Eski İstanbul'da kayıklar ve kayıkçılık
Kültür / Tarih / BelgeselKayığın şekli, sürati ve kayıkçıların kendilerine özgü tavırları, bu ulaşım aracını İstanbullu kılan özelliklerdendi.
Kayık cinslerinin başında sarayın kullandığı saltanat kayıkları gelirdi. Saltanat kayıkları, sadece padişahın değil, ailesinin de kullanımına açıktı; boyutları ve tezyinatı ile adeta İmparatorluğun haşmetini temsil ederdi. Boyları 30-32 metre, genişlikleri ise 3 metre olan ve kürek sayısının çokluğu ile dikkat çeken bu kayıkların en gösterişli bölümü, baş tarafında yer alan, padişah ve ailesinin oturduğu yarı kapalı köşk kısmıydı. Saltanat kayıklarının 'filika' denilen cinsleri donanmayla sefere çıkıldığında kullanılırken, 'tebdil kayıkları', padişahın halkın içine karışacağı zamanlarda tercih edilirdi.
Pazar kayıkları, eşya, yük ve yolcu taşımaya mahsustu. Gövdeleri ağır ve genişti; arkada güçlü dümenleri bulunurdu.
40'a yakın yolcu alabilen pazar kayıkları, her biri 80 kilo ağırlığındaki küreklerle çekilirdi.
Ticari olarak işletilen pazar kayıkları, hayır sahiplerinin vakfı olarak da çalıştırılabilirdi. Kayıklardan elde edilen gelir, köyün çeşitli ihtiyaçlarının yanında fakir kişilere yiyecek yardımında da kullanılırdı.
Bu kayıklar, Evkaf Nezareti'nce birkaç seneliğine ihale edilir ve idareleri Kayıkçılar Kitabeti'ne bağlanırdı. Bu noktada, dönemin, farklı biçim ve işlevlere sahip kayıklarından biraz bahsedelim.
Ateş kayıkları, hususi olarak Köprü'de bekler; yangın esnasında tulumbacıları süratle yangın yerine götürürdü. Bu hizmet göz açıp kapayıncaya kadar olurdu. İki ucu kıvrık gaga burunlarıyla hemen farkedilen balıkçı kayıkları ise, dayanıklı olmaları için daha itinalı yapılırdı. Bir başka kayık çeşidi de ince uzun bir iğneye benzeyen 'futalar' idi. Dümeni arka tarafında bulunan bu kayıkların oturak yerleri pahalı kumaştan yapılırdı. Futaların modelleri İngiltere'den alınmış, fakat zamanla Türk zevkine uygun bir biçimde yerel çizgiler kazanmıştır. Orta halli ve zengin kişilerin hususi kayığı olan 'piyadeler', zaman zaman kiralık olarak da kullanılırdı. Piyadelere göre burunları daha kalkık ve yassı olan 'peremeler' ise, yolcu ve yük taşımaya mahsus ticari kayıklardı. Gidecekleri yere daha çabuk varabilmek için yelken açtıkları da olurdu.
Boğaz köyleriyle şehir arasında yük taşımada kullanılan 'mavnalar' ve Boğaziçi'nde düzenlenen mehtap alemlerinde, diğer kayıkların ortasında durarak değişik fasılları icra eden müzisyenleri taşıyan 'saz kayıkları' da diğer kayık çeşitleri arasında sayılabilir.
İstanbul kayıkları daha çok ıhlamur ağacından yapılırdı. Denize temas eden kısım verniklenir ve küpeştesinin hemen alt kısmı arzu edilen renge boyanırdı. İç kısımları ise ince beyaz tahtalarla kaplanarak kayığın her zaman temiz tutulması sağlanırdı.
Kayıklar, Türk oymacılık sanatının da eşsiz örnekleriydi. Bordaları, küpeşteleri gayet zarif olarak süslenirdi. İstanbul'da kayıkçılık, belirli nizamlara bağlanmış bir meslek dalıydı. Şehir içindeki en büyük hatlar, Üsküdar, Galata, Haliç ve Boğaziçi'ydi.
İmparatorluk içinde çalışan her kayık, belirli bir iskeleye bağlı olmak zorundaydı. Kayıkçılık yapmak isteyen kimselerin muhakkak bir kefilleri olmak zorundaydı. Kefili olmayanlar bu işi yapamazlardı.
Kayıkçıların çalışmalarını kontrol eden ve onlardan sorumlu olan bir kethüdaları olurdu. Buna Peremeciler Kethüdası adı verilirdi. Üsküdar gibi büyük bir iskelenin kethüdası, kayıkçıların çoğunun asker kökenli olmalarından dolayı Yeniçerilerden seçilirdi.
Kayıkçıların alacağı ücret ise küreklerin sayısına göre tespit edilmekteydi. Kayıkçıların en önemli özelliklerinden biri de kıyafetleriydi. Piyade hamlacılarının kıyafetleri, kalite itibarıyla diğerlerinkinden ayrılırdı. Hamlacılara, biri çuha, diğeri kalikot patiskasından birer dizlik, çuhadan ipek fermene işlemeli yelek ve salta, bürümcük hilali gömlek, uzun konçlu sakız beyazı çorap, rugan gül fiyonglu yemeni ve fes verilirdi. Eski İstanbul'da Beyoğlu'nda "Mir" ve "Kotero" adlı terziler, zengin kişilerin hamlacılarına gayet kaliteli kostümler dikerlerdi.
Hamlacılar küreğe geçip kayığı hareket ettirdiklerinde, uzaktan onlara bakanlar, tek bir küreğin hareket ettiğini zannederdi. Hanımlar, kayığa binerken ya da inerken öndeki hamlacı, hanıma elini değil omzunu uzatır, hanımlar hamlacıların omuzlarından kuvvet almış olurlardı. Hamlacıların kibarlıkları ve fiziki üstünlükleri ise İstanbul deniz çocuklarının bir özelliğiydi.
İstanbul'un kültürüyle bütünleşen kayık kültürü edebiyatımızda en duygusal şekliyle Abdülhak Şinasi Hisar tarafından ele alınmıştır. Boğaziçi'nin masalımsı atmosferi içinde geçen musiki fasıllarında kayıkların ve kayıkçıların rolünü şairane bir üslupla ele alan yazar, bizlere o günleri yaşatır. Divan şiirinde Nedim, Enderunlu Vasıf ve Enderunlu Fazıl birçok gazelinde, değişik özellikleriyle kayıkları ele alır.
Servet-i Fünun edebiyatının büyük romancısı Halit Ziya Uşaklıgil ve kendi de bir denizci olan Mehmet Rauf, farklı eserlerinde kayık gezintilerine ve kültürüne yer vermişlerdir.
İlginizi Çekebilir