© © 2024 Deniz Ticaret Gazetesi

Okyanuslardaki Asitlenme, Ekosistemleri Nereye Sürüklüyor?

Şili Çevre ve İklim Bakanı Carolina Schmidt, geçen aralıkta düzenlenen 2019 İklim Konferansı COP25’den önce yayımladığı bir video mesajında, endişeli bir sesle “Zaman daralıyor” diyordu. Schmidt, “Okyanuslardaki sorunlar için küresel düzeyde adımlar atılmadan, iklim değişikliğine küresel bir çözüm üretemeyiz” diye devam etti. Okyanuslardaki sorunlar, deniz seviyesinin yükselmesinden oksijen kaybına, su sıcaklıklarının artmasından ekosistemlerdeki değişikliklere kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Panelinin (IPCC) okyanusların durumuna ilişkin özel raporunda gelecek için kaygı verici eğilimlere dikkat çekilirken, geçen yıl okyanuslardaki sıcaklık şimdiye kadar kaydedilen en yüksek değere ulaştı.

Okyanuslardaki asitlenme deniz ekosistemlerini bozuyor

Okyanus asitlenmesi, atmosferdeki karbonu giderek daha fazla soğuran okyanusların daha da asidik hâle gelmesiyle oluşan bir fenomen. Atmosferdeki karbon miktarı, insan faaliyetleriyle artıyor. Son 200 yılda toplam emisyonların yaklaşık yüzde 30’u okyanuslar tarafından yutuldu. Günümüzde deniz sularının her yıl soğurduğu karbon miktarı yüzde 25 civarında.
Okyanus asitlenmesi, deniz sularının atmosferden emdiği karbondioksitle tepkimeye girmesiyle meydana geliyor. Bunun sonucu olarak daha fazla asidite artırıcı kimyasal açığa çıkıyor ve deniz organizmalarının varlıklarını sürdürebilmek için ihtiyaç duyduğu kalsiyum gibi önemli mineraller azalıyor.

Okyanusların milyonlarca yıldır oldukça istikrarlı olan ortalama yüzey asiditesi, son son 150 yılda yaklaşık yüzde 26 oranında arttı. Laboratoire d'Océanographie de Villefranche, CNRS ve Sorbonne Üniversitesinin Araştırma Direktörü Dr. Jean-Pierre Gattuso, 1950’lere kadar çok yavaş seyreden asitlenme oranının sonradan hız kazandığına dikkat çekerek, “Asitlenmenin ana nedeni insan faaliyetleriyle oluşan karbon emisyonları olduğu için, gelecek projeksiyonları bunların seviyesine bağlı. Hiçbir şey olmamış gibi devam edilirse, okyanus asitlenmesi 2100’e kadar bir yüzde 150 daha artar” diyor.

Düşen pH oranları, okyanusların yüzeye yakın kısımlarının yüzde 95’ini etkilerken asitlenmenin etkileri, küresel ölçekte pek çok deniz ekosisteminde giderek daha fazla hissediliyor. IUCN Koruma Altındaki Alanlar için Dünya Komisyonunun Denizlerden Sorumlu Başkan Yardımcısı ve Küresel Deniz ve Kutup Programının kıdemli deniz bilimi ve koruma danışmanı Dr. Dan Laffoley, “Dünya, karada ve atmosferde olanlara odaklanmış gibi görünüyor. Ancak Dünya’mızın tamamen okyanuslara bağımlı olduğunun farkına varılmıyor. Gezegendeki türlerin yüzde 98’ini okyanuslardaki canlılar oluşturuyor” diyor. Dr. Laffoley şöyle devam ediyor:

“Asitlenme konusunda 2004’te 2050 ya da 2070’e kadar kaygılanmamıza gerek yok diye düşünülen şey, şu anda yaşanıyor.”
Sudaki karbonat iyonlarının miktarının azalması, pek çok deniz canlısını, koruyucu kabuklarını oluşturabilmeleri için ihtiyaç duydukları yaşamsal önemdeki malzemeden mahrum bırakıyor. Farklı araştırmalara göre, midyeler, planktonlar ve mercan kayalıkları tehdit altındaki ana türler arasında yer alıyor.

Tropik mercan kayalığı ekosistemleri, okyanus tabanlarının yüzde 0,1’den daha az bir bölümünü kaplıyor. Fakat, bunların içinde ve etrafında bir ila dokuz milyon canlı türü yaşıyor. Bilim insanları, okyanuslardaki kalsiyum karbonat yoğunluğunun bu yüzyılın sonuna kadar sanayi öncesi dönemdekine kıyasla yarı yarıya azalacağını tahmin ediyor ve mercan kayalıklarının, oluşum yerine çözülme evresine geçeceğinden endişe ediyor. Uzmanlara göre, mercan kayalıkları küçülmese bile, okyanuslardaki asitlenme tek başına iskelet yoğunluklarını 2100’e kadar yüzde 20 oranında azaltabilecek. Asitlenme, ağartıcı etki yapan sıcak dalgaları ve ekonomik faaliyetler yüzünden baskı altına olan mercan kayalıklarını daha da zayıflatıyor. Dr. Laffoley, “Onların tamir mekanizmalarını zayıflatıyoruz” diyor. Bilim insanları, önümüzdeki yirmi yıl içinde mercan kayalıklarının hızla aşınabileceğini ve bunun yiyecek bulmak, kıyılarını korumak ve gelir elde etmek için bunlara bağımlı olan 500 milyon insanın yaşamlarını zorlaştıracağını söylüyor.

Asitlenme, Kuzey Atlantik’te olduğu gibi derin su mercan kayalıklarını da etkiliyor. Bunlar, biyoçeşitlilik yatakları ve binlerce canlı türü için kritik önemde yaşam alanları. Bu türler arasında karides, ıstakoz, yengeç, orfoz ve kapanlevrek gibi ticari deniz canlıları da var. Dr. Laffoley, “Osteoporoz nedeniyle kemiklerimiz nasıl zayıflıyorsa, mercan kayalıkları da benzer şekilde aşınıyor” diyor.

Henüz tamamen anlaşılamayan bir fenomen

Copernicus İklim Değişikliği Servisinin (C3S) okyanusların geçmişteki ve gelecekteki asiditesini tahmin etmeye yönelik verileri ve altyapısını kullanan Plymouth Deniz Laboratuvarının (PML) biyolojik oşinografi uzmanlarından Dr. Helen Findlay, okyanuslardaki asitlenmenin belli canlı türlerinin nasıl etkilediğine dair gözlemlerin olduğunu söylüyor. Dr. Findlay, bu etkilerin çoklukla suların derin olduğu okyanus bölgeleriyle ilişkilendirildiğini vurguluyor. Buralarda sular doğal olarak daha fazla asidik olma eğiliminde. Dr. Findlay’e göre asidik su yüzeye çıkıyor, bölgesel olarak asiditeyi artırıyor. Örneğin, asitli sular somon gibi balıkların önemli bir besin kaynağı olan planktonik deniz salyangozlarının kabuklarını aşındırıyor ya da çözüyor.

Fakat araştırmalar, canlı türlerinin buna farklı yollarla tepki verdiğine işaret ediyor. IPPC uzmanlarına göre bazı canlı türleri, okyanusların ısınmasının yanı sıra asitlenmeden de yararlanıyor ve diğer türlere daha fazla saldırıyor. Ekosistemler genelinde birçok deniz besin ağının temel kaynağı olan mikroskobik deniz yosunları -ya da fitoplanktonlar- daha asitli sularda zarar görebiliyor veya gelişebiliyor. Copernicus Deniz Servisinin okyanusların rengine ilişkin uydu verilerinin, okyanusların nasıl karbondioksit tuttuğunu ve deniz besin zincirinin buna nasıl tepki verdiğini daha yakından görmemizi sağlayabileceği belirtiliyor.

MPL’nin kıdemli uzmanlarından Dr. James Clark, “Copernicus İklim Değişikliği (C3S) Deniz, Kıyı ve Balıkçılık (MCF) Sektörel Bilgi Sistemi (SIS) projesi, bir dizi deniz-çevre-iklim etki göstergesi geliştirdi. Bunların bazıları okyanus asitlenmesiyle ilgili. Ayrıca bu göstergelerin deniz uygulamalarında nasıl kullanılabileceğini gösteren bir dizi araç da var” diyor. Dr. Clark şöyle devam ediyor:
“Projenin ana amaçlarından biri, Avrupa’nın iklim değişikliği uyum stratejileri ve azaltım politikalarını destekleyecek bir dizi ürün geliştirmek. C3S-MCF projesinin göstergeleri C3S İklim Verileri Mağazası’na entegre ediliyor ve önümüzdeki birkaç hafta içinde bunlara erişilebilecek.”

Biyoçeşitlilik üzerindeki etkiler

Aynı fenomenin etkileri bölgelere göre farklılık gösteriyor. 2000’li yılların ortalarında ABD’nin Kuzeybatı Pasifik kıyılarındaki çiftliklerde larvaların asitli sulardan etkilenmesi sonucu istiridyelerin dramatik bir şekilde yok oldukları görüldü. Kabuklu deniz canlıları endüstrisi büyük zarara uğradı. Kanada’da uzmanlar, Pasifik kıyılarındaki asitlenmenin toksik yosunların daha hızlı yayılmasına yol açabileceğini, bunun kabuklu deniz canlıları, hatta balıklar, deniz kuşları ve deniz memelilerine zarar verebileceğini söylüyor. Bu uzmanlar, balık ölümlerine yol açan bir tür yosunun asitli sularda daha geniş bir alanı istila edip yerel somon yetiştiriciliğini baltalayabileceğine dikkat çekiyor.

Avrupa’da, Atlas Okyanusu’na kıyısı bulunan Fransa, İtalya, İspanya ve İngiltere gibi önde gelen yumuşakça yetiştiricilerinin, bu yüzyılın sonuna kadar asitlenmeden en fazla etkilenecek ülkeler olması bekleniyor. Copernicus Deniz Servisi, yakın bir zaman önce okyanus izleme ölçümlerine deniz suyu pH değerlerini de dâhil etti. Buradan alınan veriler, Avrupa sularında asitlenmenin nasıl evrildiğini daha iyi anlamaya çalışan araştırmacılar tarafından kullanılıyor.

Kuzey Kutup Bölgesi’ndeki asitlenme de bilim insanlarını kaygılandırıyor. Bazı uzmanlar, bölgenin 2080’lere kadar kabuk oluşumunu sağlayan kimyasallarını kaybedeceğini söylüyor. Dr. Gattuso, zorlu araştırma koşulları nedeniyle, Kuzey Kutup Bölgesi’nde az sayıda noktada asitlenme ölçümleri yapılabildiğini belirtiyor. Dr. Gattuso, “Ama Kuzey Kutup Bölgesi sularının doğal olarak daha asitli olduğunu biliyoruz. Çünkü tüm gazlar gibi karbondioksit de soğuk suda daha hızlı çözünüyor. Bölgede okyanus yüzeyinin yaklaşık yüzde 10’unda pH seviyesi o kadar düşük ki, suyun kabuklu organizmalar için aşındırıcı hâle gelmesinden kaygı duyuyoruz” diyor.
Dr. Laffoley, “Okyanusların işlevselliğini değiştirerek yeni sorunlar yaratıyoruz” diyor ve asitlenme, okyanus sularının ısınması ve sudaki oksijen kaybının bir araya gelerek genel sistemi zayıflattığına ve bunların sonuçlarının yeterince anlaşılamadığına dikkat çekiyor. Dr Laffoley, “Okyanuslardaki karbon ve ısı miktarındaki artış, gerçek anlamda dehşet verici boyutlarda. Ama biz sorun çözmek yerine hâlâ sorun biriktiriyoruz” diye konuşuyor.

Asitlenmenin etkilerini tersine çevirmek mümkün mü?

Dr. Findlay, “Atmosfere yayılan karbon emisyon miktarları vasıtasıyla şimdiden okyanuslardaki asitlenmede mevcut seviye ve ötesine kendimizi bağladık” diyor. Dr. Gattuso da tek çözüm getirecek yaklaşımın karbon emisyonlarının azaltılması olduğunu belirterek, “Sanayi öncesi dönemdeki seviyeye dönmek uzun zaman alacak; ancak okyanus asitlenmesini durdurabiliriz” diye konuşuyor.
Bilim, çözüm yolları arıyor fakat bunların ekosistem ve okyanus süreçlerine etkileri henüz tam olarak anlaşılabilmiş değil. Bazı okyanus temelli iklim değişikliği çözümleri, doğrudan okyanuslardaki asitlenmeyi hedef almıyor. Bazı çözümler de karbonun kontrol altında tutulmasında çok etkili olmayabilir. Bununla birlikte Dr. Findlay, mikro-yosunlar, deniz çayırı yatakları, mangrov ve benzeri bitkilerin karbonu nasıl hapsedebileceği ve okyanus asitlenmesine yerel düzeyde nasıl çözümler getirilebileceği konusunda giderek daha fazla araştırma yapıldığına dikkat çekiyor.

Balıkçılığın ekosistemler üzerindeki baskıyı hafifletecek şekilde değişim göstermesi de okyanuslardaki asitlenmeyle yaşamanın bir yolu olabilir. Örneğin C3S ve PML, modellerin küresel ısınmanın Avrupa denizlerine potansiyel etkileri konusunda söyledikleriyle balık türlerine ilişkin bilgileri birleştiriyor. Türlerle ilgili bu bilgiler, balık stoklarının nasıl değişebileceğini öngörmemizi sağlıyor ve balıkçılık sektörüyle geçimini bundan sağlayan insanların buna nasıl uyum sağlayabileceği konusunda yol gösteriyor. Dr. Clark, “C3S verileri, bazı balık türlerinin artışı gibi fırsatlar ve balık stoklarının azalması gibi riskleri belirlemek için kullanılacak. Bunun sonucu olarak, sektör, sürdürülebilir balıkçılık uygulamaları geliştirerek iklim değişikliğinin etkilerini hafifletebilecek” diyor.

Okyanusların hangi bölgelerinin acil korumaya ihtiyacı olduğunu tespit etmek de ekosistemlerin asitlenmenin etkisini azaltmasına yardımcı olabilir. Uzmanlar nerede koruma alanları yaratılması ya da hangi koruma alanlarının genişletilmesi gerektiğini belirlemek için kritik deniz ekosistemlerinin haritasını çıkarıyor. Dr Laffoley, “Bir taraftan karbon emisyonlarını azaltırken, diğer taraftan okyanusların bazı bölgelerinde baskıyı hafifletebileceğimiz alanlar oluşturabiliriz. Bu yolla, denizlerin karşı karşıya olduğu sorunların aşılması yolunda bir umut yaratabiliriz” diye konuşuyor.

 

İlginizi Çekebilir

TÜM HABERLER