 15 gün arayla iki kez gerçekleşen bu görüşmelerin ikincisinde Atatürk, Rize'ye 'Sen de hep elinde cüzdanla (dosya) dolaşıyorsun' diye takılır.

Sözü edilen dosyalarda Rize'nin askerlik ve çeşitli savaşlar hakkında yazdığı makaleler vardır. Atatürk'e bunları adeta zorla okutur. Alman Genelkurmayı'nın kendisi hakkındaki övgü yazısını gösterir. Gerçi, Atatürk, Rize'nin kendisinin Arnavutluk isyanının bastırılmasında oynadığı mühim rolü bilmemesine biraz bozulur.

KENDİMİ NAPOLYON GÖRÜYORDUM
Nihayet konuya gelirler. Rize eski okul arkadaşlarının kendisinden yeteneksiz oldukları ve kendisini kıskandıkları için, terfisini engellediklerini iddia eder. Bunun üzerine Atatürk şunları söyler: "Benim hayatım da tıpkı senin gibi geçti. Ben de tıpkı senin gibi idim. Kurmay Mektebi'nde muallimler beni sevmez, arkadaşlarım beni hiç sevmezlerdi. Muallimler notlarımı kırardı. Beni kurmay yapmamaya karar vermişlerdi. Mektepten kovuyorlardı. Fakat nasılsa yakayı kurtardık. Sonra bir müddet zindanda yattık, sonra Selanik'e geldik.Neticede üstlerim daima benden şikayetçiydiler ve beni sevmezlerdi. Staj için bir tabura gittim, vay canına! Orada da öyle! Bütün tabur subayları 'Bu ukala kimdir? Nedir?' diyorlardı. Bende ne var ki kimse beni sevmiyor diyordum. Çünkü kendimi Napolyon görüyordum. Napolyon hiç!" Bu görüşmede Rize, politikaya atılma isteğinden dem vurur ve bu talebi Atatürk tarafından kabul görür. Gerçi, Rize'nin milletvekilliği ancak bir dönem sürecektir. Tekrar aday yapılmaması Rize'yi öfkelendir ve hayatının sonraki dönemlerinde 'şef'lere husumet besler.

CUMHURİYET TARİHİNİN İLGİNÇ KARAKTERLERİNDEN BİRİ: EKREM RİZE
Osman Öndeş'in Vurun Osmanlı'ya kitabının önemli özelliklerinden biri de Ekrem Rize gibi unutulan bir kişiliği hatırlatması. Rize tuğraların kaldırılmasını savunan ve bu konudaki kanun teklifini veren kişidir. 1891 yılında Rize'de doğar. 1909'da Harb Okulu'ndan mezun olur. Bir süre yedek subay öğretmenliği yapar. Askeri dergilerde makaleleri yayımlanır. Balkan Savaşı'na, Kanal Harekatı'na ve İnegöl, Dumlupınar ve Kütahya savaşlarına katılır. İstiklal Madalyası alır. Atatürk'le tanışır ve 1923 yılında Rize'den milletvekili olur. Vekilliği bir dönem sürer ve emekli olur. 27 Kasım 1982'de İstanbul Kısıklı'da ölür ve Çamlıca mezarlığına gömülür. Ekrem Rize'nin bazı özellikleri şunlar: - Çeşitli gazetelerde çok sayıda makale yazmıştır. Bunun yanı sıra otobiyografik nitelikler de taşıyan kitaplar yazmıştır. Şurası var ki kitaplarında kendisinden üçüncü tekil şahıs gibi söz etmiştir. Kitaplarda sıkça, 'Bunun üzerine Ekrem Rize şöyle dedi', 'Ekrem Rize hükümette olsaydı şöyle yapardı,' gibi ibareler bulunmaktadır. - Sağlığına dikkat etmek amacıyla yazkış, kar-çamur-yağmur demeden plaj kıyafetleriyle, sadece mayo giymiş olarak her gün Şişli'den Kağıthane'ye kadar koşarak gidip gelirdi. Boks yapmaya ve barfiks çekmeye meraklıydı. - Osmanlı Hanedanı'nın Türklüğü yok ettiğini savunurdu. Yazılarında padişahlar hakkında, "Padişahlara tam Türk de denemezdi. Ekserisinin annesi ya Rum ya Rus ya da başka millettendi. Bunların kimisi sarayda her gün bakire bir kıza saldırmakla uğraşırdı. Esirciler saraya kız yetiştiremiyorlardı," gibi nefret dolu ifadeler kullanmıştır. - 1970'de Necmettin Erbakan tarafından kurulan Milli Nizam Partisi'nin esas kurucusunun Sultan 2. Abdülhamit olduğunu ve amacının onun rejimini geri getirmek olduğunu iddia etmişti.

ANAFARTALAR ZAFERİNİ ATATÜRK KAZANMADI
Ekrem Rize, 10 Ağustos 1949 tarihli Yeni Sabah gazetesinde '1. Dünya Harbi'nde Anafartalar Muharebesi Nasıl Cereyan Etmişti?' başlıklı bir makale yayımlar. Bu uzun makalede özetle Atatürk'ün Anafartalar kahramanı olarak anılmasının yanlış olduğunu anlatır. Rize'nin anlattığına göre olay şöyle cereyan etmiştir: Düşman askerleri Anafartalar'a çıkarma yapınca Limon Von Sanders bu çıkartmayı püskürtmek için bir plan hazırlar ve Albay Ahmed Feyzi Bey'den bu planı uygulamasını ister. Bölgeye intikal eden Ahmet Feyzi Bey, Sanders'in askerin karaya çıktığı yeri ve konumunu yanlış değerlendirdiğini fark eder. Harekat planını ve katılacak birlikleri değiştirir. Sanders buna itiraz etmese de harekatın hemen o gece yapılmasını ister. Feyzi Bey, askerin yorgunluğu ve bölgeye yerleşememesi gibi nedenlerle bu emri de dinlemez ve hücumu ertesi gün şafak vaktine erteler. Aksi takdirde saldırı Osmanlı ordusu için bir felaket olacaktır. Sanders bu duruma çok sinirlenir. Hemen Ahmet Feyzi Bey'i görevden alarak yerine Mustafa Kemal'i atar. Mustafa Kemal karargaha ancak gece 02.00'de gelebilir. Limon von Sanders de harekata bizzat kumanda etmek için olay yerine gider. Ama bu ikisi Ahmet Feyzi Bey'in hazırladığı planı bir kelimesini bile değiştirmeden uygularlar. Ahmet Feyzi Bey düşmanın esas darbeyi kendi bölgesinden vuracağının bilincindedir ve savunma planını ona göre yapmıştır. Nitekim Ahmet Feyzi Bey'in tümeni daha ilk hamlede düşmanı siperlerinden söküp atar. İngiliz generali Ian Hamilton hatıratında bu taarruz karşısında nasıl şaşırdıklarını ve gemiden hücumu seyrederken nasıl bunaldığını anlatır. Özetle Ekrem Rize, Osman Öndeş'in kitaba aldığı bu yazısında Anafartalar Zaferi'nin esas mimarının Atatürk ya da Limon von Sanders değil, Albay Ahmet Feyzi Bey olduğunu iddia eder. Nitekim Askeri Tarih Encümeni'nin raporu, General Cemil Conk'un yazısı hatta Atatürk'ün bazı ifadeleri bu durumu teyit etmektedir. Bunların hepsini kitapta bulmak mümkün.

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER